BİR BAŞKADIR BENİM YURDUM
eser rüzgar 
püfür  püfür 
eski yöresel evlerin önünde 
çöküverir
başı yazmalı nineler
eli  oyalı  gelin  kızlar  yeni  yetmeler
pencere kenarlarına  dizilmiş çuha  çiçekleri
ve  Afrika  menekşeleri 
teneke  kutularda
boyaları  dökülmüş  yaşlı  binaların
ayıbını  kapatıyordu  karanlık
boncuk  mavisinde  cumba 
işlemeli  pervazları
ve  yeşil  sarmış  demir  parmaklıklarından 
birbirine  omuz  vermiş  burada  tarih
cumbalı  kerpiç  evleri  ayakta  taşır
hangi  tarihe  açılır  süslü  kapılar 
kurgu  dünyasına  götürür insanları
kesme  taşlarla  döşenmiş  sokaklarda
taş  merdivene  açılan  eski  kemerler 
şimdi  bir  kahvenin  verandasında 
keklik  kanında  çayımı 
doğanın  yeşilliğiyle  yudumlarken 
düşlerimin  kırıntılarında  kaybolurum 
görüntü  avlayıp bakışlarımla
hapsederim  belleğimin  en  ücra  köşesinde 
Sibirya  sürgünleri  yaşamış  belki 
antik  tiyatronun  taş  duvar  işçileri
doğu  figürleri  içersin yapılardan 
gelecek    hayatı yaşatır  geçmiş
bu eski  şehirde  durmuş  zaman
bu eski odalarda rüyalar  saklı
daracık  sokaklarda   dostça yaslanmış
bu evler bir şey fısıldaşırlar
bir  tarihi  kaleden bakarsın
tarihi  bir  filmin  platosuna
tarlalarda  ay çiçekleri 
dönmüşler ışığa doğru boyunlarını  büküp
su  çeker  bir  sarnıçtan 
zayıf  ve  kuru 
tahta  barakalarla  çevrilmiş  bir  avluda  
Giritli  göçmen kadın
seramik  heykelden  askerler  bekler
eski yapıtların arsız  karanlıklarını
bir  sabır  küpüdür  yaşamak  burda
Babil şaraplarının  gizli  mahzenlerinde 
antik  öyküsü  büyüler herkesi
oya  gibi  işlenmiş taş  evlerin
duvarlarına  yazıtlar  kazılmış
evliyalar  mescidine  yüz  süren
nice  tarikatlar  kurulmuş  bur da
çatlamaya  durmuş   tohumlar
nasılda kurtulmak için çabalar
doğa kıştan
baharlar sil baştan yaparken yeni
inadına sarılır  yaşama
gölün  kenarında  esvap  yuyan kadın
başı  yazmalı  ayağında  yemeni
ya motorlu sandaldaki  balıkçı
tutmuş sıkı
bırakmıyor  dümeni.
Babam bir göçmen işçi
Hani  bir  gün  ansızın
çıkıp  gitmiştin ya  baba.
Hani  çocuktum ya  ben.
Hani  amansız  bir  kış  vardı ya
Dağların  oymaklarında   ayaz  çatlardı
sanki  bir  fısıltıya  yıldırım çakar  gibi.
Sanki  bir  çığ  düşer  gibi  gözyaşına
göz kapakların  hapsederdi  düşecek  damlaları.
Düşüncelerin  sultada 
tetikte  bekliyordu
sessiz baba. 
Dam  evlerde  mertekler
kerpiç  duvarlar üstüne  oturmuş uçları.
Buz  sarkıtları  bir  kılıç  gibi.
Beyaz  karlarla  örtülü  dağların  kıvrımından
bir  oymağı  geçince  ilk  yaz  dilleniyordu.
O ilk  yazda  çiçek  açtı   yeni  diktiğin  fide.
Issızlıklar  gömülmüştü  vadiye
biz  hala  seni  bekliyoruz  baba.
Emeğini  yüreğine  yüklemiş  babam! ..
Koskoca  şehirde  yalnızdı  çaresizdi. 
Çocuklarının  düşü uyandırırdı
çalar  saatten  önce işe.
Sabah  sessiz  ve  soğuk  kaldırımlara  düşerdi
uykusuz  gecelerinin  mahmurluğu.
Ve  buz keserdi  parmak uçları 
su  alan  ayakkabıları içinde.
Ya  plastik  eldiven içindeki
sızlayan elleri
nefesine  tutardın ısınsın  diye.
Sonra  kaldırımlarda  ateş  yakardınız  değil mi  baba.
Dudaklarınız  titrerdi  çaresiz  kelimelere.
“Şimdi  bir  çay  olsa
içilir”  derdiniz  demli.
Bir  göçmen  işçiydin  bu koskoca  şehirde
Bir  göçmen işçiyi  aydınlatırdı
Gecenin  odalara  sinen  karanlığını kovarken 
yaktığın  lamba. 
Uyanır mıydın  şimdi  bir  tatlı  nefese
Unuttum diyordun kadınımın  yüzünü
unuttum  çocuklarımın gülüşünü.
ve çomarın havlamasını  olur  olmaz  sese
Bu koskoca şehrin  sokaktan  damarları
Dolup  dolup boşalıyordu insanlarla  ve  dertle
Asfalta  siydiren   delik  su  borusunun
tamiratı  için  ordaydılar
Sen hıncını  kazdığın  toprakta
sabah  ayazını içiyordun  mutluluğu için  çocuklarının
Kiminin  içine  yel  girmiş  gibi
gurbet  çeken  sevişmenin  düşünde
sarı  saman  tınazında  mevsimin
aşklarını  düşündün  çocukluğunun.
“Aşkımız  kuşluk  vaktinde  güzeldir”  dedin.
Ya mahmur  dudaklarda   öpüşmenin   tadı
bir  hayal görür  gibi.
kaldırıldığın  hasta hanenin  yatağında
başın  dönüyordu  hala 
düşüp  bayılışından  bu yana. 
Bir gelini  bezer  gibi  papatya.
Güneşe  selam  durur  gibi  ay çiçekleri
gerdan  kırarlar  boyunlarını  büküp.
Çiğ  taneleri yaprak uçlarında
damlalarını  döküp
birazdan  buhar  olacaklar
yazdan  kalma  güneşin  tortusundan.
Ve  sonra üşüyecek  sıcaklar  içinde
bir  zemheri  ayazında.
Dokunacak  doğanın  elleri  gizli
belki de  bir  pastırma  yazında.
Kendine  geleceksin  babam. 
Yalnızca  hasret  nöbet  tutacak
yanı başında.
Kayıt Tarihi : 15.12.2006 12:26:00
 
 
 
 
 Şiiri Değerlendir
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
 
 



Nazlı çiçeklerle bayram sevinciyle donandı alem
Mutluluğum kaldı anılarda gözlerimden döküldü gamım
Düşlerim derde düş ar umutlarım pare pare biçare
Dualı kurbanların eşliğinde yükseldin semaya
Bayram namazlarımı kılınacaktı sela’nda
Gönlüm giymez oldu esvapları
Gamlı kuşlar öttü kara yaslara büründüm
Hüznümle gölgeli sohbetlerim
Belki gelirsin diye dağıtıyorum eşyaları
Kızman için pasaklı oluyorum
Gelemeyeceğini bile bile
Belki dönersin diye
Bakışlarım sabit özlemine
Bayramların gelmesini iple çekiyorum
Beni duygulandıran güzel şiiriniz için kutlarım sizi ve gönlümden dökülen dizelerimle gönül denizine bir nehir akıttım Saygılarımla
Dokunacak doğanın elleri gizli
belki de bir pastırma yazında.
Kendine geleceksin babam.
Yalnızca hasret nöbet tutacak
yanı başında.DEMİŞ CABABA
KALEMİNE SAĞLIK.
Ahmet Ayaz
çıkıp gitmiştin ya baba.
Hani çocuktum ya ben.
Hani amansız bir kış vardı ya
ban çocukluğumu yaşattınız çok duygulandım babamın gidişi gözümde canlandı güzel şiirinizden dolayı kutlarım ilk 10 puan benden gelsin şiirinize yüreğinize sağlık saygılarımla.
TÜM YORUMLAR (3)