İnsanları insan yapan var olan değerleridir. Doğruluk, dürüstlük, iyilik, dostluk, yardımseverlik, akrabalarla ve diğer insanlarla iyi ilişkiler kurmak gibi değerlerdir bunlar. Ancak insanlar hep yeni değerler elde etmek isterler ve egoizmden doğan hep ben kaygısı ile var olan değerlerinden birer birer uzaklaşırlar. Belki kendilerinin mutlu olduklarını sandıkları yalancı yaşam biçimlerine ulaşabilirler ancak, kendilerinde önceden var olan hiçbir şeyi bünyelerinde barındırmazlar.
Zengin olmak isterken dürüstlükten, rahat yaşamak isterken başkalarını rahatsız etmekten kesinlikle kaçınmazlar. Aslında kazanmakta değil kaybetmektedir insanoğlu. Çünkü insanların kazandım dediği yerlerde yalnızlık oyunları oynanmaktadır. İnsanlar gözyaşlarını içlerine akıtarak gülümsemeye çalışmaktadırlar.
Koskoca dünyada birey olarak kapladığımız alanı düşündüğümüz zaman neleri nasıl büyüttüğümüzün farkına varabiliriz. Her büyütülen ve her ben denilen yer bizim kaybetme de başlangıç noktalarımızdır. Birlikte yaşamayı ve paylaşmayı beceremediğimiz sürece de kaybetmeye mahkûm varlıklar olarak kalma yeteneğimizi sonuna kadar kullanmış sayılırız.
Kişi önce kendini tanımalı ve sonra çevresini tanımalıdır. Mutlu olmak başkalarıyla güzellikleri paylaşmak ve tertemiz sayfalar açmaktır. Kazanmak uğruna, başkalarını kazandıkları için kendimizi üzmenin ya da onları geçmek için varlığımıza kaldıracağı yükten daha fazlasını yüklemek demek değil midir?
Hırs, biyolojik makinayı harekete geçiren güçtür. Kişilerin kendilerini tanımadan saldırganlık düzeyinde çaba sarf etmesi ve sırf kazanma uğruna kaybetme savaşıdır. Kazanmada insan psikolojisinin ön planda olması en önemli faktördür. Çünkü kaybetmek ruhumuzun en derin yerlerinden hissedilir. Belki, bedenimizi çok rahat ortamlarda bulundurabilir veya doyurabiliriz. Ancak bu kazanma savaşında ruhlarımıza zincirler vurarak kaybetme ortamını kendi kendimize hazırlamaktan hiç çekinmeyiz.
Başkalarının başarısını paylaşmak, onların mutluluğuyla mutlu olmak her halde o kadar zor bir şey olmasa gerek ama öncelikle kazandım derken var olanları kaybedenlerden olmamak gerektiğini düşünüyorum. Acaba hem var olan değerlerimizi yaşatmak hem de başarılı bireyler olmak mümkün değil midir? Bence mümkündür. Çünkü insanoğlunun mutluluğu birbiriyle iletişimden ve paylaşımdan geçmektedir. Dertlerimiz paylaşarak yok olurken, varlıklarımızda paylaşarak çoğalır.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...