Bir Başka Deyişle... Şiiri - Hacı Aksan

Hacı Aksan
51

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Bir Başka Deyişle...

'Kirvemehmet Dedem Olur'

…bir yere varılmaz bu yolla, diyor biri, haklısın, diyor öteki. Uyuyacağım, diyorum. Dedikten sonra da sımsıkı yumuyorum gözlerimi. Yumunca sütliman bir deniz beliriyor gözlerimin kör noktasında. Renksiz. Sonra yumak yumak bulutlar. Renksiz… Kendimle konuşurken yakalanıyorum kendime. İçmiş devrimci bohem oluveriyor, ne acayip. Ama içmeden de bir yere varılmıyor, içince de. Hep bir yere varmak için mi yola çıkıldı, sanki bir yere mi varıldı her defasında, her defasında yeni yerler böyle mi bulundu, bitti mi bulunmamış yerler? Yola çıkmamalı mı artık? Elim yakamda, genzimde böcek ısırığı gibi bir yanma, zor soluyorum. Elimden kurtulabilirim silkinsem, ya düşüncelerden? Borçları halletmenin tek çaresi kredi almakken, şu maliye tebliği de nereden çıktı? Toparlanmalı, içmemeli, çalışmalı, meli, malı… Gözlerimin kör noktası bir kapıya açılıyor. Dört dikine geniş tahta parçasının enine, daha kalın ve dar üç parçayla çakılarak yapıldığı bir kapı bu... Pencereden ay ışığı sızı şeklinde odayı boydan boya bölerek kapının orta kısmının karanlığını yaralıyor. Kapandığı için bu adı alıyordur kapı. Alınca da açılıyor olması adlanmasında etkisiz kalıyor. Kapanır kapılar, açılır açılar… Kapatmak için çalmanıza gerek yoktur. Ama…

Kapı çalınıyor. Tok ve sürekli, telaşlı vuruşlarla çalınıyor. Vurma aralarında yaşlı ve yorgun bir kadın sesi ev kuşatıldı, diyor. Vurmalar sesi kısacık bölüyor. Kirvemehmet alışılmış hızlı hareketleriyle çarşafını atıyor üstünden, fişekliğini giyiyor. Diğeri fişekliğiyle zıplıyor yattığı yerden. Kapıyı aralarken ve sağ elindeki idare lambasıyla sol yanını işaret ederek bu taraftan, diyor yaşlı ve yorgun kadın sesi. Hurdalığa benzeyen geniş bir odayı dolanırken, bir an kadının gözlerinin önünden geçiyor idare lambasının sarı halka ışığı, sol gözü kapalı kadının. Kör. Sol gözünün kör noktası bile yok. Gördüğümde, ilk duyduğumdaki sesi hatırladım, ses tellerinden birinden bir gözünün kör olmasının hüznü varmış da oranın çıkardığı titreşim nedeniyle kadının sesini tanıdık bulmuşum, diye düşündüm.

Asansör boşluğuna dalıyor Kirvemehmet, sırtında çapraz tüfeği, ellerini iki yandan duvarlara destek yaparak aşağı süzülüyor. Köpek aşağıda, diyor kadın. Peşinden de hareketleri taklit ederek, diğeri iniyor… Ben de atlıyorum taştan örülü kuyuya, tırnaklarımla tutunarak aşağı kayıyorum. Kuyunun dibine varıyoruz. Hilti sesi çıkaran makineli tüfeklerle dışarıdan kuyuya doğru ateş ediyorlar. Taşların topraktan derzlerinin arasından içeriye giren ve seken mermiler eşliğinde sekiyorum. Dışarıda dört dolanan adamların bot seslerinin çıkardığı gürültü yüzünden bir duman bulutu yükseliyor havaya, içeriye sızan toz kokusundan anlıyorum. Kuyunun dibi düşüyor. Düşüyoruz.

Köyün ortasına düşüyoruz. Düşer düşmez toparlanıyor Kirvemehmet ve diğeri, kaçmaya başlıyoruz. Soku başındaki kadınlar uğultu şeklinde beni öpün, diye bağırıyorlar. Beni öpün, beni öpün… Bağırtıları rüzgara dönüşerek yetişiyor peşimizden. Koşmamdan dönüp bir kadının elini yakalıyorum. Çekiyor elini yaşlı kadın, buruşuk elimi ne yapacaksın Kirvemehmet’in iti, ağzımdan öpsene, diyor. Konuşurken dökük dişlerinin arasından bazı harfler yılan tıslamasına dönüşüyor. Tükürüğümü bırakıyorum yılanın ağzına, koşuyorum Kirvemehmet’in peşinden. Bu havlama sesi de ne? Kirvemehmet sus, havlama, diyor koşmasına ara vermeden başını geriye, bana doğru çevirerek.

Bu karanlığı kokusundan hatırlıyorum, memleket burası. Bir sürü memleket var. Hepsi farklı. Burası benim memleketim. Kaçıyoruz can havliyle memleketimde. İleride bir aydınlık görünce diğeri, duruyor. Kirvemehmet ve ben de duruyoruz. Hızlı nefeslemeler arasında, cemseler geliyor, diyor diğeri. Ormanın içinden sessizce ilerlemeli. Ses yok, diyor Kirvemehmet, cemseler değil. Ben sesleri duyuyorum, diyorum. Ağlama seslerine benziyor. Kadın ağlamaları. Yaklaşıyoruz. Bir bulut durmuş kadınların başında, aydınlatıyor. Kirli bir suyun aktığı dere kenarına sıra sıra oturmuş ağlaşıyor kadınlar. Gece bile kadınları ağlarken aydınlatıyor. Parası yatmamış oğlumun, adı Zeyd, diyor beni görünce ağlamasını susarak bir kadın. Adım Aliye, şu dağa çıkmalısınız, diyor üç ilerisinde genç bir kadın. Mağrus, Mağrus’um, diyor ağlama aralarında bir kadın, başı önünde. Bakıyorum, peştemalinde kafası parçalar halinde kesik ve dağınık, ellerini oynatan bir bebek duruyor. Bir kadın gözyaşlarıyla uzun güneş yanığı saçlarını ıslatarak tarıyor. Güler gibi ağlıyor. Dip de yoktu tepe de, biz yarattık ikisini de, diyor bir eliyle. Kadınlar aynı anda kahkahalar atarak ağlıyorlar. Sonra da tırmanın demek için düşürdük sizi dibe, diyor diğer eli. Kadınlar, hep birden, kahkaha, ağlamak… Apaydınlanıyor dört yan, kesiliyor ağlama kahkahaları. Elleri güneş yanığı saçlarının içine saklanıyor kadının. Adım Aliye, sakın unutmayın, diyor genç kadın, peşimizden bağırarak. Nasıl dayanırlar, nasıl çatlamazlar ortalarından, kana bulamazlar bütün sularını yeryüzünün, nasıl, nasıl, diyor Kirvemehmet koşmaya başlarken yeniden. Ağlıyor diğeri saklayarak.

Bu çeşmeden Hasan hocayla su içtik. Dizlerimizi ve ellerimizi secdeye varır gibi yere koyarak yosunsuz bir birikintisinden. Şimdi azalmış suyu. Hasan hoca kekeliyor görünmeden, bbu d…da…dağ ooo dadadağğ de…deeeğil, diyor. Kimse duymuyor.

Peşimizden gelsene, diyor Osmanabe, kızarak. Burası daha uygun, diyorum. Oradan taaa tepeye çıkamazsın, gel peşimizden, diyor Polat. Orada kar henüz erimemiş, bakın, toprak ıslak ama sert, kar saklanıyor içinde, diyorum. Ne olur buradan tırmanırsak, diyor Osmanabe. Ayaklarımız ve ellerimiz donar, diyorum. Kaç kere çıktık dağa, hep buradan tırmandık, senin daha ilk, bizi dinle, diyor Osmanabe. Kaç kere çıkmışsanız o kadar yanlış yapmışsınız demek ki, diyorum. Sen neden köpekleme tırmanıyorsun, diyor Polat. Çünkü daha kolay tırmanılır böyle, diyorum. Dimdik tırmanmalı, diyor Osmanabe. Kaçıyoruz Osmanabe, diyorum. Olsun, dimdik, diyor. Zamanla toprağın arasına sıkışmış kar, dağın güneş görmeyen bu yamacında. Osmanabenin ayaklarının altından hışırtıyla ve Osmanabeyi takarak peşine karlanmış toprak kayıyor.

Güneşliği kornişten çıkarırken uyanıyorum. Güneşten mi, çıkan gürültüden mi, bilmiyorum. Uyandığımda ürpermemin son salisesindeyim. Hasta mısın, diyor. Yorgunum, diyorum. Kalk, duş al, geçer yorgunluğun, diyor. Geçmez, diyorum. Temiz bir yorgun olursun bari, diyor gülümseme katarak ses tonuna. Kahvaltı hazırlayayım, diyorum doğrulurken.

Başımda tonlarca ağrıyla koridoru yürüyorum. Kasıklarımda ince sızılı bir yanma var. Neydi, nasıldı yaşamak, unutmuşum sanki. Hatırlamak istemiyorum. Bilmeden yaşandı, bilmeden bitti, diyorum. Elleri konuşan kadın doğru demiyor. Bildiğini diyor, hepsi o. Kadınlar… Kirli akan dere… Kirvemehmet… Kana bulanık dünyanın bütün suları… Karlı toprak… Zamanın sıkıştırması…

Kasıklarınızda hapis zaman… Sıkın, boğulsun… Ve dönmesin artık bu çark, böyle dönecekse…

Hacı Aksan
Kayıt Tarihi : 8.3.2008 18:22:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Hacı Aksan