BİR AYRILIK HİKAYESİ
Önce,
Kırlangıçlar terk etti bu şehri,
Sonra sen.
Hem telgraf telleri öksüz kaldı,
Hem de ben.
Bir an yağıp da sonra birden dinmeyi huy edinen,
Kararsız Nisan yağmurları ağladı önce,
Sonra ben.
Velhasıl,
İçi yenmiş ayçiçeği kabuğu gibi,
Koparıp attın beni yaşamından.
Masmavi bir sonsuzlukta,
Özgür bir martı gibi yaşamak varken,
Bu kentin meydanında,
Bu kentin insanlarından bir avuç yem bekleyen,
Meneviş boyunlu, duman renkli güvercinlere döndürdün beni.
Tiyatro sahnesinden dökülen replikler gibi,
Kaybolup gitti gecelerimden,
O akşamcı yıldızlar.
Yalnız, tek başına bırakıp mağrur çoban yıldızını.
Yüreğine kurşun gibi oturmuş ki bu kemlik,
Parlak bir ız bırıkıpda peşinde,
Gözyaşlarımın çiğ gibi ıslattığı,
Çimenler üstüne düştü, farkında mısın?
Kaybolan bütün yıldızlara açtı gökyüzü,
Öyle korkunç bir karanlık sarmalamış ki onu,
Ateş böceklerine bile muhtaçtı gökyüzü.
Rarağacı kurulmuş, kötülükler meydanında,
İhanet denilen cellat,
Asmak için bekliyor, bütün güzellikleri.
Bense,
Üç vakte kadar kavuşma müjdesi veren,
Kahve fallarından medet umar olmuşum.
Şimdi,
Bütün gülüşlerimi rehin bıraktım ayrılık günlerine,
İndirdi kuyu derinliğindeki simsiyah gözlerini,
Siftahsız kapanan kepenkler gibi gece.
Sen dilediğin gibi gez, dolaş vefasız,
Yeniden türlü aşklar da yaşa.
Ama bir gün dönecek olursan eğer,
Bil ki sen,
Hâlâ beklenir olacaksın.
İstiridye gibi gönlümü açtığında,
Müstesna bir inci tanesi gibi kendini bulacaksın.
İSMET TAHTACIOĞLU/SAMSUN
Kayıt Tarihi : 19.6.2007 11:41:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!