“Suya ateş düşse de, tükenmez ümit” dedim.
_________Uyakla sarmaladım, zehir saçan heceyi
_________Kâbuslara hapsettim, yaşadığım geceyi
_________Zorlansam da yıllarca, çözerek bilmeceyi
“ Uğraşmak zorundasın, çile sana çit” dedim.
“Gün yorgunu yokuşlar, vermedi geçit” dedim.
_________Terkisinde hayatın, çekilmez oldu zaman
_________Göğü sararken isyan, dinlemedi hiç aman
_________Kanı uçtu güllerin, dertler oldu kocaman
“Ne olursun, merhamet! Derdi benden it! ” dedim.
“Islanan ezgilerin, saplanan cirit” dedim.
_________Kırık seste kayboldu, geçmişten düşen emek
_________Tufan kuşandı zaman, infilâk etti ekmek
_________Eteğimden yapışıp, yaşar mı hiç genç erkek?
“Mekânın gurbet olsun, buralardan yit! ” dedim.
“ Demir pençe ıstırap, ruhumda gel-git” dedim.
_________Bir akrebin zehriyle, yerle bir oldu evim
_________Merhamete muhtacım, sanır mı ki bir devim
_________Madem ki anneymişim, beslemekmiş görevim
-“Ben seninle bittiysem, sen de artık bit! “ dedim.
“Çınlayan feryadımı, ne olur, işit! ” dedim.
_________Ben toprağım, anayım, derdi bitmez doğayım
_________Her gece dua ettim, “Mehtabınla doğ ay’ım”
_________Bir hançerdi son sözü, “Ben mi dedim doğayım? ”
“Zehrini yudumlayıp, kahrolsam da git! ” dedim.
Kayıt Tarihi : 2.12.2008 03:31:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
ANKARA RÜZGÂRI GRUBU ~~Şiir Rüzgârı~~ KASIM 2008 “HECE” ŞİİRLERİ DEĞERLENDİRME VE PUANLARI DÜZENLEYEN: Ankara Rüzgarı Grubu (Ahmet EROĞLU) DEĞERLENDİRMEYİ YAPAN JÜRİ ÜYELERİMİZ: Burhanettin AKDAĞ Fesih AKTAŞ İsmail Adil ŞAHİN İsmet Bora BİNATLI Seyit KILIÇ *Hece Dalında Yarışmaya Katılan Şiir Sayısı: 9 ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~ D E R E C E L E R ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~ 1.Bir Ana - Bir Oğul______________TOPLAM PUAN: 470 Afet KIRAT 2.Aşk Bizde Âşık Bizde ______________TOPLAM PUAN: 395 Sevim ASLANALP 3.Salladın Gurbet_________________TOPLAM PUAN: 385 Gürsel GÜVELOĞLU D E Ğ E R L E N D İ R M E L E R BURHANETTİN AKDAĞ________________Puan: 95 Değerlendirme: 7+7 ölçüsünde 5 li kıtalar halinde abbba düzeninde hece şiiri. Kafiye örgüsüne baktığımızda cinaslı, zengin kafiyeli dizeler güzel kelimelerle donatılmış, bazı dizelerde anlam zorlanıyor. Kafiye, imla ve noktalama yönünden çok az hata var, ör. 3. Kıta. FESİH AKTAŞ______________________Puan: 95 Değerlendirme: Makul uzunlukta bir şiir. Ne okuyucuyu yoracak kadar çok uzun ne de yavan bırakacak kadar çok kısa. Tam karar olmuş. “Ne olursun, merhamet! Derdi benden it! ” dedim.” Mısrasını beğenmedim. Hem ifade biçimi bakımından hem de alt alta iki dizede “dert” sözcüğünün tekrarı şık durmamış. Bunun dışında, duygusu, sesi, sözcük örgüsü açısından mükemmel buldum. Son kıtadaki cinaslar ayrı bir renk ve zarafet vermiş şiire. Şairimi kutluyorum. İSMAİL ADİL ŞAHİN _______________Puan: 95 Değerlendirme: Şekil Özellikleri itibariyle, beş mısralık bentlerle, 7+7=14 duraklı hece ölçüsüyle yazılmış, durak ve kafiye hatası yok. Belirgin bir noktalama ve imlâ hatasına rastlanmamıştır. Yine, söyleşi üslûbu ustaca kullanılmıştır. İçerik itibariyle mecazlar, buluşlar, hayal unsurları, cinas ve edebi sanatlar ustalıkla kullanılmıştır. Şairini tebrik ediyorum. İSMET BORA BİNATLI_______________Puan: 90 Değerlendirme: Çok güzel bir çalışma olmuş kutluyorum. SEYİT KILIÇ______________________Puan: 95 Değerlendirme: Şiir edebiyatımızın 7+7 duraklı, muhammes diyebileceğimiz bir şekil ile örgülenerek 14’lü hece ile yazılmıştır. Uyakları abbba accca tarzında olup yeni üslup ile başarılı bir örnek verilmiş ki edebiyatımızda çok az denenen ilk mısranın tekrar son mısrası ile uyaklı olmasıdır. Aynı zamanda zengin uyakla bezenmiş ve özellikle son mısralardaki “doğayım” ile güzel bir cinas yapılmıştır. Duraklardaki noktalama işareti zaid olup gerek yoktur. Tabii şirin yapısından kaynaklanan zorluktan dolayı şair ilk ve son dizleri uyaklı olduğundan dolayı hafif bir zorlama olduğu göze çarpmakta… Şiirin teması ise şiirin başlığından ve içerisinde geçen “Madem ki ben anneymişim...” ve “Ben toprağım, anayım..” mısralarından anlaşılmakta olup, imgelerin haddi zatından fazla kullanılması şiirin temasını kavramakta güçlük yaratmaktadır. Zaman zaman şairin ne demek istediği tam olarak anlaşılamamakla beraber şiiri de zenginleştirdiğini göz önünde bulundurmalıyız. Özellikle “Ben mi dedim doğayım” kısmı ile şairin evladına bir intizarı niteliğine bir iç geçiriş ve bir hayıflanma olduğu anlaşılmaktadır. Evladın anaya yöneltmiş olduğu bu soru şairemizin “tabi şiirin siyakından bu şiiri bayan bir kardeşimizin yazmış olduğu anlaşılmakta” olup mısralara hüzün gözyaşlarının düştüğünü görmemek elde değildir. Şiirde imgelere, mecazlara ve teşbihlere bolca müracaat edilmiş olup bu edebi sanatlar ustaca kurgulanmıştır. “Ben toprağım, anayım” derken derken dilimizde “toprak ana” deyimine irsali mesel edilirken aynı zamanda toprağın verimliliği ile de bağ kurularak toprağa teşbih edilmiştir. “Islanan ezgiler” ile ağlayarak söylenen türkülere kinaye edilmiştir. Velhasılı kelam şair: halet-i ruhiyesini edebi sanatlarla –her ne kadar anlamasını zorlaştırmış olsa bile- bezeyerek şiire dökmesini bilmişti
Saygılarımla,tam puan, Enver Bilgiç
Çok zarif ve güzel bir şiir. kutlarım.
Ama benim anne yüreğim, bu şiiri okumaya dayanamadı.
Çok hoş, tebrik ederim.
Hayran kaldığım ilgili bir başka şiiri de paylaşmak istedim.
Selamlar
A.Ş.
__________________________________________
Rabbin, yalnız Kendisine kulluk etmenizi ve ana babaya da iyilikte bulunmayı kesinkes
emretti. Eğer ikisinden biri veya her ikisi, senin yanında iken ihtiyarlayacak olursa,
onlara karşı «of» bile deme; onları azarlama! İkisine de hep tatlı söz söyle! İkisine de
şefkat ve tevazu ile kol kanat ger ve de ki: «Rabbim, beni küçükken terbiye edip
yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhametinle muamele et!»' (el-İsrâ 23-24)
-İstikbâlin Melek Ruhlu Gençliğine İthaf-
Yazar, M. Ali EŞMELİ
ANA BORCU...*
Karlı bir kış gecesi acı bir kaza oldu,
Bir aileden yalnız ana-oğul kurtuldu...
Artık eve en uğrak misafir gariplikti,
Ana, sezdirmese de gözü iplik iplikti...
Bir şey olmamış gibi kül bastı yarasına,
Gül gibi yetiştirdi güzel oğlunu ana...
Ay oldu evlât için saçlarının siyâhı,
Etti nice geceler başucunda sabâhı.
Hastalansa kendisi, alamazken bir ilâç,
Etmedi çocuğunu mertlere dahî muhtaç.
Yaz ve kış nazla bakıp eyledi fidan boylu,
Büyüttü yavrusunu, hem huylu, hem de soylu.
Hem de iyi okusun diye oğlunu ana,
Büyük şehre yolladı yüreği yana yana...
Oğul da kıymet bildi, kışı eyledi bahar,
Elinde kurdeleli, takdirli diplomalar...
En başarılı oldu, doymadı madalyaya,
Bilgisi yeri aştı, taştı güneşe, aya.
Yay çekse de okurken bazen yokluğun oku,
Derhal anası derdi: 'Oğul, yeter ki oku!
Defter, kitap, ben sana, ne lâzımsa veririm,
Üç-beş kuruş bir şey mi, cânımı gönderirim!..'
Böylece çiçek çiçek oğul meyveye durdu...
Heyhât ki, tam o anda bir rüzgâr tokat vurdu!
Vâh oğul, sürüklenip kapıldı esen yele,
Güzelim ağacından meyve geçmedi ele...
O fırtına, meğerse aklı çelen bir kızdı.
Şimdi gencin her nabzı, ona âit nabızdı...
Kız da bir tuhaftı ki; beni istersen, dedi;
Yalancı yaşlar döküp; ya annen, ya ben, dedi...
Silip süpürdü o kız, onca okunan ilmi,
Başladı oğlan için kaderin meçhul filmi...
Kız bir yalazlı ateş, oğul ise bir mumdu,
Oğlun gözünde artık yalnız o kız mâlumdu...
O oğul, bir zamanlar parlarken güneş gibi,
Şimdi kara fânusta oldu rûhu leş gibi...
Yıldızdı, zindan oldu, unuttu annesini,
Gökten çamura düştü, kirletti karnesini.
Ana sabretti yine, saçlarını yolmadı,
Böyle hazâna rağmen sevgi gülü solmadı...
Lâkin o dert çölünde artık dîvâne idi,
Haraptı, perişandı, çünkü o anne idi.
Olur mu tesellisi hiç evlât yâresinin?
Düşündü; hâli nedir bu ciğerpâresinin...
Toprağında yıllarca köksüz mü okutuldu?
Nasıl oldu o çınar bir saksıya tutuldu?
Üzgün ana ne dese kâr etmedi oğluna,
O pembe gül goncası, dönmüştü bir yosuna...
O çilekeş anneye neler çektirdi oğul,
Yetmemiş gibi bir gün, kirli elinde bavul,
Terk etti ocağını, annesiz yaptı düğün,
Gözleri çeşme ana, arayıp durdu her gün.
Dokuz yıl sonra buldu o arsızı nihâyet,
Görünmedi gözüne ondaki son ihânet..
Açtı iki kolunu, heyhât, sevinemedi,
Zâlim oğul: 'Be kadın, nereden çıktın?' dedi.
Melek gibi anneyi şeytanca kovaladı,
Kalmadı ana için nankör evlâdın tadı.
Gördü ki, akrep olmuş, yılan olmuş çocuğu,
Göz çıkaran bir karga kesilmiş nazlı kuğu...
Yaralı ceylân ana, için için hıçkırdı,
Yıllardır sakladığı ninni sazını kırdı...
Kalp denen sabır taşı çatladı ortasından,
Binbir acı içinde inledi ana o an:
'A evlâdım, ben sana bir defa vurmamışım,
Çocukluğundan beri seni hiç yormamışım.
Etmişim sana kurban şu kısacık ömrümü,
Karşılığım, ölmeden tatmak mıdır ölümü?
Mâdem benim sevgimi bu derece kirlettin,
Ne olduğu belirsiz yosmaya tercih ettin,
Ver artık istiyorum benden emdiğin sütü,
Geri ver emeğimi, o emek insanüstü...
Ben bir aslan büyüttüm, karşıma fâre çıktın,
Kendine enkaz için anne tahtını yıktın!
Geri ver benim sana öğrettiğim gülüşü,
Geri ver benim sana gösterdiğim her düşü...
Çirkef öpen dudağın, el öpmüyor; yuh sana,
Öpmeyi ben öğrettim, geri ver onu bana!
Geri ver can dilimden aldığın bülbül dili,
Geri ver, gözlerini sildiğim her mendili!
Ver uykusuz kaldığım yılları, nankör varlık,
Hiç sevinci olmayan hüzünleri, al artık!
Şu beyaz saçlarımın karasını ver geri,
Geri ver, şiir gibi şakıdığım sözleri!..
Ver, benden öğrendiğin yürüyüşü ey oğul,
Ver benim olanları, artık anasız boğul!
Nasıl zehir verdin sen, sana şerbet verene?
Nasıl diken batırdın sana kanat gerene?
Can gülümdün, yâr sanıp ağyâr elinde soldun,
Yazık, bir yosma için annene hâin oldun!
Sensizlik acısından daha acı bu elem,
Her çileyi çekerim, bu çileyi çekemem!
Ver artık cân evimde büyümüş fidan boyu,
Geri ver güzel adı, ver bana âit soyu!
Ver, ver ana borcunu, bu kadar azap yeter,
Borcun kendinsin oğul, sen kendini geri ver!
Olmaz, ödemem diye düşme sakın cinnete,
Ana borcu bitmeden giremezsin cennete!...'
Bu anne bir anne ki, bizi doğuran kadın,
Bu anne ey yiğidim, iki cihan kanadın...
Bu annede saklıdır bütün değerlerimiz,
Kanımız, târihimiz, bu anne cevherimiz...
Bu anne, öz kültürdür, îmân ile irfandır,
Bu anne, bir âbide, ahlâk ile vicdandır...
Bu ana, Mimar Sinan, ulu Süleymâniye,
Bu ana, bu memleket, bu ana yüce gâye...
Bu ana gök kubbemiz, hem elif minâremiz,
Bu ana gece gündüz, bu ana tek çâremiz...
Bu anne, Hayme ana, Fâtih büyüten kundak,
Bu anne dalga dalga ay yıldızlı hür bayrak!
Doğusu batısıyla bu anne Anadolu,
Irmaklar onun gözü, ağaçlar onun kolu...
Toprağım, vatanımdır, bu anne milletimdir,
Bu anneden kim mahrum, o öksüzdür, yetimdir,
Ey yiğit, bil ki o kız, düşman denen yabancı,
O kız, tarihten beri Türk milletine sancı.
O kız, senden güneşi alıp batıran çamur,
O kız, senin sofrana mayası bozuk hamur.
O kız, her şeyi çirkin, yalnız maskesi güzel,
O kız, birkaç yalana gerçeği ister bedel...
Sokarsan has bahçeye çöle döndürür o kız,
Sevdâ yıldızlarını bir bir söndürür o kız...
O kız haçlı güzeli, masum yüzlü cadıdır,
Bize bin bir kötülük, o kızın soyadıdır...
O kız, bazen şeytandır, bazen de bir kör nefis,
O kız, gerçek güzeli göstermeyen kara is!...
Oğul, sakın aldanma o kızın yaldızına,
Hayırlı bir evlât ol, ana yâr olsun sana!...
Cennet gibi bir diyâr, ana gibi yâr olmaz,
Ey Seyrî, anasızlar, hiçbir zaman vâr olmaz!...
*Azerbaycan şairlerinden Ali Kerim'in 'Kaytar Ana Borcunu' başlıklı şiirinden ilhamla...
Selam, saygı ve dualarla
Seyfeddin karahocagil
TÜM YORUMLAR (42)