(Hiçbir zafere çiçekli yollardan gidilmez... ''La Fontaine'')
horoz ötüşsüz sabahlara açtı gözlerini 
geceden ninnisiz çocuklar. 
ağıllarda koyunlar me-liyordu ağıtlı 
ve kuzulardan alıp memeyi 
çocuklara çelikten umut sağdı analar. 
saklambaç, kuka, körebe 
çocuklar bahçelerde 
ve yaşam denilen bir görüngüde 
davar boku, çamur 
ve karıp sabrın taşlarını 
kumdan kaleler gibi 
oyuncaksız oyunlara daldılar. 
derinleşen yüz hatlarıyla 
esmer buğday ekmeği rengi 
menevişi çıban izi, yanık yüzleriyle 
ciddi, 
ihtiyar; 
çocuklar gülmeyi unuttular. 
gövdesi kurşunlara yuvalanmış 
ve bir baskından ardakalmış 
ağaçlar, 
ve anılar yığınağı eski konaklar, 
çocukların “saklambaç”ına siper oldular. 
baş açık, kıç açık, 
ayak yalın 
keklik sekişli çocuklar 
masum şımarmaların ortasında durdular. 
telaşlı anneler koşturdu 
ve telaşlı kırlangıçlar bahçelere 
lor peyniri, çökelek 
ve “pehtina nan” 
bahçeden toplanmış taze soğan 
ağlayan çocukları avutmaya durdular. 
avurdu şişiren lokmaya, 
ve boğazlarına takılan serüvene, 
gözyaşları çocukların 
ve burnundan akan sümük 
ve ağıtlı süt 
katık oldular; 
kaşık tutmayı bilmez elleriyle 
çocuklar, 
doymayı unuttular. 
tespihböcekleri 
ölümcül ürkülerle, 
çocukların ellerinde 
ve büyüttüğü günlük hayallerinde 
rengarenk cambilikler oldular. 
uçurtmasız gökyüzünde 
kekik kokulu çocuklar, 
yaylaların yangın artığı bağrına basıp 
veremli ciğerleriyle 
ve acemilikleriyle 
önfikirli bir ufuk çizgisine 
türküleri uçurdular, 
yeşilli, sarılı, kırmızılı 
kuyruğu püsküllü, çıtası yaldızlı. 
bir çürük diş gibiydiler 
ve kalamadılar hiçbir yerde, 
çocuklar; büyümeyi unuttular. 
bekleyişleri törpüleyen toprağa 
canlar ölgün kökler saldılar. 
keçik gelin, kızlar ve analar; 
merik emmi’nin ve babanın 
ölü gövdelerine can suyu 
tohumun çatlamasına 
ve göğermesine filizlerin 
desti desti ala şafak taşıdılar. 
bayramlar sıradan günlerin libasında 
petrol rengi lastik ayakkabısız, 
beyaz mendil ve kıl çorapsız 
ve onları getirip de ciddi yüzleriyle 
yürek susuzluğuyla veren 
babasız, amcasız 
çocukların kapılarını çaldılar. 
çocuklar, 
örselenmiş yaşamlarında yine yanıldılar; 
bayramlarda parklar, oyunlar yerine 
bir Newroz coşkusuyla 
mezarlara koştular. 
tek göz odalı damlardan 
vebalı bakışlarıyla pencerelerden, 
camlardan 
yolarına taşan köylerin, 
kuru öksürük nöbetleri, yüksek ateş 
ve kanlı ishal, tifo 
ve ölümün gözlerinden 
“xwinxwar” aç bir yırtıcı gibi bakan 
hastalıklar 
kocakarı ilaçlarının otacılığında 
ve duaların 
minik yüreklere ecel oldular. 
çocuklar; 
yoktu sevgiden başka sığınakları 
zamansız ölümlere kanat açtılar. 
Dersim, Hozat, Amed, Adıyaman, 
anaların göbek bağlarını dişleriyle kestiği 
ve tuz bastığı yarasına 
ve sancılı büyümelere gebelenmiş 
teni susuz toprak yanığı gibi 
bebelere kucak açtılar. 
Çocuklar, 
gülüyorlardı 
düşe kalka büyüyorlardı 
ve gövdesi mermilere yuvalanmış 
bir ağacın altında oynuyorlardı. 
Yangınları kundaklayan 
güneşin çocukları, 
ölmenin bir yolunu buluyorlardı 
duldasında ağaçların 
saklambaç, körebe yerine 
“militan”ca oyunlara koşuyorlardı. 
06.Haziran.2000.Salı / S- 15:00 
Deniz Köşkleri - İstanbul 
“Dı Bın Darekida Dıleyistın” 
İşbu Şiir Şairinin Adına Kayıtlıdır. Kayıt Tescil No: 509224125124 
**************************************************************************** 
--------------------
Bu şiirin hikayesi: 
“tanrı seyrediyordu. 
çocuklar oynuyordu; 
çocuklar tanrının en sevdiği oyunu oynuyordu. 
çocuklar ölüyordu. 
tanrı seyrediyordu...”
Kayıt Tarihi : 10.6.2007 11:57:00
 
 
 
 
 Şiiri Değerlendir
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
 
 



Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!