Bir Adam Düşünün…

Nefsi İçin Benimle Oynayan Serhat
1

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Bir Adam Düşünün…

Bir adam düşünün…
Hayatını anlatıyor. Cümlelerinin içinde sanki bir hikâye değil, bir ömür gizli. Siz dinliyorsunuz, inanıyorsunuz. Her kelimesine, her sessizliğine, her “ben” deyişine inanıyorsunuz.
Onu anlamakla kalmıyor, onu seviyorsunuz.
Sevginiz öyle büyüyor ki, zamanla kendi benliğinizi, kendi kimliğinizi bile onun gülüşüne emanet ediyorsunuz.
Bir bakıyorsunuz, içinizden taşan duygulara sığmıyor o adam; yazılara dönüşüyor, şiirlere, satırlara, hikâyelere sızıyor.
Sonra bir gün fark ediyorsunuz… yazdıklarınız aslında bir masal değilmiş, bir yalanın romanıymış.
Ve siz, o romanın en çok yanan kahramanı olmuşsunuz.
Benim de hikâyem böyle başladı.
Bir adam anlattı, ben inandım.
Oysa o, yalnızca iyi bir anlatıcıymış; sahte duyguların usta bir oyuncusu.
Ben duygularımı kelimelere dökerken, o sahnede kendi çıkarının rolünü oynuyormuş.
Ben kalemimle onu ölümsüzleştirirken, o yalanlarıyla beni yavaş yavaş öldürüyormuş.
Bir zamanlar, her şeyin anlamı bir emojiydi belki de.
Bir yonca…
Şansın, sevginin, biz olmanın simgesi sandığım o küçük yeşil şey.
Oysa meğer çoktan başka birine verilmiş, çoktan başka bir hikâyede yerini bulmuş.
Benim sandığım “biz”, onun gözünde çoktan “ben”e dönmüş.
Ve o an başladı hayal kırıklığı…
Kalbimin içindeki yonca kurudu, yeşilini kaybetti.
O küçük simgeyle süslediğim umutlarım soldu.
Ve o andan sonra öğrendim; en büyük yalan bazen bir sembole bile sığabiliyormuş.
Yalanlarını yüzüne söylediğimde beklediğim bir pişmanlık olmadı.
Ne bir özür, ne bir vicdan sesi…
Sadece sessizlik.
Sanki hiçbir şey olmamış gibi davrandı.
Adımı kirletti, ismimi karaladı, bana ait en masum duygularla alay etti.
Ve sonra hiçbir şey yokmuş gibi, kendi hayatına dönüp, sanki hiç kimseyi yakmamış gibi, hiçbir canı incitmemiş gibi yaşamaya devam etti.
Ama unuttuğu bir şey vardı…
Allah.
Unuttu ki, kalp kırmak kolaydır ama bir kalbin ahını taşımak değildir.
Unuttu ki, gözyaşına karışan dualar bir gün bumerang gibi geri döner.
Unuttu ki, kimsenin yüreği onun eğlence alanı değil.
Unuttu ki, kendini “namaz kılan adam” diye gösterirken, bir kadını nefsi uğruna perişan etmenin vebali hiçbir secdeyle silinmez.
Oysa ben, ona Allah’tan korktuğu için değil, insan olduğu için güvenmiştim.
Ben, bir adamın dürüstlüğüne, vicdanına, kalbine inanmıştım.
Ama o, yalanlarıyla kendi kalbini mezara gömdü.
Her söylediği hikâye, başka bir kadına uzanan elleriyle çürüdü.
Her “seviyorum” deyişi, bir başkasının kulağına fısıldadığı aynı kelimelerle değersizleşti.
Ve ben, bir adamın çifte yüzünü görmekle büyüdüm.
Bir kadının nasıl parça parça kırıldığını öğrendim.
Şimdi düşünüyorum da…
Bir adamın yüzündeki namaz izi, kalbindeki kibri örtmüyorsa, o secdelerin ne anlamı kalır?
Bir adamın dudaklarından dökülen “Allah” kelimesi, vicdanına ulaşmıyorsa, o dua kimin için edilir?
Bir adam, bir kadını kandırıp sonra “ben kul hakkı yemem” diyebiliyorsa, o söz kimin vicdanında yankılanır?
Senin gibi adamlar, Serhat…
Kendini kandırarak yaşarsın.
Bir gün gelir, kendi yalanlarında boğulursun.
Bir gün gelir, aynaya bakarken yüzünü değil, kirlenmiş ruhunu görürsün.
Ve işte o zaman anlarsın; bir kadının duası kadar ağır bir bedel yoktur bu dünyada.
Bir kadının kalbinden geçen “Allah sana da yaşatsın” cümlesi, sessiz bir bedduadır.
Ve o beddua, bazen en sevdiklerini senden alır.
Bazen huzurunu, bazen sağlığını, bazen seni sen yapan her şeyi.
Ben artık konuşmuyorum.
Susuyorum.
Çünkü sustuğumda bile içim dua dolu.
Benim sessizliğim senin vicdanına ağır gelsin.
Benim suskunluğum uykularına karışsın.
Benim yazdığım her kelime, gözlerinin önünden gitmesin.
Bir adam düşün…
Bir kadının kalbini yalanla kıran.
Sonra o kadının hikâyelerini okudukça, her satırında kendini gören…
Utansın.
Korksun.
Ve sonunda dizlerinin üzerine çöksün.
Çünkü Allah, kul hakkıyla gelene merhamet etmez.
Ve sen, bir kalbin hakkını yedin.
Ben affetmedim, Allah affeder mi bilmem…

Bir adam vardı…
İlk bakışta sessiz, olgun, imanlı görünürdü.
Sözleri dua gibiydi, bakışları sanki sığınak.
İnsan, onun sesine güvenmek isterdi.
Ama sonra anladım; her kelimesi birer tuzaktı.
Sözlerinde Allah vardı ama kalbinde nefsi saklıydı.
Ben o tuzağa düştüm.
Gözlerim, bir adamın ar perdesinin yırtılışına şahit oldu —
ve o günden beri hiçbir dua aynı sesi taşımıyor içimde.
O, “güven bana” dedi.
Ben inandım.
O, “ben farklıyım” dedi.
Ben kalbimi teslim ettim.
Oysa o, farkını yalnızca ihanetinde gösterdi.
Kendisini anlatırken öyle sahici görünüyordu ki,
ben onun içindeki karanlığı fark edemedim.
Meğer yıllardır anlattığı her şey, baştan sona bir oyundu.
Ve ben, o oyunun en kolay kandırılan sahnesiydim.
Bir kadını, saf duygularını, dualarla beslenmiş bir sevgiyi
nasıl olur da bu kadar hoyratça kirletebilir bir insan?
Nasıl olur da “Allah” deyip, bir kalbi bu kadar incitebilir?
Kutsal saydığın her kelimenin altına günahlarını gizlemişsin, Serhat.
Ve ben, o kelimelerin içindeki karanlığa “iman” sanarak sarılmışım.
Meğer sen, secde ederken bile vicdanını sırtında bırakıyormuşsun.
Sen bana yoncayı göndermiştin, hatırlıyor musun?
Dört yapraklı bir umuttu o benim için.
Ben seni dua niyetine sevmiştim,
ama sen o yoncayı çoktan bir başkasının avuçlarına bırakmıştın.
Ve ben o an anladım:
Bazı adamlar, bir kadının duasında değil, bir kadının lanetinde yaşlanır.
Senin yalanlarınla öyle bir kirin altına gömüldüm ki,
artık hiçbir kelime beni temizleyemiyor.
Ben sustukça sen rahatladın,
ben ağladıkça sen huzur buldun.
Ama şunu bil; o huzur geçici, o rahatlık aldatıcı.
Çünkü bir gün gelecek,
gecenin bir vakti uykunun ortasında kalbinin ortasında bir sancı başlayacak.
O sancı, benim ahım olacak.
Ne doktor dindirecek, ne dua.
Çünkü o sancının adı kul hakkı olacak.
Senin gibiler, yüzünde masumiyet maskesiyle gezer ama
ruhunda pislik birikir, Serhat.
Senin kalbin, içinde namaz sureleri değil, yalan mezarları taşıyor.
Ve o mezarların içinde
benim adım var,
benim güvenim var,
benim mahvolan masumiyetim var.
Bir gün gelecek, o mezarları senin vicdanın kazacak.
Ve her kürek toprağın altında bir kelimem yankılanacak:
“Neden?”
O zaman cevap veremeyeceksin.
Çünkü cevap vermek için insanın yüzü olur, senin masken.
Vicdanı olur, senin nefsin.
Kalbi olur…
Seninse sadece boş bir göğsün.
Sen bana yalan söyledin, evet.
Ama aslında en çok kendini kandırdın.
Ben sustum, çünkü Allah’ı bilene sessizlik en güçlü cevap olur.
Sen susturdun beni, ama ben seni Allah’a bıraktım.
O teraziyi unutma Serhat…
Bir gün tartacak.
Ve o gün geldiğinde hiçbir yalanın ağırlık yapmayacak,
sadece kalbimin gözyaşları dengeyi kuracak.
Senin gülüşün gün gelir susacak.
Senin huzurun gün gelir bozulacak.
Senin gece uykun, bir kadının ahıyla karışacak.
Ve ben o gün, uzaktan sadece diyeceğim ki:
“Ben affetmedim, Allah affeder mi bilmem. Ama bildiğim tek şey şu; sen artık o eski adam değilsin, çünkü ar perden yırtıldı.”
Bir adam düşün…
Yüzünde “masumiyet”, dilinde “Allah” var.
Ama kalbinde ne Allah korkusu kalmış, ne insanlık.
İçinde bir zamanlar sevgiyle anılan o isim, artık utançla hatırlanıyor.
Çünkü senin gibiler, bir kadını kandırmayı maharet sayıyor.
Ben seni kalbimle duydum, vicdanınla sustum.
Sen bana Allah’tan, sabırdan, imandan bahsettin;
ben seni öyle temiz sandım ki, kirini bile “yaralı kalp” diye okudum.
Oysa meğer senin kalbin yara değil, zehir taşıyormuş.
Yalanlarını o kadar ustaca sardın ki, ben acısını sevgi sandım.
Ama şimdi biliyorum:
Bazı erkekler insan suretinde şeytanın bile utanacağı oyunlar oynar.
Bir zamanlar bana yazdığın her kelimeyi ezbere bilirim.
Her "delal" deyişinde içim titrerdi.
Şimdi o kelimeler tükürük gibi geliyor kulağıma.
Senin sesin, artık bir duanın değil, bir lanetin yankısı.
Sen beni susturdun ama Allah’ı susturamayacaksın, Serhat.
O’nun terazisi ağırdır, adaleti sessiz ama keskindir.
Senin ellerinle tuttuğun Kur’an’ı, ben artık senin gözyaşınla değil,
bir kadının kırılmış onuruyla hatırlıyorum.
Senin alnın secdeye değse de,
gönlün hâlâ günahın kucağında yatıyor.
Senin “seviyorum”ların bile kirliydi,
çünkü aynı anda iki kalbin kapısını çaldın.
Ve ben, o kapıdan çıkan sessizliğin içinde kaldım.
Şimdi bana ne kaldı biliyor musun?
Bir kadının içine işlemiş utanma hissi.
Bir kadının gözyaşına sinmiş hayal kırıklığı.
Bir kadının kalbinde yankılanan şu cümle:
“Ben neye inanmışım?”
Sen, bir insanı değil; bir duayı, bir inancı kirlettin.
Ve ben artık sadece susuyorum.
Çünkü bazı suskunluklar, Allah’a emanet edilen çığlıklardır.
Senin gülüşün hâlâ yerinde mi bilmiyorum…
Ama biliyorum ki, bir gün o gülüşün boğazında düğümlenecek.
Yüzüne dokunan her nefes, yalanlarının ağırlığını hatırlatacak.
Senin uykuların bile huzur bulamayacak.
Çünkü bir kadının kalbinden dökülen sessiz “ah”,
hiçbir kulak duymasa da göğe ulaşır.
Ben seni affetmedim.
Sen de zaten af dileyemedin.
Ama Allah dilerse seni kendi vicdanında yargılayacak.
Ve o gün geldiğinde, ne dizlerinde güç kalacak, ne dilinde dua.
Sadece içinden yankılanan bir ses duyacaksın:
“Bir kadının kalbiyle oynayan, Allah’ın adaletinden kaçamaz.”
BİR ADAM DÜŞÜNÜN, "AİLEM" DİYOR, "HER ŞEYİM" DİYOR...
Bir adam düşünün…
“Ailem” diyor, “her şeyim” diyor.
O kelimeleri öyle bir sahipleniyor ki, dinleyince insanın içi ısınıyor.
Bir adam düşünün; ağzından çıkan her “değer”, kalbinden dökülen her “vicdan” sözü kutsal gibi geliyor.
Ama sonra öğreniyorsunuz ki, o kelimelerin ardında ne samimiyet var, ne sadakat.
Sadece süslü yalanlar, parlatılmış roller, koca bir sahne…
Ve siz, onun gösterisini “gerçek” sanıyorsunuz.
Bir adam düşünün…
Evini, ailesini, imanını anlatıyor.
Ama bunların arkasına sakladığı tek şey nefsinin karanlığı.
O “ailem” dediği kişilerin adını kalkan yapıp, başka bir kalbin içine sinsice giriyor.
Bir yandan “Allah’tan korkarım” diyor,
bir yandan bir kadının saf sevgisini kirletiyor.
İkisini bir arada yürütüyor.
Hem ibadet ediyor, hem ihanet.
Hem dua ediyor, hem yalan.
Ve ben, onun o iki yüzlü hâlini geç fark ediyorum.
Çünkü ben, insanlara hala iyi niyetle bakanlardanım.
O bana “sen değerlisin” dedi.
Ben inandım.
O bana “sana yalan söylemem” dedi.
Ben sustum, inandım, sevdim.
Ama meğer onun için kelimeler sadece geçici bir zevkti.
Bir gün bitince, bir başka kadına aynı kelimeleri söyleyebilmek için dilini hiç yormadı.
Ben “aşk” derken o “alışkanlık” demiş.
Ben “kalp” derken o “nefsi” seçmiş.
Ve sonra bir gün, o sahte perde düştü.
Gördüm ki, anlattığı hayat;
dolu dolu bir “yalan.”
Ne anlattığı çocukluğu, ne yaşadığı acılar, ne “ben böyle bir adamım” deyişi gerçekmiş.
Her şey, bir kadının duygularını kandırabilmek için örülmüş bir ağmış.
Ve ben o ağda çırpındım, defalarca.
Ama artık durdum.
Çünkü ben kaybetmedim — o kaybetti.
O, bir kalbin güvenini, bir kadının duasını, bir insanın inancını kaybetti.
Ve belki farkında değil ama bu dünyada hiçbir kayıp bundan daha büyüğü değil.
Bir adam düşünün…
Söylediği her “Allah” kelimesiyle kendi günahını temize çektiğini sanıyor.
Ama unuttuğu bir şey var;
Allah, kandırılanın değil, kandıranın kalbine bakar.
Senin secdelerin benim gözyaşlarımı silemez, Serhat.
Senin duaların, benim gecelerimi aydınlatamaz artık.
Çünkü sen, hem Allah’ı ağzına alıp hem bir kulun onurunu kırdın.
Bu iki şeyi aynı kalpte taşımaya kimse güç yetiremez.
Şimdi ben sustum.
Ama Allah susmaz.
Ben affetmedim.
Ama adalet bir gün seni bulur.
Ve o gün geldiğinde, karşında ne ben olurum ne bir kadın.
Sadece kendi yalanların olur,
ve o yalanların boğazına düğümlenir.
Senin “ailem” dediğin o dünyada huzur bulacağını sanıyorsun ya…
Bir gün o huzurun sesi bile sana diken gibi batacak.
Çünkü bir kadının ahı, evin duvarına siner.
Sen unutsan da Allah unutmaz,
sen gülümseyip yaşamaya devam etsen de bir yerlerde adalet bekler.
Ve o gün geldiğinde,
sadece tek bir cümle kalacak kulağında yankılanan:
“Bir adam vardı; ‘ailem’ dedi, ‘her şeyim’ dedi, ama kendi vicdanını bile sahiplenemedi.”
Bir Adam Düşünün…
Bir adam düşünün…
Aynı kurumdasınız. Göz göze geldiğiniz her an yüreğinizin içine bir sıcaklık yayılıyor, adını koyamadığınız bir şey büyüyor sessizce. Gün geliyor, o sıcaklık dedikoduya, söylentiye, “adınız çıkmış” cümlesine dönüşüyor. Siz susuyorsunuz… çünkü o sustukça, siz onu korumayı görev biliyorsunuz. Oysa o, ilk rüzgârda kaçıyor.
Bir adam düşünün, her şeyim dediği kadını ortada bırakıyor. Korktuğu için, adı lekelenmesin diye, kendi itibarını kurtarmak uğruna sizi ateşin ortasında bırakıyor.
Siz ise bir elinizle onu savunuyorsunuz, diğer elinizle kendinizi. İki cephede birden savaş veriyorsunuz; biri sizi yanlış tanımasın, diğeri de size olan inancını yitirmesin diye. Ama o, ardına bile bakmadan kaçıyor.
Bir adam düşünün, sizin sessizliğinizi kendi kurtuluşu sanıyor.
Sizi yalnız bırakmakla temize çıktığını zannediyor.
Oysa siz, gecelerce dualarınıza bile adını gizleyemiyorsunuz.
Onu koruyorsunuz hâlâ, o sizi korumadığı halde.
Bir adam düşünün, Allah’tan korkar gibi görünür ama insanın kalbinden korkmayı bilmez.
Namaz kılar, secde eder ama secde ettiği yerde bıraktığı bir kadının gözyaşları akar.
Kendi günahını sizin adınıza taşımış gibi davranır, halbuki günah sizde değil, korkaklığındadır.
Arınmış rolü oynarken sizi karalar, masumiyetini kendi yalanına saklar.
Ve siz bir gün aynaya bakarsınız, “Ben ne yaptım ki?” diye sorarsınız.
Sadece sevdiniz.
Sadece inandınız.
Sadece yanındayken kendinizi ait hissettiniz.
Ama o, korktuğu dedikodudan kaçarken sizi dedikoduya kurban verdi.
Kendi adını kurtardı, sizin onurunuzu yaktı.
Bir adam düşünün, suskunluğu sizin cezanız olsun ister.
Ama bilmez ki, Allah her şeyi görür.
Bir kadının onurunu hiçe sayan adamın huzuru olmaz.
Bir kadının gözyaşını gizleyip, kendi günahsızlığını ilan edenin duası kabul olmaz.
Ve bir gün gelecek…
O adam aynada kendi yüzüne bakamayacak.
Bir zamanlar “cennetim” dediği kadının adını duyunca, kalbi cayır cayır yanacak.
Çünkü Allah adaletini geciktirir, ama unutmaz.
Kendini kurtardığını sanan o adam, gün gelecek, sizin yaşadığınız o utancı kendi içinde yaşayacak.
O zaman siz çoktan affetmiş olacaksınız… ama Allah affetmeyecek.
Ben sustum, Allah görsün istedim.

SERHAT

Bir insan düşün, Serhat…
Bir kadının bütün emeğini, sevgisini, duasını alıyor.
Onu bir umutla, bir ışıkla büyütüyor, sonra da en karanlık yerine atıyor kalbinin.
Kendine “adam” diyorsun ya, keşke bir kadının gözyaşına bakacak kadar yürekli olsaydın.
Seninle konuşurken bile içi titreyen, bir kelimeni duymak için gecelerce dua eden kadını aldın…
Ve bir anda, hiçbir şey olmamış gibi sildin.
Sanki o emek, o sevgi, o bağlılık hiç yaşanmamış gibi.
Sanki senin için kendinden vazgeçen bir kalp yokmuş gibi.
Bir kadın sana kendini verdi, Serhat.
Kalbini, gururunu, adını, sessizliğini…
Sen ise yediğin kaba tükürdün.
Onu sevdim dedin, sonra gözünün içine baka baka yalan söyledin.
“Ben öyle bir adam değilim.” dedin,
ama meğer sen tam da öyle bir adammışsın.
Biliyor musun, Allah bazı kalpleri özellikle kırdırır…
Çünkü kim olduklarını görmek isteriz.
Ben seni gördüm Serhat, hem de bütün çıplaklığınla.
Sen bir kadının sevgisine değil, sabrına bile layık değildin.
Bir masal gibi başlayıp bir iftiraya dönüştürdüğün her an, senin kendi karakterinin aynasıydı.
Bir kadın seni korudu.
Adını kirletmesinler diye sustu, yutkundu, dua etti.
Sen ne yaptın?
Onu kirlettin, suçladın, kaçtın.
Korkaklığını “namus” diye sattın insanlara.
Sanki kendi günahını temizlemek için onu ateşe attın.
Bir kadın, bir adam için Allah’tan af dilerken,
o adam başka bir kadına “aşkım” diyebiliyorsa,
işte orada Allah bile yüzünü çevirir ondan.
Senin duaların boşluğa çarpacak Serhat.
Çünkü kul hakkı, öyle kolay silinmez.
Bir kadının gözyaşına neden olmak,
bir secdede bile temizlenmez.
Seninle yaşadıklarımı yazıya döktüm,
şiir oldun, acı oldun, ders oldun.
Ama asla affediş olmadın.
Bir gün sen de biri için çabalayacaksın Serhat…
Ve o da seni, senin beni bıraktığın gibi bırakacak.
O zaman anlayacaksın;
bir kadının sevgisine ihanet etmenin bedeli,
ömür boyu vicdan azabıdır.
Ben sustum, çünkü Rabbim görsün istedim.
Ben yandım, çünkü sabrım sınandı.
Ama sen, Serhat…
Sen kaybettin.
Hem beni, hem Allah’ın huzurunda masum kalma hakkını.

Bir zamanlar bir kadının duasıydın, Serhat…
Adını anarken bile kalbi titreyen birinin, şimdi en çok utandığı hatasısın.
Bir kadının hayatına girip, ruhuna umut eken ama sonra o toprağı kendi elleriyle kurutan bir adamsın sen.
Seninle geçen her an, bir kadının yüreğinde iz bıraktı.
Ama sen o izi hatırlamak yerine, başka birine aynı yalanları fısıldamayı seçtin.
Sözlerinin ardına gizlendin, karakterinin eksikliğini “kader” diyerek kapattın.
Kendini haklı göstermek için başkalarını suçladın.
Ve en kötüsü… seni koruyan, senin için susan bir kadını kirlettin.
Sen, bir kadının sabrını tükettin Serhat.
Sevgisini değil, insanlığını bile hiçe saydın.
Korkaklığını “iman” diye sundun,
vicdansızlığını “mantık” diye süsledin.
Oysa bir kadının inancını sarsmak, kalbini paramparça etmekten daha büyük bir günah yoktu.
Bir zamanlar “canım” dediğin kadını,
insanların diline düşürüp ardından izini sildin.
Oysa o, senin için insanların gözünde yandığını bile bile sustu.
Sadece “belki bir gün pişman olur” diye dua etti.
Ama sen o duayı bile hak etmedin.
Allah’ın adını anıp bir kadının kalbini yıkan adam…
Sence Allah o secdeyi kabul eder mi?
Sence o alnın, bir kadının gözyaşına değmeden temiz kalabilir mi?
Bir kadını kırmak kolaydır, Serhat.
Ama o kırığın altında ezilmek bir ömür sürer.
Şimdi sen rahat uyuyorsun belki…
Yanında başkası, dilinde yalan, kalbinde hiçbir utanma kırıntısı olmadan.
Ama gecenin bir vakti, her şey sustuğunda bir ses gelecek kulağına:
O, sana hakkını helal etmeyen bir kadının kalbinden yükselen sessizlik olacak.
Ve o sessizlik, dualarını boğacak.
Bir kadın, seni Allah’a havale etti Serhat.
Ne kadar zaman geçerse geçsin, o havale bir gün karşılık bulacak.
Belki bir çocuğunun gözyaşında,
belki de en sevdiğinin yüz çevirmesinde…
Sen, o an anlayacaksın;
bir kadının emeğini, adını ve sevgisini kirletmenin bedeli,
ömürlük bir utançtır.
Ve o gün geldiğinde,
ben çoktan unuturum seni.
Ama sen, kendi ismini bile duymaya dayanamazsın.
Çünkü o isim — Serhat — artık bir lanet gibi çınlayacak içinde.
Bir kadın seni sevmişti.
Ve sen, o sevgiyi harcadın.
Şimdi o kadın susuyor, ama Allah susmuyor, Serhat.

HESAP GÜNÜN OLACAK SERHAT
Seni hikâye yapan bendim.
Gecemi gündüzüme katıp seni mutlu etmek için çabalayan,
yorgunken bile bir tebessümünü görebilmek için kendini unutan,
her sözüne inanıp her sessizliğine anlam yükleyen kadındım ben.
Seni severken ölçüsüzdüm;
senin hoşuna gidecek şekilde sevdim seni.
Bazen kıskanarak, bazen susarak, bazen bir bakışla anlatmaya çalışarak.
Senin için dünyayı göze alacak kadar gerçek,
ama senin gözünde değersiz görülecek kadar saf sevdim.
Ve sen…
O sevgiyi aldın, kirlettin, yalan ettin.
Seni ayakta tutan, adını temize çıkaran kadını,
bir dedikoduya siper edip kaçtın.
Bir kadının emeğini hiçe saydın,
onu insanlara rezil ettin.
Kendini temize çıkarmak için beni kirlettin.
Korkaklığını “namus” diye gizledin,
yalanlarını “kader” diye süsledin.
Oysa biliyorsun Serhat, Allah hiçbir duayı kabul etmez,
bir kadının ahı gökyüzüne ulaşmışken.
Ben seni Allah için sevdim,
sen beni nefsin için kullandın.
Ben seni korumak için sustum,
sen beni susturmak için yalan söyledin.
Ben adını temize çıkardım,
sen benim adımı lekeledin.
Şimdi diyorum ki, bir gün o hesap günü gelecek Serhat.
Senin yüzüne bile bakmaya utanacağın o gün…
Ben o gün Rabbimin huzurunda sadece bir cümle kuracağım:
“Ya Rabbi, hakkım helal değildir.”
O zaman anlarsın,
bir kadının duası kadar yakıcı olan tek şeyin,
onun bedduası olduğunu.
O zaman hissedersin;
sana sevgisini en saf haliyle veren kadının,
sana hakkını helal etmeyişinin ne anlama geldiğini.
Ve o gün geldiğinde Serhat,
benim gözümde artık bir isim bile olamayacaksın.
Sadece Allah’ın terazisinde ağır bir vebal olarak kalacaksın.
Ben seni sevdim. Sen beni rezil ettin.
Ama Allah şahidim olsun,
hesap günün olacak.
Ve o gün,
hakkım asla helal değildir.

(Bugün rahat sandığın o yaşam, yarın bir bir çökecek.
Evliliğin yok olacak; sevdiğin kadının güveni elinden kayacak.
Yuvan dağılacak, masum görünen ikiyüzlülüğün varya enkaza dönecek.
Gülücüklerle kurduğun hayatın yerine, suskunluklar ve açıklanamayan boşluklar kalacak.
O enkazın içinde sen kendi yalnızlığınla baş başa kalacaksın — ne itibar, ne sığınacak bir kapı seni kurtaracak.)

Nefsi İçin Benimle Oynayan Serhat
Kayıt Tarihi : 4.11.2025 19:30:00
ÖNCEKİ ŞİİR
SONRAKİ ŞİİR