Onunla ortaokulluyken tanıştık. Ben cama çıkardım, o da dama. O damı ayaklardı ben camı çırmaklardım. Yeşil gözlü bir aşktı. Ona ilk yazımı yazarken, acemilik ve düzgün yazma titizliği musallat olduğundan; epey sayfa zayi etmiştim.
Çok çabalamış, ancak yazamamıştım yeşil gözlü Aşk’a. Sonra ne ben camı çırmakladım ne de o damı ayakladı. Cam çırmaksız, dam ayaksız kaldı. Varsın kalıversin, damın camın Aşksız kalması da bir şey mi?
Yeni, değişik değişik renkte aşklar... Bal rengi gözlü Aşk, teyzesine gidiyor, ben de arkadaşlarıma; ödev yapmaya. Nasılsa bir yerlerde buluşuyoruz. Bal rengi gözlü Aşk, öptürmem diyor. Utanıyor. Yüzü şeftali rengi. Eliyle itiyor beni. Kalbim fena çarpıyor kaburgalarıma; çifteliyor hırçın bir çocuğun üstündeki yorganı tekmelemesi gibi.
Çam sakızı çoban armağanı bir buluşma; korkular, tabularla, psikolojik parmaklıklar arasında bir vuslat.
Sonra ne o teyzesine gidiyor, ne de ben arkadaşıma. Hiçbir yerlerde buluşuyoruz.
Dört katlı lisenin merdivenlerini çıkıyorum. Ela gözlü Aşk arkadaşıma sipariş etmiş beni. Tuhaf tuhaf bakıyorum Ayhan’ın yüzüne. Biraz da muzipçe: “Git, o ela gözlü Aşk’a söyle; de ki, de ki herifin kalbi yokmuş, karbüratör kullanıyormuş.”
Ayhan biraz da naifce inanıyor. Haklı da, o, karbüratörün yalnızca arabalarda olduğunu zannediyor henüz.
Ertesi sabah, yine merdivenlerden çıkarken, ela gözlü Aşk kendisini getirmiş bana. Sıkı-larak koluma dokunup, konuşmak istediğini ima ediyor. Kovuyorum Aşk’ı, kunut kamçı yemiş köpek gibi kaçıyor yanımdan. İçimden: “iyi oldu, varlığı da yokluğu da bir bu aşkların.” Sonra: “yok, yokluğu daha da iyi.” Aşk’ı ürkütüşüme seviniyorum.
Bir deniz şehri, oraya gidiyorum. İki Aşk geliyor çalıştığım yere. Birisi esmer, saçları zeytin karası, güzel mi güzel! Hanımefendi. Yanındaki Aşk sarışın; parmağınızdaki halkanın sarısı...
Bir gün, ikinci, üçüncü gün... Hep bize geliyorlar. Zeytin karası saçlı Aşk sorgu suale çekiyor beni. Elinden gelse, karanlık bir mekana götürüp, altıma iğreti bir sandalye sürüp, te-peme de bir spot yakacak. Bir çok soru soruyor. Sorularından birisi de, “Aşk’ın var mı” Ben:- “Ha, o mu? ondan yok, yok bayan” diyorum.
İş bitimi onlarla takılmamı söylüyor. İçimden: “Size takılacak kancam yok” diyorum. Ama zeytin karası saçlı aşk bakışlarıyla ısrar ediyor. Sonunda “hayır” zıplayıp çıkıyor dudak-larımdan. Güzel Aşk kızıyor, ağza alınmadık şeyler söylüyor. Ben süt dökmemiş, ama dökmüş gibi kedi...
Zeytin karası, altın sarısı saçlı Aşk gidiyor. Arada bir kapının önünden, caddeden geçi-yorlar. Ne ben onları ne de onlar beni tanıyor. Herkesin sepeti koluna, devamı neyse işte...
Yıllar tren katarı, ortasında ben... Ardımda geçmişimin vagonları, önümde geleceğimin kabinleri. Geçmişimi sürüklerken geleceğimi ittiriyorum.
Bakıyorum sağa sola, herkes Aşklarının bir yerlerinden tutunmuş, güle oynaya dolaşıyor, avuçluyorlar aşklarını. Çil çil Aşk, boru değil bu, çil çil Aşk!
Canım, geç de olsa bir porsiyon aşk çekiyor. İşkence etmedim kendime, zevkine var-mayı koydum kafama.
Düşündüm bizim oralarda, bu an’a dek dolaştığım şehirlerde imal edilen aşklar hep ka-bak tadı vermişti. Ya benim damaklarımda bir bokluk vardı, ya da aşkları üretenlerin formülle-rinde. Sıkılmıştım kabak tadındaki aşklardan. Şehri değiştirdim ancak kendimi değiştiremedim. Bu şehre geldikten sonra gezip tozuttum, baktım rengarenk aşklar: ressam paleti.
Kendime zaman tanıdım. Bir süre sonra gözüme bir Aşk kestirip yanına vardım. Yüre-ğim ağzıma geldi gelecek. Ela gözlü Aşk’a aşklarımızı karıştırmayı önerdim. Birkaç yüz gün sonra- öyle gelmişti- karıştırabildik aşklarımızı. Aşk değil, artık aşklar olmuştuk.
Ben buldum delisi olup sevindim ki amma sevindim! İçimden: “bunca sene buraya niye gelmemişim, bana söylerlerdi hep bu şehrin Venedik aşklarının lezzetini, tadına doyamayıp kendi yüreğimi yiyeceğimi falan...” bunca yılı aşksız geçirdiği için, kendimle dalaşıp duruyo-rum.
Bir gün, ela gözlü Aşk, aşkını barındırdığı bedeninin doğup büyüdüğü kente gidiyor. Bana: “İstersen aşkını al kendin sakla onu, dönünce tekrar karıştırırız.”dedi.
Ben:
“-Ne münasebet, Aşk’ı nasıl ayıklarız böyle birkaç gün içinde, al git sende kalsın. Hem, sen olmayınca onun ne anlamı olacak ki,” dedim?
Epey bir zaman geçti. Ben kabinlerimi ittirirken, eski vagonlarımı çekmeye devam et-tim. Ela gözlü Aşk dönüp geldi. Tavırları değişmişti. Dört gün boyunca sürek avına gitmiş kö-pek gibi bakıyordu. Bir şeyler olduğu kaymış göz bebeklerinden belliydi. Felaketti. Aşkımı otobüste kaybetmişti.
Sitemler ettim, şimdi ben aşksız ne yaparım falan... Baktım anlayacak gibi değil, yapılacak bir şey de yok, uzaklaştım yanından. Bir bakıma da huzura ermiştim. Sonra sonra aşksızlığa alıştım.
Evvela hiç düşünmemiştim aşkın anatomisini, yaşam süresini, doğuşunu vs. Şimdi azı-cık da olsa aşksızlık işlerinden çakıyorum, dışarıdan gözlemleyebiliyorum aşkları.
Yanına gideceksin Aşkın, sana nazlanacak tuzlanacak, “bilmem ki” deyip keten kalem-lik ağzı gibi dudaklarını büzecek... Sen itler gibi yalvarıp, kuyruğunu beyaz bayrak diye sal-layacaksın... ayakkabılarının köselelerini aşk’ın yollarında eskiteceksin. Köpekler gibi kıvrılıp telefonun başucunda uyuyacaksın aşk arar diye. Gezdiği sokaklarda dolaşacaksın. Konuşmala-rını şaplayıp klorlayıp arındıracaksın. İstemesen de, kalkıp Aşk’a gitmek zorunda kalacaksın, ya da telefon edeceksin. Aşklarla konuşunca zaman zaman sınırı aşıp, dostluğun tarlasına gire-ceksin. Sonra iki ayrı cins hardal tohumunu bir birinden ayıklamak ister gibi, Aşk’ı ve arkada-şı bir birinden ayıklamaya uğraşacaksın....
Ela gözlü Aşk’ın yolculuk yapmış olduğu uzun yol otobüslerini didik didik aradım. Pos bıyıklı şöförlere, ayva tüylü muavinlere sordum. Yok, yok, yok da yok! Alaylı bir gülümse-meyle; “görmedik aabi” diyorlar, başka da bir şey demiyorlar.
Bizim Aşk, uzun yol otobüslerinin birinde kısa zamanda cartayı çekince, ben de yeni aşklar buluverdim. Dünyanın sonu mu sanki?
Şeffaf Aşk, kitaplar. Artık en güzel gözlü aşkım kitaplar. Onlara telefon etmek zorunda değilim, canım istemeyince bile veriş alışa gitmek zorunda değilim. Onlar kapris yapmazlar. Olur olmaza kızmazlar. İçten yanmalı değiller, kalleşlik edip, aşkına ihanet etmezler ya da oto-büslerde kaybetmezler.
Onları okurken, tıraş olmak zorunda değilim. Beni olduğum gibi kabul ediyor şeffaf aşklarım. Şeffaf aşklarımı seviyorum.
Kayıt Tarihi : 25.10.2008 15:48:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Altan Doğru](https://www.antoloji.com/i/siir/2008/10/25/bir-a-otobiyografisi.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!