Bundan bin dört yüz sene evvel, Mekke Karanlık,
Her yanı sarmış küfür, boğuluyor insanlık.
Vahşetin, mutlak, son noktasında her bir mahluk,
O ne vahim durum öyle ki: tam perişanlık.
Puttan medet umar olmuş pervasızca, insan,
Kimse, katiyen, ayrılmaz kötülükten bir an
O zaman dünya bir hiç, küfrün aleviyle yanan,
Yetmez anlatmaya o vahşeti, hiçbir lisan.
Derken, Mekke sokaklarında yankılandı bir ses,
Gökyüzü masmavi, güneşte başka bir heves,
Müjdeyi vermeli artık İlahi bir nefes
Muhammedim geldi diye haykırmalı herkes!
Sevgi onda, şefkat onda müebbet,
Onda aşk ve onda sonsuz hidayet.
Yaratılır mıydı hiç bu kâinat;
Gelmeseydi o, alemlere rahmet.
Önce güvendiler resulüme, üçer beşer
Sonra geldi peşinden bütün akvam-ı beşer.
Küfrün alevleri sönmedeydi teker teker,
Artık eşit, Allah katında köleler-hürler.
Sanki bir güneş doğdu Mekke sokaklarından,
İlahi, bir nur gönderdi dünyaya, yaradan.
Güller ona sevdalı, bülbüller ona mecnun,
Yer-gök, dağ-taş hep ona âşık ta mâveradan.
Ondan öğrendik evvela sevmeyi,
İnsana insanca değer vermeyi.
Ondan öğrendik biz hep sabretmeyi,
Ve yokluklarda bile şükretmeyi.
Onu incitmekmiş müşrikin emeli, hâşa!
Hâya etmez mi hiç basmaya, bastığı taşa
O kâinata efendi, kâinat ona kul,
Canlar feda gözünden akan bir damla yaşa.
Alemlerde duyulur tek ses: Resul-u Zişan,
Ve ancak ona yakışır kâinatta bu şan.
Onunla beraber rahmettir, bu, gökten yağan,
Ancak resulümdür dünyada takdire şâyan.
Kayıt Tarihi : 11.2.2014 21:00:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!