Zamanda durmak.
Zamana karşı durmak
Gözlerden söze
Sözlerden eyleme
Düşmeden düşünce
Ortadaki bilmece
Baskılar mahalleye
Baskılı mahalleliye
Baskı kültüründen
Yasa, tarih düşünceden
Her yere sarkık bilmece
Baskıya hayır derken
Baskı yapar sinsice
Bu nasıl bir bilmece?
Dayatmayı dayatırken
Tartışılmazı koyarken
Burada baskı yok dersen
Labirent olur çıkar bilmece
Dayatır dolanmadan kestirmece
Kel başa şimşir tarak
Sen aynada konuşulana bak
Ağızdan çıkan söz olur mu kulak?
Bilmece / bildirmece işlerini bırak
Galibin tarihinden
Askerin nefesinden
Kurumların yelinden
Ses getirir baskılar
Bilmece olup çıkar
Alt tarafı çıkarcı hece
Bas, bas, bas, bas – kı
Çık, çık, çık, çı – kar - cı
Medya / kurumlar tümce
Labirentlerin içinde
Dolaştırırsın bilmece
Çağlar ötesinden
Yeniçağa bilmece
Gelir baskılar
Hece, hece, hece
Bildiri / bildirmece
10.10.2007 – İzmir
Mehmet ÇobanKayıt Tarihi : 10.10.2007 00:05:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Toplum akla gelince sosyolojide kavramlar vardır. Bilinen şeyleri tekrar iyi değildir ama bazen gereklidir. Toplum: Yönetenler ve yönetilenlerden oluşmaktadır. Yönetenler: Devlet çatısı altında toplanır. Devlet adı altında, devletin unvanını kullanarak işlev yapan herkes yönetendir. Yönetenlerin kendi aralarında yetki, görev, makam ve sorumluluklarına ilişkin kademeleri vardır. En tepede, YASAMA + YÜRÜTME + YARGI modern devlet çatısını oluşturur. Sivil toplumlarda, Yasama ve Yürütme organlarındaki yetkilileri halkın oylarıyla belirlenir. Sivil olmayan toplumlarda ise, bu belirlemeler gücü elinde tutanlar tarafından yapılır. YASAMA, YÜRÜTME, YARGI üçgeninde işleyen devlet çatısı, aşağıya doğru uygulama sürecini gerçekleştirirken birçok bürokrat, memur çalıştırır. Çalışan bürokrat ve memurlarda devletin adını, yetkilerini kullanarak iş gördüklerinden yürütmenin içindedirler. Yönetilenler halktır. Halkın içindeki, sivil resmi tüm kurumlar ile bunların dışındaki herkes halkı oluşturur. Ülke bütünlüğü, ülke gücü dediğimiz zaman bütün bunların birlikteliğinden doğan moral değeri anlaşılır. Bunlar arasında çatışma, yetki paylaşımlarına rızasızlık, görevlerine karışma varsa o zaman bütünlükten ve güçlülükten söz edilemez. Daha önceki dönemlere girmek istemiyorum. Ancak son yirmi yılın tartışmalarının özetinden aşağıdaki olguları çıkardım. 1. Kurumlar arası yetkiler, görevler ve sorumluluklar yasalarda belli olmasına karşın uygulamada karmaşa vardır. 2. Siyasi ve ekonomik çıkar gruplarınca, Asker sürekli tehdit gücü olarak kullanılmaktadır. 3. Siyasi ve ekonomik çıkar grupları halkın oylarına itibar etmemektedir. 4. Devletin üst kurumları ve toplum içindeki sivil, resmi kurumlar halkın tercihlerini küçümsemektedir. 5. Derin devlet kavramlarıyla devletin görünen yapısının gerisinde, devletten daha güçlü bir yapının varlığı tartışmalarına, devlet yetkileri göz yumarak sanki onaylamaktadır. 6. Görsel ve yazılı medya, kendini bütün güçlerin üstünde görmektedir. Algıladığım bu sonuçların yanlış olmasını ne kadar çok isterdim. Ancak izlediğim haberler, yorumlar, olaylar maalesef gittikçe güçlendirmektedir. Olayların dozu arttıkça ülke bütünlüğünden ve gücünden söz etmek hayal noktasına erişmektedir. Bireysel ve grupsal çıkarlar noktasında seyredilen, düşünülen, çözülmeye çalışılan her şey, toplumsal birliği, bütünlüğü, gücü parçalamak için atılmış adımdır. Bireyler ve gruplar, kendi pencerelerinden ülkeyi, olayları seyrederek, at gözlüğü takarcasına herkes sadece kendi bakış tarzlarının ülkede geçer olmasını istemektedirler. Mürekkep yalamış bürokratlar, kendi oyları ile halkın sosyal, ekonomik alt kesimlerini oluşturanların verdiği oyların aynı değerde olmadığını iddia ederek, sınıf yaratmaktadırlar. Taraflar kendi siyasi görüşlerini savunanlara oy vermeyenleri, aptallık ve cehaletle suçlamaktadırlar. Böylece: sözler, tavırlar, düşünceler, tarafların birbirlerine, soysal, psikolojik, siyasi, ekonomik baskılar noktasına ulaşmaktadır. Bütün bu oluşumlardan çıkardığım sonuç, ülke çıkarlarını düşünmek ikinci plana itilmiş, bireysel, grupsal çıkarlar birinci plana çıkmıştır. Çıkarlar çatışması önümüze bilmece koymaktadır. Baskılar, basılanlar, basılacaklar… Ben gerçekten ülkeyi savunanların, 1923’ten itibaren, her on yıllık zaman dilimini alarak, düşüncelere yapılan baskılar nedeniyle açılan davaların, kimlere, ne maksatla açıldığına dair ciddi araştırmalar yapmaları gerektiğine inanıyorum. Ciddi bir araştırmanın arkasından hangi dönemde düşüncelerin yasaklandığı? Neden yasaklandığı? Baskıcı anlayışların hangileri, hangi dönemler olduğunu bilmek, özgürlükleri savunan insanların temel bilgileri olması gerekir. Aksi halde, her düşünce, kendi dönemlerinde özgürlüğün olduğunu, başka düşüncelerin döneminde yasakların olduğunu savunabilir. Böyle bir savunu görece olmaktan öteye gitmez. Her fırsatta, orduyu yönetime el koymaya çağıran düşüncelerin, düşünce özgürlüğünden söz etmeleri ise, akrebin intiharına benzer psikolojik bir handikaptır. Bu tür yaklaşımları olanların düşünce özgürlüğünü savunur olmaları, sivil toplum anlayışları içinde asla mümkün görünmez. Ama maalesef savunmaktadırlar. Baskıdan yana ama özgürlükçü nasıl olur demeyin. Yalan, riya her şeyi mümkün kılar. Bir insan kendini dinlediği zaman açmazlarına çözüm bulabilir. Bir toplum kendini dinlediği zaman açmazlarına çözüm bulabilir. Görünen odur ki, ne insanlar birey olarak kendilerini dinlemekte, ne toplum kendini dinlemektedir. Ortada görünen, sadece taraflar çıkarları doğrultusunda, yetkileri, görevleri olsun olmasın kendilerini dinletme gayreti içindedirler. Bu yaklaşım, tarafların birbirlerine baskıcı anlayışlarla yaklaşmalarına neden olmaktadır. Baskıcı anlayışlar ise, çıkarına uygun olan her şeyi kendilerine mubah görür. Baskıcı anlayışların yanında asla, yasaların, sevginin, saygının, insani nezaketlerin anlamı yoktur. Baskıcı anlayışlarda bütün bu değerler sadece çıkar için kullanılır. İstismar edilir. Toplum bu noktaya gelince, insan erozyonu başlamış ve toplum çökmeye doğru gitmektedir. Bütün sosyolojik değerler bunu gösterir. Makalemin bu noktasında, size bir anımı aktaracağım. İktisadi Ticari İlimler Akademisinde okurken, Üçüncü sınıfta (yıl 1974) Türkiye Ekonomisi dersimiz vardı. Sağ olsun o dönemin hocaları, fikirlere, açılımlara değer verenlerdi. İmtihana girdiğimde önümde iki soru vardı. Birincisi, Türkiye Ekonomisi tarihi ile ilgiliydi. İkincisi ise, Türk Ekonomisinin açmazları nedir? Gelişmesi için ne önerirsiniz. Birincisine tarihi bilgiyi verdim. İkincisine ise, kısacık bir not düştüm. Notum şöyleydi. Türk Ekonomisinin en büyük açmazı, yetki, görev, sorumluluk kargaşasıdır. Herkes her şeydir. Herkes hiçbir şeydir. Siyasetçi, doktor, hukukçu, bürokrat, eğitimci vs. herkes ekonomiye yön vermeye çalışır. Hâlbuki bilgi, bilinç, eğitim, yetkilileri, görevlileri, sorumlulukları belirlemek için verilir. Ülkemizde, hukukçu hukukunu, ekonomici ekonomiyi, eğitimci eğitimini, siyasetçi siyasetini yapar hale gelmedikçe, yani herkes kendi uzmanlık alanıyla uğraşmadıkça asla ülke ve ülke ekonomisi düzelmez. Bu gün olan ise kaostur. Herkes her şeyin uzmanıdır. Sadece kendi mesleklerinin uzmanları değildir. Kaosla hiçbir şey düzelmez. ,- Yarım sayfayı bulmayan cevaplarımı imtihandan çıkınca arkadaşlarıma söyledim. Arkadaşlarım benimle dalga geçtiler. Kesin kaldın dediler. Ama sonuçta ben en yüksek notu 100'ü aldım. 60 geçme notuydu. Dersi geçtim. Başarılı ticari kuruluşlar, sistemli, yetki, görev, sorumluluk paylaşımlarıyla, arkasından sıkı denetimle başarıya ulaşırlar. Ülkelerde böyledir. Sistemli, yetki, görev, sorumluluk paylaşımlarıyla, arkasından sıkı denetimle başarıya ulaşırlar.. Ülkemizde ise, anayasa gereği, kurumların yetkileri, görevleri, sorumlulukları paylaştırılmış ise de en çok işlenen suç, anayasaya uymamak, anayasaları çıkarlara göre delmektir. Yazılı ve görsel medya, mikrofon uzatınca, insanlar şunu söyleyemiyorlarsa, “sorduğunuz konular, benim yetki, görev, sorumluluklarım içine girmiyor. Sorunun muhatabı ben değilim. Bu tür soruları bize sormayınız”. Yerine, aksine, karşılarında mikrofon görenler, her konuda bülbül kesiliyorlarsa, iş bitmiş demektir. Bu kaos ülkemizin sonunu olacaktır.
Bireysel ve grupsal çıkarlar noktasında seyredilen, düşünülen, çözülmeye çalışılan her şey, toplumsal birliği, bütünlüğü, gücü parçalamak için atılmış adımdır.
Bireyler ve gruplar, kendi pencerelerinden ülkeyi, olayları seyrederek, at gözlüğü takarcasına herkes sadece kendi bakış tarzlarının ülkede geçer olmasını istemektedirler.
Mürekkep yalamış bürokratlar, kendi oyları ile halkın sosyal, ekonomik alt kesimlerini oluşturanların verdiği oyların aynı değerde olmadığını iddia ederek, sınıf yaratmaktadırlar.
Taraflar kendi siyasi görüşlerini savunanlara oy vermeyenleri, aptallık ve cehaletle suçlamaktadırlar.
Böylece: sözler, tavırlar, düşünceler, tarafların birbirlerine, soysal, psikolojik, siyasi, ekonomik baskılar noktasına ulaşmaktadır.
Bütün bu oluşumlardan çıkardığım sonuç, ülke çıkarlarını düşünmek ikinci plana itilmiş, bireysel, grupsal çıkarlar birinci plana çıkmıştır.
Çıkarlar çatışması önümüze bilmece koymaktadır.
.........................................
Türk Ekonomisinin en büyük açmazı, yetki, görev, sorumluluk kargaşasıdır. Herkes her şeydir. Herkes hiçbir şeydir. Siyasetçi, doktor, hukukçu, bürokrat, eğitimci vs. herkes ekonomiye yön vermeye çalışır.
Hâlbuki bilgi, bilinç, eğitim, yetkilileri, görevlileri, sorumlulukları belirlemek için verilir.
Ülkemizde, hukukçu hukukunu, ekonomici ekonomiyi, eğitimci eğitimini, siyasetçi siyasetini yapar hale gelmedikçe, yani herkes kendi uzmanlık alanıyla uğraşmadıkça asla ülke ve ülke ekonomisi düzelmez.
Bu gün olan ise kaostur. Herkes her şeyin uzmanıdır. Sadece kendi mesleklerinin uzmanları değildir.
Kaosla hiçbir şey düzelmez.
.......................................
Ülkelerde böyledir. Sistemli, yetki, görev, sorumluluk paylaşımlarıyla, arkasından sıkı denetimle başarıya ulaşırlar..
.......................................
Yazılı ve görsel medya, mikrofon uzatınca, insanlar şunu söyleyemiyorlarsa, “sorduğunuz konular, benim yetki, görev, sorumluluklarım içine girmiyor. Sorunun muhatabı ben değilim. Bu tür soruları bize sormayınız”. Yerine, aksine, karşılarında mikrofon görenler, her konuda bülbül kesiliyorlarsa, iş bitmiş demektir.
YORUMUM YİNE SİZİN YAZDIKLARINIZ.
RABBİM SİZİN GİBİ, DÜŞÜNEN ÜRETEN DEĞERLERİMİZİ ARTIRSIN İNŞAALLAH.
MUHABBETLE.
TAM PUAN
BAKALIM KİM ÇÖZECEK....
YÜREĞİNİZE SAĞLIK...
Size katılıyorum. Görüş almak başka, görüş bildirmek başkadır. Ülkemizde insanlar görüş alma, bildirme işini, herkesin başkasının işine karışma olarak algılıyorlar. Görüş bildirenler, görüşlerine uyulmadığı zaman, isyan, hakaret boyutlarına ulaşıyorlar.
Halbuki aynı insanlar asla kendi işlerine başkalarını karıştırmadıkları gibi, görüş bile almaya tenezzül etmezler.
Çalışmanızdan dolayı size teşekkür borçluyum. Sizi kutlarım.
Saygılar yüreğine
TÜM YORUMLAR (30)