Naime Erlaçin - ...Bilincin Kanatları Üs ...

Naime Erlaçin
955

ŞİİR


43

TAKİPÇİ

'1914 dünyasını anımsamayacak kadar genç olanlar, benim yaşımda bir kimse için çocukluk anılarıyla bugünün dünyası arasında ne denli geniş bir uçurum bulunduğunu anlayamazlar” – Bertrand Russell (Denemeler)


Tarihi 1960 ya da 1970 olarak değiştirip, aynı cümleyi yeniden yazabilir ve altına imzamı atabilirim. ‘Kozalaklar Ülkesi’ adını taktığım bu âlemde henüz bir haftamı bile doldurmadım ama delik deşik kısa uykulardan sonra özüme dönüş yolunda olduğumu hissediyorum. İlk kültürel çarpışmayı izleyen günlerde bulanıklaşan görüşüm giderek netleşiyor. Çevreme adeta bir kaleydoskoptan bakıyor ve renkleri ayıklamaya çalışıyorum. Kişinin kendine acımaya alıştırıldığı ve sonuçta kaderciliğe boyun eğdiği bir dünyadan, kişinin alabildiğine özgür olduğuna ve haklarının sonuna dek korunduğuna inandırıldığı ama aslında hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı başka bir dünyaya göç ettiğimi düşünmeye başlıyorum. O kadar ki özgürlük, demokrasi ve bireysel insan hakları gibi kavramlar çevrede gördüklerimle birlikte yeniden şekillenerek farklı kılıklara bürünüyorlar.

‘60’larda bu ülkede uzunca bir süre konuktum. Sonraki yıllarda pek de kısa sayılmayacak ziyaretlerim ve bu ziyaretler sırasında toplumsal değişimi yakından gözleme şansım oldu. Her gelişimde kuşkularım pekişiyor; açık seçik fark edilmese de sistem tarafından yapılandırılmakta olan vitrin toplumu hakkındaki kaygılarım büyüyordu. Bu kez de öyle oldu. Vitrincilik, artık vitrin psikolojisi’ni de beraberinde getirmiş ve bu gösteri(ş) toplumuna tamamen yerleştirmişti. Yaratmak eylemi değerini yitirmiş; tüketmek için çalışmak ve yalnızca bunu sağlamak için çabalamak anlam kazanmıştı. Birileri satmak, başka birileri ise sadece satın almak için var olduklarına inanmışlardı. Yaşamsal hedefler, iyi bir maaşa sahip olmak - saygıdeğer bir çevrede yaşamak - çocukları saygıdeğer okullarda okutup gidilmesi şart olan kurslara yazdırmak - doğru (!) kulüplere üye olup doğru markaları kullanarak tüketilmesi gereken metaları tüketmek eylemine dönüşmüştü. Gelecekten (özellikle işten atılmaktan) sürekli korkup ileriye dönük planlar yapma/yapamama girdabında boğulmak; kısacası bireyliğini yitirip yabancılaşma ve aynılaşma potasında erimeye razı olmak oyunun vazgeçilmez bir parçasıydı. Toplum büyüyor ve gelişiyordu ama yaşam çelişkiler üzerine kuruluydu, çünkü artık insanlar düşünce üretmeden yaşıyorlardı. Adeta duyarsızlaşmışlar, yaşam sevinçlerinin yanı sıra yaşamlarının şiirini ve müziğini de yitirmişlerdi.

Tamamını Oku