‘‘ Hey delikanlılar şimdi kulak verin biz koca ihtiyarların anlatacaklarına. Cahillik engelini aşamayan bilgelik yükünü taşıyamaz.’’
Şimdi söylüyorum işte kulak kabartın. Dinleyin selametin sükun ettiği bu geceyi ve selamete çevirin gündüzlerinizi. Arşın altında ki değerli hazinelerinizi koruyun ve kollayın. Onları tarumar eylemeyin, tarumar etmelerine izin vermeyin. Ve yolunuzu hem gönlünüzün çizdiği hemde aklınızın olur dediği yöne çevirin. O taraftan yol alın. Orayı kendinize siper edin. Bulunmaz dehlizlerde bilinmeyen duvarların diplerine aklınızı kalkan yapmayın. Çürük kalkanların arkasında bedeninizi bir savaşa yollayıp lime lime ettirmeyin. Ölçüsünü yüreğinizden dokuduğunuz ipliklerle yapın yolculukları. En değerli misafirhanelerde velileri değil her zaman çoğu zaman en delileri misafir edin ve onlara gösterin konukseverliğinizi ve kadirşinaslığınızı. Onları mahcubiyet mertebesinde yalnız bırakmayın ve kendinizi mahcupluğun göstergesiyle mütevaziliğin azizliğindeki çizgi de nasıl koruyacağınızı bilin.
Ve söylüyorum size hangi gece gündüzün yükünü sırtında taşıyabilir. Hangi gündüz gecenin ağırlığını yüreğinde her daim sürükleyebilir ve kendisini kendisine siper eyleyebilir. Kadim bir gelenekten, kadim bir gelecekten, geleceği önüne yol kılmış kadim bir geçmişten başka ne olabilir ki. Sordum günün birinde bir adama: ‘ ey kendini şahı sultan zanneden, dünyaları yaratmış da elinin tersiyle onları yok edebileceğini söylemeye cüret edebilen sahipsiz bilge sen mi taşıyorsun onu sırtında yoksa sen mi onun sırtında bir fazlalıksın.’ Ve söyledi kendini kendine zapt eden, kendinde kendini yarattığını zanneden zavallı Adem:‘ Andolsun ki benim şanım yücedir. Ben kendimi layıkıyla zapturapt eyleyen biri oldum. Ve göğün yedi katının altısını da gördüm. Ben senin lüzumundan fazlasıyla gerekli biriyim ve seni kendime zapturapt eylersem bir daha konuşamazsın,soramazsın ve söyleyemezsin.’
Böyle dedi göğün altıncı katmanında tepetaklak düşen ve düştüğünün bile farkında olmayan büyük bilge. Böyle söyledi kendini efendi sanıp uşak mertebesinin altında kalıp ezilen köle. Böyle konuştu gündüzü kendinde saklayan lakin gecenin en ufak deresinde boğulan,kayıp düşen,ışığını kaybeden yıldız.
Ve sordum: ‘ ey göğün altıncı katmanında kendine yer bulan kadim bilge. Hangi efendinin yardımıyla tuttun sen arşın ellerinden ve kollarına girdin ve kendini ona teslim edip onunla cenneti oyunlardan oyunlar oynadın.’
‘ Hayır’ dedi bilgeyi istisna. ‘ benim hiçbir efendinin yardımına ihtiyacım yoktur. Zira efendilerin benim bilgime ihtiyaçları vardır. Benim hiçbir efendinin aklına ihtiyacım yoktur ve gittikleri yollara da. Fakat onların benim aklıma ihtiyaçları vardır ve de fikirlerime. Onların benim göstereceğim yollara ihtiyaçları vardır. Zira onlar acizdir. Onlar varlık içinde yokluğu yaşayan fukaraların kendileridir. Onlar kadim zamanlardan beridir sur ateşinden sonra ebedi yaşayacak olan bene ihtiyaçları olan kişilerdir.’
Böyle söyledi kendini sur ateşinden sonra yaşatacak olan aciz bilge. Böyle konuştu kendine ebedi köleliği uygun göre zalim gölge. Ve konuştu: ‘ ben gündüzün güneşiyim gecenin ay’ı, gündüz her canlının hissedeceği zerreyim ve gece herkesin seyretmek istediği yıldız.’ Sonra tekrar etti: ‘ Andolsunki benim şanım yücedir. Ben yukarılarda meleklere bile söz geçiren kişiyim ve melekler benim yaptığımdan fazlasını yapamazlar.’
‘Konuş’ dedim. ‘ Ey bilge. Ey kendini Şems’e benzeten ve Şems’i kendisi zanneden kendisinden bihaber köle. Konuş aklının seni götürdüğü sahilin sularıyla konuş. Çıktığın dağların zirvesindeki kar kadar konuş. İçinde dolandığın ormanların ağaçlarındaki dallar kadar konuş. Konuş yalnız lüzumundan fazla kelime sarf etmen lüzumsuzluğun perdesini yırtıp üstüne atacaktır. Lüzumundan fazla cümle kullanman arşın yedi katını üstüne devirecektir. Lüzumundan fazla lüzumiyat göstermen zamanın çarklarını söküp tüm zamanlarda seni hapse meftum edecektir. Ve unutma konuş ama ellerinin gözlerini yüreğinin zincirleriyle mahzene hapset ve yüreğinin zincirlerini aklının kapılarına vur ve kapıları kadim uygarlıkların medeniyet topraklarında medeniyetsizliğin en mahrem yerlerinde göm ve bir daha düşme peşine. Düşünü bir daha düşünün içinde aramaya kalkma. Boğulursan eğer düşünde seni kurtaracak düşsüz bir gelecek bulamazsın.
Ve şimdi soruyorum sana ey kadim geleceğin efendisi. Ey kendisinin efendiliğinden beraatını kendisine vermiş ve kendisini başkasının efendisi sanan ama aslında kendinin köle olan bilge. Ey kendisini yıldız sanan lakin yıldızlara ihanet ettiğini dahi bilmeyen ve gecenin yıldız görmeyen ufak bir kuytuluğunda boğulan düş. Ey kendisine lüzumiyattan fazla lüzum biçen ve maneviyat perdesini üstünden atan esrar. Ey göğün yedi katının eşsiz sahillerinde ayaklarını suya koyduğunu zannedip de aslında susuzlukla kıvranan çöl rüzgarı. Ve soruyorum sana ey kadim geleceğin efendisi selametin sükun ettiği bu gece de selamete çevirdin mi gelecek olan düşünü. Yoksa hala bilgeliğin sırrını sırtına yük edip diyar diyar dolaşmaya devam edeceksin ve böbürlenip bağırışlarını bütün dünyaya duyurmaya mı çalışacaksın.
Konuş ve cevap ver. Sesini yükselt arşın yedi katmanına. Her bir peygambere ve veliye ve Allah dostuna ve aşkınla yanan herkese.
Bilir misin…
Ünal ÇAGABEY
Ünal ÇağabeyKayıt Tarihi : 23.1.2011 20:32:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!