Şairin dediği gibi, Ağırmazsa bilir miydim yüreğimin nerde olduğunu... bazen muhteşem şeylerin ortaya çıkması bir felaketin yaşanmasıyla mümkün. Dünyanın oluşumu buna örnek ama insan da buna sosyal ve edebi bir örnektir. Bu bir şair ise anlatmak kolay değil.Bir ömür meselesi bu. Şairler güzelliğin ve aşkın ortaya çıkması için belki de tasavvur da zorlandığımız o kadar içsel felaketler yaşıyorlar ki, şayet buna dünya gözü ile tanık olursa göreceklerimiz karşısında bir saniye bile dayanamayabiliriz. Evrenine düşmüş buğudan tutun da sefaletine kadar kendisini dürten her kavramdan sınırsız beslenmesi aslında onun bilgiye eşit halidir. İnsanlar her yaşadığını bir şekilde dışa vurmak ister.Şairler ve yazarlar bunu yazarak ağırlıklarından kurtulurlar belki.Ama onların yorgunluk bilmeyen bir hüzün işçisi olduklarını yazarsak anlatılmak istenen daha iyi anlaşılır.
Yazmak sabır isteyen, donanım, yaşanmışlık isteyen nereye varılmak istendiği belli olmayan en garip en gizemli ama en güzel yolculuktur. Şairler ve yazarlar bir yerlere yetişmenin telaşını taşımadan bu yolculuğun belki de taa kendileridir. Şair bu yola koyulurken aslında arkasına sağına soluna kendi gönül penceresinden de bakmayı ihmal etmez. Yakaladığı imgeler ve keşfine çıktığı sırlar onu yaşadığı zamandan, çağdan uzak tutmaz.Buna karşı o yine kendi dünyasının derin imgeleriyle beslenir.Bir şiir panoramasını bu yolculukta bilgi gıdası diye taşır.Onu besleyen hüzündür,yalnızlıktır,bir başınalıktır.Şiirin sırrına ermiş şairler bu yalnızlık,hüzün ve bir başınalık kavramlarını sabırlı bir imge işçisi edasıyla yansıtırlar.Edebiyatla iç içe yaşayan bir aileden gelmek gibidir bu; dil ve izlek açısından farklı bir yol izlemiş ve hüznünden beslenme cömertliğiyle şiirine de ayrı bir anlam katan şairler hayatın da dilini bilenlerdir.Bu yeni bir olgu değil ama kendine benzeyen bir yenilik.Gerçekten şairliği hayat yolculuğu diye benimseyenlerin bütün şiir akımlarıyla sıra dışı bir yakınlığı sezinleniyor ama farklı bir hüzün işçiliği onları daha iyi tanımamızı sağlıyor.Yaşadığı mekan doğduğu mekanlardan uzak olmasına rağmen sanki doğduğu yerdeymiş gibi yazması onun yazarken zaman ve mekandan soyutlanmış halidir.Şiirlerindeki ağır hüzün aslında bir mabed ve sığınaktır kendisi ve okuru için.İçin tasvirini çok çömertçe yapması yaşadıklarıyla yakından ilgilidir şairlerin.Edebiyatta bilinen her uslubu kullanmak imge avcılğı onun şiirinin kendi çığlıklarını ısrımasını da geciktirmemiş yazdıklarında.Şiirleri okunduğu zaman insanın zamandan soyutlanması onun becerisinin de tasviridir.Kıyısında durduğu şiir denizinin püskürttüğü her rüzgara göğüs germesi,hüznü sevinci,acıyı,mutluluğu,burukluğu,yalnızlığı sorgulaması aslında yaşından fazla yaşadıkları anlamına gelir.Kendisini bir nevi kamçılaması doğrusu onun yazmadaki sınırsızlığıdır.Adeta kendisine hesap sormaya eşdeğer tutar bir takım alaşağı olma durumları.
Şairlerin tanrısal bir gücü olduğuna her zaman inanılmıştır.ilk zamanlarda da böyleydi Homerosun tanrısal bir insan gözüyle görüldüğü zamanlarda Platon, Sokrates kılığına girip şairleri aşağılıyordu.İmgeler aynı yola çıkıyordu hep. Gençliğinde şiiri denemiş olan Platon, filozof olduktan sonra şairlere karşı, cahil, aklı yerinde değil, perilerin hizmetçisi, gibi sözlerle sürdürdü aşağılayıcı tutumunu.Şairler kendi şiirlerinde bunu yaparken aslında bir saygının resmini de çizerler. Bu Platonik tutum, tek tanrılı dinlere de hep devam edegeldi. Şairin laneti yeni dönemde de eksik olmadı kendi üzerinden. Modern çağ, şairi, amprist ve pragmatist aklın dışında bir yerde konumlamayı, kendi akılcı sistemi için alınması gerekli bir önlem sayar. Bugün de faydasız kilisenin papazı konumunda, her şeyi pazardaki fayda ve kâr ile ölçen burjuvazi için şair. Halk kitleleriyse ancak isyan ederken çağırdı şiiri imdada.Şair olmayı yakalamış bireyler kendi içinlerindeki evrenlerinin kentlerinde hüküm süren hüzne bir yerde başkaldırır.Yalnızlığı kendi içinde erimek olarak algılar ve kazanmanın yolunun bu iki kavrama karşı savaş açmak olduğunu yaşadıklarından,doğduğu topraklardan öğrenır.İçindeki buğulu söz ve zamanın kederli sözleriyle kendisini şiir olarak yeni baştan inşaa eder. Ama şair, kavrama karşı yenik zamanlarını da kendi bakışıyla işlemeyi fikir kabul eder. Duygu işçileri romantik dönemleri de öne çıkarır bu zengin tema içinde.Filozoflar, mesela Giambattista Vico gibi ender bulunur tarihçiler ve elbette şairler, şiirin kötülükler karşısında nasıl bir devrimci gücü olduğunu anlamaya ve anlatmaya yoğunlaştılar.Şair,kendi şiirinde hüzne karşı bir devrim kazanmayı da bilir.
Duygu işçiliğini meslek edinenlerde yani şairlerde ulvi bir aşk,tanrısal gücün belleğine bir damla olarak düşer.Şımarık ruh halleri yok fikirlerin gövdesinde sıkı sıkı tutanmayı bilirler.Ukalalıktan,popüler olmaktan ama ışığını iyi yansıtan bir yeniliğin de sahibidirler.
Gereksiz bir entelektüelizm, zorlama bir kavramlaştırma çabası, yer yer zihinsel savrukluk ya da aşırılaştırma tutumu yok.İmge çöplükçülüğünü ısrarla reddederler.Bir gün X ertesi gün Y ya da bir sonraki gün alfabenin herhangi bir yerinde değil,durduğu yerde alfabenin ruhunu,genetiğini bilendir.Okunan şiirleri bu yüzden hüzünlü ama zarif bir dünyanın içine çekiyor insanı.
Şair bir iç dünya işçisidir. Hüznün resmidir yaptığı çoğu şey.Ama bilinçli bir devrimcidir.Sevgi devrimcisidir,aşk devrimcisidir,his devrimcisidir,toplum devrimcisidir.Onun şiirsel devrimciliği evreninin ve evrenin karış karış tanımı ve yeniye açılma yoludur.Şiirindeki dilin samimiyeti okuru sıkmamasıyla kendini ele veriyor şairlerin.Yazdıkları her şiir bir katar andırır.Birbirinden bağımsız değil yazdıkları.Bu,ilk yazdığı ile son yazacağının aslında birbirini tamamlama öyküsüdür.Yazdığı şiirlerde kendisinin yalnızlık kraliçeliğini/krallığını eski zamanın harmonisi gibi sunması şiiri ve his atlasını iyi tanımasıdır.Şiiri iyi tanımak,sıkmayan şiir yazabilmektir.Ama bunu başaran pek fazla şair yok.Bu anlamda,bugün daha çok şiir ağaları ya da şiir oruspuları var,diyebilirim.Yüzün yalın şiire dönmüş şairin hüzün ve yalnızlığı bilgidir ve geçmişten kopup gelen bir çığlığıdır.Şairin yolculuğu bazı şiirlerinde kendisine doğru kaçış anlamına gelse de hüzünü vurgulamadaki ısrarı onu kendisinden sayması sabrıdır.Duygusal bütün algılarında kendini kendi yalnızlığında çekip çıkarması kendisi ve şiiri içinde saklı sırları keşfetmesidir.Gerçek şair demek için bir çok nedenimin olduğu şairler şiirlerinin kendisine özgü bir sözlüğününü de yaratmış olurlar.Onun tanrısal büyüsü de bu olsa gerek.Kavramlar ona karşı nasıl çömert ise o da her şekil verdiği cümleye cömertçe yaklaşıp içi boş,dışı kabarık şiir yazmaktan kendisini ayırmasını bilir.Gülüp çoştuğunu sandığımız bazı şiirlerde aslında kendisine gömülmüş bir başkaldırı oluveriyor aynı şairler.Yaralı zamanlarında hep güçlü düşünüş onlarda vaygeçilmez kuraldır.Kendisini şiir ağası olmaktan kurtarmış şairin şiirde biçim kendisini aşmış,ustaca biçim verdikleri şiirleri içerik olarak canlı bir kent gibidir.Şiirinin sokaklarında geziyorsunuz zaman zaman.Anlamlardan inşaa ettiği şiirden kentlerinin her girişi ve çıkışı size her kavramın ve temanın aslında suetini de gösteriyorsa bu farklılıktır.Gerçek bir şair okunuyor demektir.Yazdıkları birer canlı gibi belleğinizi meşgul etmesi bundandır.Şair sadece yazmaz,bilgi atlasıdır da.Yaratıcılığı da bu aslında.Anlam karmaşasından uzak kalmak şiir ağası olmayı reddetmiş gerçek bir şair için kural ve ısrarlı bir tavırdır.Yazarken derin düşünürlüğün gölgesini şiirlerinin her yanında görmek için sadece okumak yetiyor.Bu onun şiirde farklı olmasının bu anlamda arayışının betimidir.Okurla kendi arasındaki duygu köprüsünün sağlam temelleri de bu noktada atılıyor.
Bir de şiir ağaları vardır.Buna örnek bir sürü isim sayabilirim.Yukarı da yazdıklarımızın tam tesidirler ve bunu yaşam biçimi haline getirirler.kendilerini birilerine beğendirmek için yapmadık şaklabanlık bırakmazlar.Yazdıkları ile davranışları arasında uyumsuzluk ölçüdür.Kafelerde masa başlarında herkese veriştirirler.’’Sığındıkları yolgeçen hanı durakları,benim de şiirlerim var,’’ demektir.Aslında onların ki düz yazı sahteciliğidir.Şiir ağalığı onlara göre bir mevkidir.Böyle megolomanların kendileri de silik olduklarının farkında olmaları da vahim.Hele bir de her yıl bir ideolojiye tapınmayı kural haline getirmeleri yok mu,bu durumda komediyen Cem Yılmaz’dan daha da komik durumlara düşerler.Cem Yılmaz’ın yaptığı sanattır,onların ki ise şiir ağalığı.Şiir ağalarına bu şiir ağalığı ismi çok yakıştı ve onları yeterince anlattığına inandığım için bu tip zavallılardan söz ederek şiirin ruhunu daha fazla incetmeyelim.Ahmet Haşim’in dediği gibi; özetle şiir, peygamberlerin sözleri gibi, çeşitli yorumlara elverişli bir anlam genişliği taşımalı. Bir şiirin anlamı başka bir anlam olmaya elverişli oldukça, her okuyan ona kendi yaşamında anlamını verebilir ve böylece şiir, şairlerle insanlar arasında ortak bir duygulanma dili olmak aşamasına erişebilir. En zengin, en derin, ve en etkileyici şiir herkesin istediği biçimde anlayacağı ve bundan dolayı sonsuz duyarlıkları kapsayabilecek bir genişlikte olandır. Sınırlı ve tek bir anlamın çemberi içinde sıkışıp kalan şiir, sınırı beşeri duygulanmaların mahşerini çeviren o belirsiz ve akıcı şiirin yanında nedir?
Sevgi ve dostlukla
Zeki NurçinKayıt Tarihi : 6.3.2012 06:37:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
---
Çok güzel şiiri anlatan yazınız teşekkürler ...ellerinize duyarlı yüreğinize sağlık...
tam puanla
TÜM YORUMLAR (2)