Big Bengde Var Olmak 2 Şiiri - Bayram Kaya

Bayram Kaya
2924

ŞİİR


13

TAKİPÇİ

Big Bengde Var Olmak 2

Bu kadar sıcaklık, yaşam bulacak parçacıkların, her biri için; farklı eşik sıcaklarına doğru gidecek ortam durumlar yaratmağa, yeterince soğuk bir sıcaklıktı. Bunlar akıl almaz zamanlar ve akıl almaz süreçlerdi. Bu sıcaklık yüksek enerjili parçacıkların (YEP'lerin) yaratılışında yepyeni süreçleri tetikleyecekti. Aynı zamanda da yep'lerin yaratılışlarında, bir azalmanın nedeni olacaktı. Yaratılan parçacık sayısındaki azalmaya karşın, daha çoğu yok olmaya başladı. Bu ortamdaki YEP’lerin yaratılışı bir kendi kendini organize ediliştir. Yani kendi kendini otomatikman düzenleyişidir.

Bu yok oluşlarla ortaya, tekrardan çıkan enerji, evrenin soğumasını yavaşlattı. Tabii ki geçici olarak Urey efekti gibi, kendini başlatıp, durduran, dengeleyip tetikleyen, yeni mekanizma süreçler ortaya koyan bir oluştu bu. Yavaştan da olsa soğuma, biraz daha uzun zamana yayılarak sürecekti. İlk üç dakikanın (180 saniyenin) sonuna gelindiğinde, sıcaklık bir milyar dereceye düşecekti.

Eh artık evren, proton ve nötron gibi ağır parçacıkların birleşmesine ve bol bol karmaşık çekirdek yapılaşmasına, izin verecekti. Çekirdeklerin oluşması için, ortam bir hayli serindir. Bu macera da bir başka güzeldir. Yinede bir milyar derece gibi bir sıcaklıktan bahis ettiğimizi unutmayınız. Evren, bizi süreçleşecek yapıları pişirmişti!

İlk çekirdeğin oluşması ağır hidrojen olan 1 proton ve bir nötrondan ibaret, hafif döteryum çekirdeğidir. Ama ortada hala atom yoktur. Yoğunluk bile hala yeterince yüksekti. Suyun yoğunluğundan biraz azdı. Bu aşamada dahi, hafif çekirdekler bir araya gelip, daha kararlı olan 2 proton ve 2 nötrondan oluşan, biraz daha ağır helyum çekirdeğini oluşturmayı dahi başaracaktılar.

Özetlersek, evrenin ilk üç dakikalık uzun ve macera dolu yaşamı; hem oluş esrarengiz durumlar içermekte (bilinmeye muhtaçlıklar) , hem; hayli ilginçti. İlk bir saniyenin çok uzun bir bölümü yani bir saniyenin yüzde birlik kısmının on binde biri gibi anlar bilinememekte ancak, İlk bir saniyenin yüzde ikilik kısmından eminiz. İlk bir saniyeyi; 1/100 saniye, 10 da bir saniye bölümleriyle, ilk bir saniyenin, sonu hakkında konuşabilmekteyiz. Bunlara ilişkin kimi kuram deneyleri geliştirilmiştir.

İlk üç dakikanın bilinmesi, bilim âleminde yaygın bir, düşünce yoğunlaşması emek sarfı olmuştur. Artık big beng dendi mi, ilk üç saniyenin şiddet ve dehşeti hafızalarda canlandırılır olmaktadır. İlk üç dakikanın sonuna gelindiğinde, özellikle Steven Weinberg ve bilim çevreleri; evrenin fotoğraf içeriğini şöyle görürler: Kozmik çorbanın içeriği; çoğunlukla ışık; nötironolar ve karşı nötrinolardan oluşmaktaydı. Hala az miktar da olsa, oluşmuş çekirdek maddesi de vardı. Bu çekirdek maddesi % 73 hidrojen ve % 27 helyum çekirdek maddesi ile elektron pozitron yok olması döneminde arta kalan, az sayıda elektron gibi parçacıklardı; evrenin kozmik çorbası. Yine de çekirdek parçacıkları birleşeni olan proton ve nötron; atomu oluşturabilmek için, elektronu yakalayıp, bir elektron bulutu ile çevrelenen atom tanımlı yapıyı ortaya çıkaramamıştı. Çünkü ortamın mevcut basıncı buna engel oluyordu. Ortam o denli daha soğuyamamıştı hala.

Maddenin giderek ve hızla birbirinden uzaklaşması iki durumu ortaya çıkarıyordu. Birincisi halde evreni soğutuyordu. İkinci halde de, yoğunluğu azaltarak, maddenin seyrelmesini sağlıyordu. Bu iki durumda da, parçacıklar rahatlıkla girişim yapar ilişkilenmelerle davranıyorlardı. Parçacıklar ortamın ısıl basıncı ile zorunlu girişim devinmesi içinde oluyorlardı.

Tüm bu hızlı oluş süreçlerine rağmen, evren patlamadan ancak birkaç yüz bin yıl sonra, yani 300 000 ila 500 000 yıl aralığında elektronun çekirdekle birleşmesine izin verecek denli ancak ortam soğuyabilecekti. Böylece ilk kez, bol sayıda hidrojen ve biraz helyum atomları meydana gelecekti.

Öyle ise ilk atom yapıları, big bengden; en az üç yüz bin yıl sonra meydana gelebilir olacaktı. Bu oluşma maddeleri, hidrojen ve helyum gaz maddeleridir. Zaman içinde hidrojen ve helyumun gaz kütlesel (graviton) çekim kuvvetleri bu iki gazı kendi içine çökertecekti. Bu gravitonun çevresinde yarattığı çekim burgaç salınışlarıyla da bir iyi topaklanacaktılar. Sonrada bunlar yoğunlaşarak gök adaları oluşturacaktı.

Yani yıldız atarcalarını (nabız atışını) sağlayacak, yapı taşları olacak olan, hidrojen ve helyumun çekirdek malzemesi olan elektron, daha ilk üç dakikanın sonunda, hazır olmuştu. Evrenin evrimine uzanacak yolun daha başında, hazırda, el altında durup duruyordu.

Standart modelin bir sıkıntısı, parçacıkların kütle kazanmaması durumunu öngörmesi idi. Açıktı ki maddenin kütlesi vardı Bu bir paradokstu. İkinci olaraktan da, ilk yüzde birlik saniye içindeki, her bir, bir milyar YEP sayısına karşılık olan, 1 proton ve 1 nötron sayısıdır. Bunlar standart modelin sınırlılık ve düzeltilmeye muhtaç yanlarıydı.

Tesadüf dediğimizde, bir başka alana ait olan başka zorunlulukların, günlük yaşantımızdaki payı, açıkça yadsınamayacak denli çoktur. Bunlardan biride, arka alan ışımasında gerçekleşen tesadüftür.

Bell laboratuarlarına ait çanak antenlerde bir sorun vardı. Çanak antenindeki garip, ama olması gerekenden oldukça fazla, hava ve mevsim şartlarına göre değişmeyen, her yönden, aynı şiddette beliren bir ışınım vardı. Neydi bu mikrodalga ışınımı? O güne kadar ne cevabı verilmişti, ne de öngörüsü yapılmamış, bir gariplikti. Bu soru radyo astronomların kafalarını bir hayli kemiriyordu.

1964 yılı baharıydı. Bir alana ilişkin radyo sinyallerini toplamakla görevli iki mühendis, iyice şaşkındılar. Bu her yönden, aynı miktar olarak gelen ama istenmeyen ışınım (parazit) ne olabilirdi ki? Meteorolojik karışmalar, transistor çığlaşması, uzayın derinliklerinden vaki olabilecek parazit al dediğimiz ışınımlar, antenin metalik karışmaları gibi tüm olasılıklar düşünüldü, çalışıldı. Hiçbir şey değişmiyordu. Parazit ışımanın kaynağı bulunamıyordu.

Yuva yapmış güvercinler ve onların izole eden yansıtıcı kirletmeleri, şu bu, bir iyi temizlenip gözden geçirildi. Ama nafileydi. Anten indüklemesi soğuk yük denen düzenekte 3 Kelvinlik mikrodalga gürültüsünü açıklayamıyorlardı.

1965 Martı sıralarında başka alanda, başka yerde, kuramsal olarak hesaplanan ama pratikte hiç ölçülüp bir türlü bulunamayan “”arka alan ışıması”” araştıran ekip; Panzias ve Wilson'un Bell mühendislerinin yayınladıkları bu ışımaya ilişkin mütevazi yayınlarını okuduklarında şaşkınlıktan küçük dillerini yutacaklardı. A, a...yıllardır aradıkları şey karşılarındaydı! Tam da öngördükleri gibi idi. Ve bu umutla aradıkları, bir başka alanda da, istenmeyen bir parazit olarak durup duruyordu.

Sistemlerin kendi kendini organizesi, kendi kendini düzenlemesi devrededir. Kendisinin bir kısım enerjisi, kendi durumsalı ile farklılaşan ve hemen burnunun dibindeki çevrede, yine kendisine bir etki idi. Yani enerjiyi, tekrardan kendi üzerine indükleyen ve indüklenen, bir yapı gibi; girişimsel etkileşmeleri oluyordu. Sonuç olarak, her yansıyan özellik ve durumlarının, geri kendi üzerilerine, kendilerinden etkiyen bir ilişkidir. Eylemin kendi üzerine zorunlulukla dönmesi, ortaya yeni ilişki ağlarını koymayı sağlayacaktı. Bunlar bir başlangıç koşulu olmayıp; O dengenin korunması idi.

Erken evrenin özelliklerinden biride, var oluşun ilk birkaç dakikasında, şiddetli ışınımlarından bir arka alan ışıması var etmesi kuramı idi. Bunlar her tür dalga boyundaki elektromanyetik dalgalardı.

Bu arka alan ışıması olmasa idi, evren şimdi daha ağır metallerden olurdu. Ve şimdikinden farklı bambaşka biçimlerde; tanımlayamayacağımız, asla bilemeyeceğimiz görünümde olurdu. Bu geri ışıma olmasa idi, hidrojenin büyük bir bölümü, çok hızlı pişer ve ağır elementlere dönüşürdü ve bu günkü gördüğümüz evrendeki yaklaşık 3 te 2 lik hidrojen oranı Hiçbir zaman olamazdı.

Ancak, çok kısa dalga boylarında, çok korkunç ve yüksek bir eş değer sıcaklığa sahip ışınımla evren dolu olursa, bu çok hızlı çekirdek pişmesi, önlenebilirdi. Çünkü ancak böyle bir kısa dalga boylu ışımalar; oluşturdukları çekirdekleri de aynı anda ve aynı hızda; gerisin geriye parçalayıp dağıtıyor olmalıydı. Buda oluşumun kendi üzerine kendi yansıması idi.

Sürecek

a href='http://www.ozgurlukicin.com' target='_blank'img border='0' alt='Pardus... Özgürlük İçin...' title='Pardus... Özgürlük İçin...' src='http://www.pardus.org.tr/banner/bts01.png'/a

Bayram Kaya
Kayıt Tarihi : 13.9.2008 13:52:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Mehmet Çoban
    Mehmet Çoban

    Bilim hızla Allah'ın yarattığı varlıklar ve ilişkilerinin sırrını çözme yolunda ilerliyor.

    Ne var ki, en ufak bir dengesizlik veya tedbirsizliğinde başımıza konkunç belalar açacağı muhakkaktır.

    Tarih bize göstermiştir ki, her gelişme kendi sorunuyla birlikte gelmiştir.

    Gelişmelerin çıkaracağı sorunları hesaplamadan ortaya konanlar insanlığın geleceği için büyük sorun olacaktır.

    Bu kansorejen içermeyen gıdalar bulamıyoruz. Bu yıl kabak + karbuz kırması karpuzlar ortalığı sardı. Belki de yarın, çocuklarımız, elmayı, armudu, üzümü, karpuzu, kavunu tanımayacaklar. Atalarından, atalarının yazdıklarından, resimlerden bunları tanımak zorunda kalacaklar.

    Peki kansorajen içeren gıdalar o nesilleri nasıl etkileyecek..

    Peki, bin beng'teki patlamalarla elde edilen sonuçlar, güçlü devletlerin eline ne tür silahlar verecek?

    Elde edilecek silahlarla insanlığın köleleştirilmesi ne boyutlara varacak?

    İnsanın özgürlük kavramları ne olacak?

    Avrupanın yaptığı her şeye ağzı sulanarak bakanlar, insanlığın doğal yaşamına vurulan darbelerin nelere mal olacağını hiç düşünüyorlar mı?

    Vesaire, vesarie.....

    Şöyle veya böyle yaşamını sürdürüp bir gün ölecek olan insanın, yaşamdaki gayesi huzuru, mutluluğu, dinginliği bulmaktan başka ne olabilir ki?

    Hayır ölümü yeneceğiz demenin artık ölmeyeceğiz demenin vurguları yapılan dünyamızda, acaba kimler ölmemek için sıraya girerken, dünya nüfusunu azaltmak için neler yapılacak?

    Vesaire, vesaire....

    Bin beng

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Bayram Kaya