Babamın büyük tutkusu haline gelmişti Gaziantep'in Umum Gazeteler Bayii olmak. Bu hevesinin peşinde uzun çabalar gösterdi. Sonunda Mehmet Özergin’den devraldı bu işi. Devraldığımız şey sadece “Gazeteler Umum Bayiliği” değildi. Bence daha da değerlisi Yivili’ydi.
Özergin, bayiliği bize aktarınca, baş gezgin satıcısı Yivili de ister istemez bize geldi.
Okur yazarlığı olmayan ama Gaziantep’teki tüm gezgin gazete satıcılarının toplam sattığı kadar gazete satabilen bir gezgin satıcıydı o.
Okuma yazması yoktu. Zaman içinde başlıklarına bakarak öğrenmişti gazetelerin, dergilerin adını. Bunca gazeteyi kime, nasıl satardı şaşardık.
Dergilerin çoğunu genelevde tükettiğini öğrenince gizinin bir bölümü çözülür gibi olmuştu.
Ben bu adı bir yerlerden biliyordum. Ben Yivili’yi sanki çok önceleri de tanıyordum. Ama “Nereden nereden? ..” derken bulup çıkarttım.
O, 'Hayat Evi' Eblehan’dayken, bir hayat kadınına aşık olmuştu. Adı Pembe’ydi kadının. Pembe, “Hep Ağlattın Öyle Onu” öykülerimdeki Eblehan’da tuhafiyecilik yapan “olmayan amcam”ın sıkı arkadaşıydı. İkisi bir araya gelince dertleşip dururlardı uzun uzun. Daha doğrusu Pembe dertlerini anlatır durur, amcamsa hep dinlerdi.
Sonunda ne amcama, ne de Yivili’ye yâr olabilmişti Pembe kadın...
Kimi zaman ağzını arar olmuştum bu etkin gezgin satıcımızın. Ama o bir sözcük bile kaçırmamıştı ağzından Eblahan’a, Pembe’ye değgin.
Yalnızca bir yazarın gözünden kaçamayacak olan, “bakışlarının hüzüne dönüşünü” görecektim, her anılışında Pembe adının.
Sanırım Yivili'yi ancak o öykü anlatabilir size.
“...Dükkanımızın 50 metre kadar uzağında “Hayat Evi” vardı. Buradaki kokulu kadınlara ojeler, rujlar, kilotlar satacaktık.
...Sonraki günlerde de geldi o kadınlar. Hep bir şeyler aldılar. İçeriye girer girmez ilk işleri bana saldırmak oluyordu. Sağımı solumu mıncıklıyor, beni kollarının arasına alıp sarıyorlardı. Yanaklarımda dudak boyalarının izlerini bırakıyor, başımı memelerinin arasına gömüp soluğumu kesiyorlardı.
Hele adı Pembe olanı, sevmekten öldürürdü beni. Küçük bedenimi öyle çok örselerdi ki, ağlamaya başlardım sonunda.
“Ne ağlıyorsun kerata! ” derdi Amcam beni yalancıktan azarlayarak. “Keşke beni kucaklasa, beni sarsa, beni öpse böyle...”
Gönlümü almak için, çantasından çıkardığı renkli kağıt şekerlerden verirdi Pembe. Vermeden önce şekeri avcunda saklar, sorardı:
“Bil bakalım avcumda ne var Can çocuk? Eğer avcumdakinin şeker olduğunu bilirsen, o senindir! ”
İstemezdim onun şekerini. Omuzlarımı kaldırırdım.
“Bilemez bilemez! ” diye beni kışkırtırdı Amcam. “Can yeğen Pembe’nin avcundakinin şeker olduğunu bilemez! ..”
“Biliyorum işte! ” diye katılırdım onların oyununa.
...Pembe’nin işini gücünü bırakıp sık sık dükkanımıza gelmesine, Amcam’la saatlerce söyleşmesine çok bozulan biri daha vardı. Tolalı Fehime...
”Hayat Evi”ndeki bir çok kadının patronudur Tolalı. Kızlar Ana, der ona. Her seferinde, geniş etekliğinin cebindeki markaları şıngırdata şıngırdata, öfkeyle, yel gibi dolardı Zafer Pazarı’na. Ne çok isterdim onun cebindeki şıngırdayan markalarla oynamayı...
“Kız, sen burada mısın yine arsız! ” diye bağırır, ağzına geleni söylerdi Pembe’ye. “Kız hiç utanma arlanma yok mu sende? Kapıda müşterilerin kuyruk olmuş, elleri önlerinde seni bekler, sense burada havanda su döversin...”
“Yere batsın müşteriler! ” diye baş kaldırırdı Pembe. Günde 15 saat altlarına yatıyoruz, yetmiyor mu! Şurada beş dakika çene çalmaya hakkım yok mu! . Benimki can değil mi! ..” Ağlamaya başlardı. Üzülürdüm. Amcam araya girerdi.
“Haydi, artık işine dön Pembe...” derdi sevecen bir sesle, okşar gibi, yatıştırmaya çalışarak onu.
“Dönmeyeceğim işte! ” diye diklenirdi Pembe.
“Dönme de görelim! ” diye göz ayırır, eteğini sallaya sallaya, geldiği gibi oradan ırardı Tolalı Fehime.
“Cinini tepesine çıkartma şu deli karının...” diye üstelerdi Amcam. Hıçkırırdı Pembe.
“Bir gün başımı alıp kaçacağım vallahi...” Çantasından ipek mendilini çıkartır göz yaşlarını kurulardı. “Gitmeyeceğim...”
“Gitmeyip de ne yapacaksın? Başka umarın mı var? ”
Her seferinde verecek yanıt bulamaz, susardı. Sonra da usulca ayrılırdı yanımızdan.
Bu kez öyle yapmadı. Gözleri ışık ışıktı.
“Var...” diye fısıldadı, bir gizini açıklamaya hazırcasına. “Bir umarım var! ..” Yaşlı gözlerinin bebekleri gülüyordu.
“Neymiş bakalım umarın? ”
Yivili adında bir gazete satıcısından söz etti Pembe. Kaba saba, ufak tefek biriydi ama altın gibi yüreği vardı adamın. Ali Dayı, Karagöz, Ayna, Harman gazeteleri, Yıldız, Hayat, Radyo Haftası, Peri dergileri satardı. Çarşıda, Keranede... Tapıyormuş kendine. “Öl” dese ölürmüş yoluna. Her gün gelirmiş. Evlenmeyi önermiş. Onu alıp uzaklara götürmeyi... Bir türlü “Olur” diyememiş bugüne dek Pembe. Gözerine bakar dururmuş Yivili. Karşılıklı ağlaşırlarmış uzun uzun. Sonra da görüşme parasını verir, buna ilişmeden çıkar gidermiş.
Anlatılanlar pek çekici gelmemişti Amcam’a. Dudak büktü.
“Tanırım onu...” dedi. Ben de ondan alırım gazetelerimi. İyi çocuktur, bilirim. Ne ki, çulsuzun tekidir. Sattıklarının tümü kazanç olsa neye yarar? Bu kadarcık gelirle ev mi geçindirilir? Bir süre sonra yokluk yoksulluk çalar kapınızı. Çok para kazanmaya alışmışsın sen. Biriktirdiklerin kısa zamanda erir buz gibi. Sonra da o alır Tolalı’nın yerini. Yo yo, sen böyle züğürt biriyle edemezsin.
“Ah Zafer, aaah! ” diye derin bir iç çekti Pembe. Sen bizim içimizdeki yangını bilemezsin. Para pul umurumuzda değildir. Hepimiz bir gün bu bataktan kurtulmanın ateşiyle yanarız. Bir erkeğin kanatlarının altına sığınmanın özlemiyle kavruluruz. Bir koca olsun da çamurdan olsun. Katlanırım her türlü yokluğuna. Akşamları evine kuru soğanla ekmek getirsin yeter. Varsın dudaklarım rujsuz, tırnaklarım ojesiz, saçlarım boyasız olsun. Yeter ki, ‘benim! ’ diyebileceğim bir yuvam olsun.”
“Tamam, oldu, diyelim. Elini eteğini çektin bu yaşamdan. Evinin, adamının kadını oldun. Sonra? .. Bir gün yine karşına çıkmayacak mı altına yattığın heriflerden birileri? Gene sana ilişmek istemeyecekler mi? Sen ne denli direnirsen diren, onlar bırakacaklar mı peşini? Hem kendi başını, hem kocanınkini derde sokacaksın. Sen ne denli namuslu yaşarsan yaşa, kocanın içini kemiren bir kurt olacak hep. O, bir zamanlar orospu olduğunu düşünecek hep. ‘Alışkındır bu. Acaba gene düşüp kalkıyor mu başka erkeklerle? ..’ diye geçirecek aklından. Tartışmalarınız, kavgalarınız olacak. Başına kakacak orospuluğunu sık sık. Belki dayak yiyeceksin... Ağlayacaksın. Pişman olacaksın... Özleyeceksin keraneyi...”
“Özlemem. Pişman olmam. Yivili sandığın gibi biri değil. Katlanırım her şeye.”
Bir hüzün çökmüştü Amcam’ın gözlerine. Sanki Pembe hemen o gece gelin olacakmış, gezici gazete satıcısının ak atının ardına atlayıp uzaklara gidecekmiş gibi kaygılara düşmüştü. Boynunu büktü, başını öne eğdi.
Sonunda ne amcama ne de Yiviliye yar oldu Pembe. Hepsini bir yana savurdu zaman.
Ben o güzel, gizemli gezginci gazete satıcısını daha uzun yıllar gördüm. Koltuğunun altında taşınamayacak kadar çok gazete yüklü olarak Suburcu'ndan Almacı Bazarına, Buyday Arasasına doğru, akardı her gün.
'Hürriyet Cumhuriyet, Milliyet! ..'
'Ali Dayı, Boşboğaz, Geveze! ..'
Çok insana çok gazete okututurdu,okur yazarlığı olmayan bu adam.
Şimdi bana bir düş gibi geliyor. Acaba gerçekten yaşamış mıydı Yivili?
Fevzi GünençKayıt Tarihi : 30.6.2009 18:11:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!