Okey oyununun 106 taşla; 51 oyununun 104, pişpiriğin 52 kağıtla oynandığını bilir Kâzım Ermiş. Ama bu oyunlardan hiç birini oynamayı bilmez.
Garson Kâzım dersem tanıyabilirsiniz onu ancak. Ermiş soyadı sizin hiçin hiçbir şey ifade etmez belki de. Çünkü hiç kimse Kazım Ermiş diye çağırmamıştır onu 75 yıllık kahvecilik yaşamı boyunca.
Evet, ömrünün 75 yılı kahvehanelerde geçmiştir Kazım’ın. Ne var ki bir günden bir güne fırsat bulup da iki el oyun oynayabilmiş bir kul değildir. Çünkü onun hayatı hep masalar arasında koşmacalarla geçmiştir.
Camlı Kahve’de başlar uzun yıllar boyunca mesleğine hizmet veren bu emekçinin garsonluk serüveni. Benim 12 yaşlarındayken koltuğumun arasına gazeteleri sıkıştırdığım dönemde o 10 yıllık garsondur artık.
Ben 2 yaşında bebeyken başlamıştır çalışmaya kahvelerde. Taptaze akciğerini sigara katranlarıyla doldurmak pahasına, ekmeğini çıkartmak için aslanın ağzına sokmuştur minik ellerini.
Korka korka girerdim her seferinde o küçük yaşımın yıllarında Camlıkahve’den içeriye. Ama Garson Kazım’ı görünce rahatlardım. Kendisi yirmili yıllarını yaşıyor olmalıydı o zamanlar. Öbürleri gibi azarlamazdı beni.
“Sen mi geldin Necip ağamın oğlu…” diyerek saçlarımı okşardı. “Ne yazıyor bakalım gazeteler? .. İyi havadisler var mı? ”
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta