BGG 059 Nil Kahvesiyle özdeşleşmişti Gar ...

Fevzi Günenç
551

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

BGG 059 Nil Kahvesiyle özdeşleşmişti Garson Kâzım’ın adı (Benim Güzel Gazianteplilerim)

Okey oyununun 106 taşla; 51 oyununun 104, pişpiriğin 52 kağıtla oynandığını bilir Kâzım Ermiş. Ama bu oyunlardan hiç birini oynamayı bilmez.
Garson Kâzım dersem tanıyabilirsiniz onu ancak. Ermiş soyadı sizin hiçin hiçbir şey ifade etmez belki de. Çünkü hiç kimse Kazım Ermiş diye çağırmamıştır onu 75 yıllık kahvecilik yaşamı boyunca.
Evet, ömrünün 75 yılı kahvehanelerde geçmiştir Kazım’ın. Ne var ki bir günden bir güne fırsat bulup da iki el oyun oynayabilmiş bir kul değildir. Çünkü onun hayatı hep masalar arasında koşmacalarla geçmiştir.
Camlı Kahve’de başlar uzun yıllar boyunca mesleğine hizmet veren bu emekçinin garsonluk serüveni. Benim 12 yaşlarındayken koltuğumun arasına gazeteleri sıkıştırdığım dönemde o 10 yıllık garsondur artık.
Ben 2 yaşında bebeyken başlamıştır çalışmaya kahvelerde. Taptaze akciğerini sigara katranlarıyla doldurmak pahasına, ekmeğini çıkartmak için aslanın ağzına sokmuştur minik ellerini.
Korka korka girerdim her seferinde o küçük yaşımın yıllarında Camlıkahve’den içeriye. Ama Garson Kazım’ı görünce rahatlardım. Kendisi yirmili yıllarını yaşıyor olmalıydı o zamanlar. Öbürleri gibi azarlamazdı beni.
“Sen mi geldin Necip ağamın oğlu…” diyerek saçlarımı okşardı. “Ne yazıyor bakalım gazeteler? .. İyi havadisler var mı? ”
Sorardı ama yanıt beklemeden uzaklaşırdı yanımdan. Çünkü, çay isteyenler, kahve, tömbeki, oyun kağıdı isteyenler çağırıp dururlardı onu.
Camlı Kahveyi de yitirdi Gaziantepliler, Kırkayak kahvesi gibi. Değerli bir düştür biz eskiler için artık orası. Yeniler ise “Camlı Kahve”nin nasıl bir yer olduğunu düşleyemezler bile.
Suburcu Caddesinde, şimdiki Burç Sinemasının olduğu yerdeydi bu kahve. Genişliği tastamam şimdiki Sanayi Odasının İşhanı oylumundaydı. Bütün duvarları camdandı.
Sanki bana müşterileri de oldukça seçkinmiş gibi gelirdi buranın. Sanki resmi daire gibi bir yerdi Camlıkahve. Sanki ütülü pantolon, ütülü gömlekle gelmeyenleri, kravatsız olanları içeriye almazlarmış gibi gelirdi bana.
Bütün bu denetlemeleri yapanın da Garson Kâzım olduğunu düşünürdü o 12 yaşındaki gazete satıcısı çocuk.
O, Camlı Kahvede başlamıştı garsonluğa. Ama siz kendisini hatırlasanız hatırlasanız Eski Nil Kahvesi’nden hatırlarsınız. Tam 30 yıl çalıştı burada. Özdeşleşti adı Nil Kahvesi’yle.
Camlı Kahve ile Nil Kahvesi yıllarının arasında başka kahvelere de emek verdi Kâzım. O nerede çalışırsa, oraya girderdi müşterileri.
Atatürk Bulvarından Eblehan Caddesine çıkışın başında yer alan şimdiki Kristal Otelin yerindeki Kristal Kahvesi’nde de çalıştı. Bir zamanlar şimdiki Büyük Otelin yerindeki bilardolu kahvede, Gülşen Kahvesinde de çalıştı uzun yıllar.
Ama en çok Ülkü Tamer’in babası İpekçi Tahsin’in Değirmisuvak’taki Antep’in ilk gökdeleninin zemin katındaki Nil’de çalıştı. Tam 30 yıl emek verdi buraya. Şimdi “gökdelen” deyince kim bilir kaç katlı bir yapı gelmiştir aklınıza.
Topu topu dört katlıydı bizim gökdelenimiz. Bodrumda düğün, tiyatro, sinema olmaya uygun bir salon vardı. Zeminde Nil Kahvesi. Üstünde iki kat daha…
“Eee? Bunun neresi gökdelen? ” diyorsunuz şimdi siz, biliyorum. Ne yapayım, o zamanlar bu binadan özge yapı yoktu göğe doğru yükselen kentimizde.
Az girip gelmedim ilk gençlik yıllarımda arkadaşım Ülkügilin o evine… Az klasik batı müziği dinlemedik Ülkü’yle… Az şiir okumadı bana…
Yaramazlık yapar ortalığı kırıp dökerdi Ülkünün küçükleri Aykut’la Tankut. Az çocuklaşmadım, az koyboyculuk oynamadım ben de onlarla…
Ateş ederdi en küçükleri Tankut. Yaralanmış gibi kendimi yere atar, kıvranmaya başlardım. Sevinçten hoplayıp Kızılderili çığlıkları atardı en küçük Tamer.
“Vurdum onu, vurdum vurdum! ” diye bağırırdı.
Gaziantep’imizin bu ilk gökdeleninden söz ederken onun yerinin Değirmisuvak’ta olduğunu söyledim demin. “Demirmisuvak” neyin nesi?
Öğretmenevi, Eski Nil Kahvesi, Şehitler Anıtına giden yol ile Tuğcan Oteline giden yol arasında kalan bir bölüm var. Daire biçiminde çevrilmişti o zamanlar…
Trafiğin kolay dönüş yapabilmesi için düzenlenmiş olmalıydı. Değirmisuvak’tı oranın adı. Ortasında yemyeşil çimenler, rengârenk çiçekler olurdu her zaman.
Dahası var… Bu Değirmisuvak’ın altı,Ermeni hamamıymış zamanında. Bıçkın gençler gelip lombozlarından hamamda yıkanan kadınlara bakarlarmış.
Bir kazı yapılsa belki de ortaya çıkarılır bu tarihi yapı. Ama kim yapacak kazıyı? Kentimin o kadar işlek bir yerinde ki… Kalbi gibi bir şey bu dönemeç Gaziantep’imin.
Kâzım’la ilgili bilgilerden bir bölümünü oğlu Hamdi Ermişten Aldım. Sanayide kamyonların kilometre saatlerini onararak ekmek yiyor. Hamdi kardeşimiz şimdi bu yazıyı okurken, “Hani babamı anlatacaktın…” diye sabırsızlanıyordur mutlak.
Öyleyse biz de Gienes Rekorlar kitabına girmeye hak kazanmış olan 75 yıllık garsonumuza dönelim.
Kazım Ermiş 85 yaşında bugün. Bahçelievler’de kiralık bir evde oturuyor. İki şey onun bir ev sahibi olmasını engellemiş bugüne kadar. Çocuklarını büyütüp baş-göz etmesi, bir de 70’lik rakısı…
Dostumuz her şeyinden vazgeçebilirmiş ama rakısından vazgeçemezmiş bir türlü. Kimin aklına gelirdi onun akşamcı olduğu. Çünkü biz onu hep ayık görürdük.
Gece yarısına kadar da çalışırdı. Sabah 09’dan gece 24.00’e kadar. On beş saat… Bu da ayrı bir çalışma rekoru…
Düşünebiliyor musunuz, bir insan 75 yılx365 günx15 saat hiç bir zaman tatil yapmadan hep ayakta çalışıyor. Ama yine de bir ev sahibi olamıyor ülkemde.
Üçü erkek, ikisi kız beş çocuğu var. Bunları büyütmek, evlendirmek az şey mi bir garson yevmiyesiyle?
Canım Kâzım ağabeyim… Öylesine de yokluk yoksulluk içinde geçmiş ki çocukluğu. Beş yaşındayken babasını yitirmiş, yetim kalmış.
Fedakar annesi, kendisiyle birlikte dört kardeşini daha el işçiliği yaparak büyütmüş. Ah, onun, o 10 yaşındaki garson yamağı çocuğun da katkısı olmuş tabii bu arada aile bütçesine.
Camlıkahve’de belki yalınayak, masalar arasında boş bardakları, küllükleri toplamak için, müşterilere bardak bardak içme suyu taşımak için koşarak…
Kim bilir kaç kez söndürülmemiş sigara izmaritlerine basmıştır, acıyla kıvranmıştır. Tabanları yanık yanık kalmıştır bu nedenle...
Oğullarından Hamdi’yle, öbür ikisi, arada bir peşine takılıp çalıştığı işyerlerine gelmek istemişler zaman zaman. Kâzım izin vermemiştir buna.
“Küçücük çocuklarının, taptaze akciğerleri nikotinle ziftlenmesin” diye mi? Belki evet ama en çok da, “görüp benimsemesinler, çocuklarım da garson olmasınlar; benim gibi bu zorlu işe katlanmak zorunda kalmasınlar” diye…
Gel sen bir mesleğe 75 yıl emek ver. Çalıştığın yılların sigortalı gün sayısı emekliliğine yetmesin… Oysa bu süre içinde bir insan dört kez emekliye ayrılabilirdi.
Neyse ki tam 5 yıl askerlik yapmıştı. Askerliğini emekten saydırabildi de emekliye ayrılabildi babalarımızın, bizim, çocuklarımızın belki torunlarımızın da garsonu olarak dört kuşağa çay kahve taşıyan Kazım Ermiş.
Artık kimseye çay kahve taşımıyor. Canı kadar sevdiği, çocuklarının anası veriyor artık kendisine bu hizmeti.
Bugünlerde 88 yaşına girecek. Daha nice yılları devirirsin umarım Sevgili garson Kâzım ağabey!

Fevzi Günenç
Kayıt Tarihi : 28.6.2009 00:22:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Fevzi Günenç