051
Küçük avuntulardan büyük mutluluklar çıkartmanın ustaydı Süleyman Yeşilova
Süleyman Yeşilova, Suburcu caddesinin en eskilerindendi. Kırtasiyecilik yapardı. Kırtasiyeciydi ama levhasında ”Yeşilova Yayınevi” diye yazardı. Dükkânı, bizim gazeteci-kitapçı dükkânımızın az ilerisindeydi.
Sık sık köşedeki postaneye gitmem gerektiğinden, bu kırtasiyecinin önünden geçerdim. Geçerken beni büyüleyen vitrinine bakar kalırdım uzunca...
Orta boyluydu. Hep gülen bir yüzü vardı Süleyman Yeşilova’nın. Ona “amca” diye seslenirdim. Babam yaşındaydı. Amcam kadar çok severdim kendisini. O da ayırımındaydı bunun. Bu nedenle kendisi de esirgemezdi sevgisini benden.
Yaşamımda çok önemli etkileri olmuştur Süleyman amcanın. İnsanın, yazdıklarını kitaba dönüştürmenin ne keyifli şey olduğuna ilk kez bu güzel insandan öğrendim.
O, her şeyi anlayışla karşılayan, sevecen, hep gülümseyen bir insandı. Ben kırtasiyeci diyorum ya, dükkânı kırtasiyeci miydi, tuhafiyeci miydi, yayınevi miydi kolayca anlayamazdınız.
Ben de anlayamamıştım ilk başta. Her şeyden biraz vardı Yeşilova’nın dükkânında da onun için.
En çok dikkatimi çeken şey onun teksir makinesiyle çoğalttığı kendi yaratısı olan ve minik kitapçıklardan oluşan yayınlarıydı.
Dolmakaleminde her zaman yeşil mürekkep olan, yazılarını o yeşil mürekkeple yazar, imzasını yine o yeşil mürekkepli kalemle atardı.
Kitaplarını hep yeşil renkte basan Süleyman Yeşilova’nın yayınlarından ilkinin kapağında şu yazılar yer alıyordu:
Güftesi, notasıyla Türk Musikisi
ŞARKILAR KİTABI No. 1
AHESTE ÇEK KÜREKLERİ
MEHTAP UYANMASIN
Güfte: Yahya Kemal Beyatlı
Beste: Münir Nurettin Selçuk
Yayımlayan: Süleyman Yeşilova
YEŞİLOVA YAYINEVİ
Suburcu Caddesi No. 15
GAZİANTEP
Vitrininde ikinci, üçüncü, onuncu, yirminci kitaplar yan yana sıralanmıştı Yeşilova’nın.
BİZ ÇAMLICADA HER GECE MEHTABA ÇIKARDIK...
BU AKŞAM GÜN BATARKEN GEL...
ÜSKÜDAR’A GİDER İKEN...
BİR BAHAR AKŞAMI RASATLADIM SANA...
Kimi zaman vitrinin önüde durur, uzun uzun bakardım onlara, keyifle...
Birlikte çalıştığımız da oldu. Babamın bir meslek sahibi olmam konusundaki tutkusu sonucu bana ciltçilik öğretmişti Gaziantep’in bu ilk yayıncısı.
Beni bir çocuk gibi görmezdi ustam. Eli iş görür, dili bal akıtırdı. İlk ondan dinlemiştim ‘Bir Bahar Akşamı Rastladım Sana’ şarkısının öyküsünü.
‘Bir edebiyat öğretmeni Anadolu’da bir kente atanır. Rastlantı bu ya, kente ayak bastığı gece bir baloya davet edilmiştir. Baloda 17-18 yaşlarında bir kız görmüş, ona vurulmuştur. Bütün gece gözlerini ondan ayıramayan öğretmen, gece uyuyuncaya dek onu düşlemiş, rüyasında da onu görmüştür. Bir yıldırım aşkıdır bu.
Ertesi sabah okuluna yollanıp girdiği ilk dersinde aynı kız karşısına öğrencisi olarak çıkmasın mı! .. Edebiyat öğretmeni akşam evine döndüğünde oturur, o ünlü şarkının sözlerini yazar:
“Bir bahar akşamı rastladım sana/Sevinçli bir telâş içindeydiniz/Derinden bakınca gözlerinize /Neden başınızı öne eğdiniz.//İçimde uyanan eski bir arzu/Dedi ki yıllardır aradığın bu/Şimdi soruyorum büküp boynumu/Daha önceleri neredeydiniz.”
Yeşilova kitapları ciltlerken onları sevmeyi, onlarla konuşmayı de öğretmişti bana.
Cilt işini öğrendikten sonra bütün kitaplarımı ciltlemiştim. Sonra da karşılarına geçip bir nutuk atmıştım onlara.
“Benim her biri, diğerinden daha değerli olan Sevgili Kitaplarım… Sizi ben ciltledim arkadaşlar. Bundan sonra daha sağlıklı yaşayacaksınız, ömrünüz daha uzun olacak. Size bu iyiliği yaptığım için çok sevinçliyim... Ciltsiz bir kitap, giysisiz insana benzer. Ben sizlere cici cici giysiler yaptım. Bana teşekkür etmelisiniz! ”
Kitaplarım gerçekten teşekkür ettiler. Hiç birisi de bir gün olsun, “Beni okuma,” demedi bana.
Süleyman amca’nın bir sorunu vardı. Ellerinin üstünde durmadan sulanan, kaşıntılı yaralar eksik olmazdı. Adının ‘sulu egzama’ olduğunu sonradan öğrendiğim bu rahatsızlığına doktorlar iyileştirici bir merhem öneremiyorlardı.
Bunun ilacını eczacı olmayan bir doğasever bulmuştu. Valilikte Kalem Müdürü ya da Vali Yardımcısı olan A. Kepkep’in verdiği ilaç Yeşilova’nın elindeki yaraları iyileştirmişti. Ne var ki yaralar, aradan on beş gün ya da en fazla bir ay geçtiğinde yeniden kendini göstermeye başlıyorlardı.
Yaşadığı sürece ilaçlarından yarararlandırdı Süleyman Yeşilova’yı A. Kepkep. Ölürken bir miras bırakır gibi bıraktı ilacın formülünü çocuklarına. Onlar da esirgemediler insanları iyileştirmeyi, hayır dua karşılığı.
Ne var ki, egzema denilen bu belâlı yaralar, ömrünün sonuna dek peşini bırakmayacaktı onun. Biriyle tokalaşması gerektiğinde elini uzatamaz, ne yapacağını şaşırırdı.
Yerinde işhanı yapılmak üzere dükkânı yıkılınca, o da belediyeye girdi. Sanırım böylesi daha hayırlı oldu kendisi için. Hiç değilse artık kitapçıklarıyla para kazanıp ev geçindireceğim diye çırpınıp durmayacaktı. Artık belli bir maaşı vardı. Daha da güzeli, emekliye ayrılabilecekti sonunda.
Aradan yıllar geçti. Ben büyüdüm. O yaşlandı. Bedeni kendine ihanet etmemişti. O hâlâ genç görünüyordu ama artık 50’li yaşlardaydı.
Belediyede karşılaştığımızda sormuştum bir gün.
“Burada mutlu görünüyorsun Süleyman amca. Peki, teksir makinenden, o yayınlarından ayrı olduğun için mutsuz değil misin? ”
Her zamanki gibi güzel gülmüştü.
“Teksirimden, yayınlarımdam ayrı olduğumu kim söylüyor? Evimin bir odasını yayınevi yaptım…”
Sevinmiştim.
“Evde buna karışan görüşen olmuyor mu? ” diye sormuştum bu kez.
“Olmaz olurlar mı? ” demişti, gülüşünü yine yüzünden eksiltmeden. “Bizim köroğlu kâğıt, kitap düşmanı. Onunla dalaşmamak için ortalığı kirletmeye özen gösteriyorum. Baskıdan sonra yerlere saçılan ıskarta kağıtları anında topluyor, götürüp çöp kutusuna atıyorum.”
Artık şarkı kitapları yayınlamıyormuş. Çocuk kitapları basıyormuş.
“Ali Baba ile Kırk Haramiler, Pamuk Prenses, Kül Kedisi, Keloğlan…” Bunlardan ek gelir bile sağlıyormuş. Aboneleri varmış. Yirmiye ulaşmış abonelerinin sayısı. Ben yirmi birinci abonesi olmuştum.
Gülüşerek ayrılmıştık.
‘Yaşamının bundan sonraki bölümünü mutluluk içinde geçirdi’ diyebilirim Süleyman Yeşilova için. Çünkü onun için mutlu olmak pek o kadar zor bir iş değildi. Küçük şeylerden büyük mutluluklar çıkartmanın ustasıydı. Emekli oluncaya kadar çalıştı Belediyede.
Gurbete çıkıp da sılaya dönüşlerimde en çok ne yıkıyor beni biliyor musunuz? Geride bıraktığım dostlarımdan bazılarını bulamamak…
Son gelişimde, onun da artık aramızda olmadığını öğrenmek, kolay kabul edilebilir bir haber değildi benim için.
Süleyman Yeşilova’yı ben, eski Yunan Tanrılarından biri gibi düşünmüştüm hep. O, hiç ölmeyecek gibiydi sanki.
Sizce ölmüş müdür, imzasını bile yeşil mürekkepli dolmakalemle atan Yeşilova adındaki güzel amca?
Kayıt Tarihi : 22.6.2009 17:56:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!