050
Su ustası, bilge şair Ahmet Turgut Ozan
90'lı yıllarda İstanbul'da yaşıyordum. 'Kolay İlan' Gazete'sini keşfetmiştim. Yaşlı bir delikanlıydı gazetenin sahibi Vahap Okay.
Turgut Ozan’a geçmeden önce onu tanıtmalıyım size. ATURJET (Turizm Gazetecileri Derneği) kurucusuydu Okan. Ege’de arazileri vardı. Onları parça parça satar, parasıyla ilginç konulu kalın kitaplar yayınlar, parasız dağıtırdı yapıtlarını.
“Kör kızın Aynası”ydı kitaplardan birinin adı. Aynı adı taşıyan bir de öykü vardı kitapta. Şöyle:
“Bir düğün sırasında damattan geline armağan olarak bir ayna gelir. Odaya duvarlar boyunca oturmuş olan konuklar, aynayı elden ele geçirerek ona, daha çok da kendi yüzlerine ilgiyle bakmaktadır.
Bir ara nasılsa ayna ortadan yok olur. “Ayna ne oldu, nereye gitti…” diye tartışılırken kadınlardan biri ipucu verir:
“En son ben baktıydım aynaya. Ben de baktıktan sonra yanımdakine verdim.”
Yanındaki konuk kör bir kızdır. Ama kör kız da aynayla birlikte yok olmuştur. Aranır, taranır tuvalette bulunur kaçak.
Ayıptır yaptığı şey ama yapar işte kadının biri. Eğilip tuvaletin anahtar deliğinden içeriye bakar. Bakmasıyla birlikte fıkırdar. Sırayla deliğe uydurur gözlerini öbürleri. Manzara şudur: Kör kız aynada pür dikkat kendine bakıp durmaktadır.”
Aziz Nesin gibi ünlü yazarlar buluşurlarmış Vahap Okay’ın “Kolay İlan” gazetesinde sık sık. Bir arkadaşımla ilk kez gittiğimde de gözlüklü, kısa boylu, beyaz tenli, güleç yüzlü, yaşlı, sarışın, bir topaklık bir beyefendi vardı içeride. Okay bey, tanıştırdı bizi onunla.
'Sağlık Alemi Dergisi'nin sahibi Samim Akay.”
Biz de kendimizi tanıttık.
Konuşuk sırasında benim Gaziantepli olduğumu anlayınca gözleri sevinçle ışıdı Samim Akay beyin.
'Gerçek Gaziantepli misin sen? ' diye kuşkuyla sordu.
'Evet...' dedim.
'Bak, sana iki kişiyi soracağım Gaziantep’ten... Soracağım bu iki kişiyi tanırsan, anlarım senin öz Gaziantepli olduğunu.'
'Sorun...' dedim gülümseyerek.
'Bir: Ahmet Turgut Ozan'ı tanır mısın? ”
Nasıl tanımazdım… Çocukluğumda babamın gazeteci/kitapçı dükkânını sıkça gelirdi. Her türlü ilerici yayını satın alıp içercesine okurdu. Gazete çıkarttığım yıllarda ziyaretlerini bizden de esirgememişti. Benim Kurtuluş’a, Ortam’a gelinceye dek, farklı yerel gazetelerimizde sık sık şiirleri yayımlanan değerli bir insandı Turgut Ozan.
Şiir ezberlemenin üstesinden gelemem pek. Ne var ki, sevdiğim kimi şiirler de aklımdan çıkmaz. Yeni tanıştığımız bu eski solcu, yeni sağlık dergicisi Akay usta, Ahmet Turgut Ozan’ın söyleyeceğim bir şiirini anımsayabilirse, Gazianteplilik sınavını geçebilecektim. Şiiri okumaya başladım:
'Aydın geçinirsin, cahilsin cahil
Eşek grubuna olursun dahil
İçkiye kumara esirsin gafil
Şu acı haline biraz baksana...'
Samim Akay beyin gözleri ışıl ışıldı.
'Tamam, bildin! Bu şiir onun! Benim çıkarttığım “Vur Abasıza” dergisinde yayınlamıştım. Tanıyorsun Ozan'ı. Hem de iyi tanıyorsun...'
Samim Akay, 1950’li yıllarda “Vur Abasıza” adlı mizah dergisinde zamanın DP hükümetini eleştirir nitelikteki karikatürler, yazılar yayımlardı. Dergi, hükümetçe süresiz olarak kapatılmıştı. Sahibi de hapsedilmişti. O, ilk hapis cezasını Gaziantep’te çekecekti Akay. Bu kentte güzel insanlar tanıma şansını elde ettiği için de mahpusluktan fazlaca yakınmayacaktı.
Ahmet Turgut Ozan'lı söyleşimizi içeren ortak anılarımızı ister istemez dinlemek zorunda kaldı odadakiler. Ama hiç de sızlanıyor görünmüyorlardı dinlerken. Gazianteplilerden birini anlatmayı şöyle sürdüdü O:
'Bu Ahmet Turgut, Gaziantep'e sürgün gönderildiğimde, ilgisini üstümden eksik etmeyen yiğit bir şair, düşün adamıydı. Evinde ne pişirilmişse bana, hapishaneye taşıyan o gerçek Gaziantepli’nin okuduğu şiirin şöyle bir öyküsü var:
'Ozan, o zamanlar Gaziantep'te su ustasıydı. Sucuydu diyorsam evlere eşekle su taşıyan eski sakalardan söz ettiğimi sanmayın. Daha bir güzel bir işti onun suculuğu. Az sonra anlayacaksınız bu suculuğun nasıl bir suculuk olduğunu.
Bir güzel şehirdir Gaziantep ki, bir çok mahallede, evlerin bahçesini dolanan billur gibi içme suları akardı avularının içinden. O zamanlar suyu kirletmenin cezası büyüktü. Suya attığın kirletici şeyi, öbür dünyada kirpiklerinle toplardın.
Kimse böyle bir cazayı göze alamadığından, o güzel suyu hiç kimse kirletmezdi. Kumarcı, içkici angut bir herifin evine nasılsa bir kaç gündür su gelmiyormuş. Bulmuş Ozan'ı, başlamış ona küfretmeye. “Sen benim evimin suyunu nasıl kesersin! ” diye.
Ozan kibar adam, itle çuvala gideceklerden değil. Sesini çıkartmamış, “Suyunu kesen ben değilim” demekle yetinerek oradan uzaklaşmış. Ama içine de batmış yediği hakaretler. Oturup (beni göstererek) bu arkadaşın demin bir dörtlüğünü okuduğu şiiri yazmış, Adama göndermiş.'
Ozan'lı söylemişize son noktayı koydu Samim Akay Bey:
'Gaziantep'e dönünce selamlarımı, sevgilerimi, muhabbetlerimi ilet ona...'
'Üzgünüm...' dedim. 'Bunu yapamam.
Şaşkındı.
'Neden? '
Başımı önüme eğdim.
Anlamıştı ama anlamak istemiyordu.
'Yoksa öldü mü! '
Başımı salladım.
'Yahu daha yaşı ne, başı neydi ki! Bak ben bile yaşıyorum be! .. Oysa ondan epey yaşlıyım.'
Onu on yıl kadar önce, kent içinde hız yapan bir trafik canavarına kurban verdiğimizi söyledim.
Gözpınarlarında iki damla yaş belirdi.
'Toprağı bol olsun...' dedi, hıçkırmamak için kendini zor tutuyordu.
Bir süre daldı. Sonra ikinci sorusunu sordu.
'Necip Bahri'yi tanır mısın? ' dedi. Şaşma sırası bendeydi.
'Babamdır...' deyince de o şaşırdı. Karşılıklı gülmeye başladık.
Meğer babam de onun Gaziantep’teki mahpusluk yıllarında kendisine borç adı altında sık sık maddi yardımlarda bulunmuş. Bir daha adını bile anmamış bunun. Samim Akay bey ise altında kalmamış, mahpusluğu bitince yayımladığı gazete, dergileri gönderip bunların hesabını sormamış babamdan.
Babamdan sonra ben dost olacaktım Samim Akay’la. İstanbullu yıllarımda sık sık bir araya geldik, söyleştik, Gaziantepli yılları andık birlikte. Her buluşmamızda içini çekerek:
'Ahmet Turgut Ozan artık yaşamıyor ha! ' diye sormaktan kendini alamazdı bu vefalı insan.
Samim Akay bey, zamanında oturaklı bir sosyalist gazeteciymiş. Çıkarttığı mizah dergileri, gazeteleri sık sık toplattırılır, kapatılır, kendisi de hapishaneye atılır ya da Anadolu'nun bir yerine sürgüne gönderilirmiş. Yaşamının son yıllarında:
'Sola hizmet benden bu kadar' diyerek politikadan elini eteğini çekmiş, 'Sağlık Alemi' adlı bir dergi çıkartmaya başlamış.
Benim de 'Bir Kuş Kanat Çırpardı Kirpiklerinde' adlı bir öykümün yayımlandığı bu dergi sağlık konularının yanı sıra yoğun biçimde sanat içerikliydi.
Neyse konumuz o değil. Biz Ahmet Turgut Ozan'a dönelim.
Ozan'ın öz yaşam öyküsünü yazarken Sevgili Cemil Cahit Güzelbey ağabeyimizin 'Sucu Ahmet Usta' adlı yazısından, Ali Nadi Ünler, Mahmut Oğuz Göğüş, Abdullah Özer'in anekdotlarından yararlandım.
İyi ki varmış bunların hepsi de. Eğer onlar olmasaydı, kendileriyle birlikte sonsuzun boşluğunda yitip gidecekti bir çok güzel Gaziantepli’min güzel anıları da.
Gidenelerin toprağı bol, kalanların ömrü uzun olsun, derken güzel sucu Ahmet Turgut Ozan’ın öz geçmişine de bir göz atalım isterseniz:
Ozan, 1927 yılında Kahramanmaraş'ta doğuyor. Babası Adnan Orhan adlı bir subay, annesi Hatice hanımdır. Ahmet Turgut Ozan Halepli General Doktor Mustafa Paşa'nın torunudur.
Babasının Kahramanmaraş'taki görevi sona erince aile Gaziantep'e yerleşir. Ahmet Ozan burada büyür, gelişir, temel öğrenimini yapar. Sonra üst eğitim yapmak üzere Halep'e gider.
Orada Halep Meslek Lisesini bitirir. Halep'te iyi bir iş bulmuş olmasına karşın, rahat edemez. Gönlü hep Gaziantep'i istemektedir. Kalkar çocukluğunun kentine gelir burada yerleşir.
Ozan, Tüysüzoğlu ailesinin Asiye Muazzez adındaki kızıyla evlenir. Bu evlilikten Eray ile Raşit adında iki oğlu, Güley ile Gülin adlı iki kızı dünyaya gelir.
Oğlu Reşit Ozan, ailenin soy ağacını çıkartmış. Bu soy ağacına göre kökenleri 15. yüzyılda Halep Valiliği yapan Tanrıvermiş Eltürkmani'ye kadar uzanıyor.
Ahmet Turgut Ozan isteseydi, daha yüksek öğrenimler yapabilirdi. Ama öyle bir yapısı vardı ki, onun asıl öğrenmek, bilmek istedikleri okullarda öğretilen bilgiler değildi.
Öğrenmeyi istediklerini kendisi seçer, kitaplardan kendi kendine öğrenir Ahmet Turgut Ozan. Bu nedenle öğrenim yaşamına fazla ilgi gösterip babası, dedeleri gibi paşa ya da vali olmaya heveslenmez.
Ne ki, her insan gibi onun da ekmeğini hakketmek için bir uğraşı olması gerekir. İlgi alanlarından biri olan 'su' onun ekmek kapısı olur.
Bundan sonra Gaziantep'in ünlü 'Su ustası Ahmet Ozan' olarak tanınacak, “Suların Paşası” olacaktı o. Soyadı gibi 'ozan' olarak tanıdığımız Ahmet Turgut'un, Cim-Cim'den alıntıladığım bir şiirini paylaşmak istiyorum sizinle. Bu şiir onun kişiliği hakkında önemli ipuçları verecektir sizlere:
“Yıllarca aldandık uykuya daldık/Nemiz var, nemiz yok el almış gitmiş/Nice hayallerle rüyalar gördük/Uyandık, yorganı yel almış gitmiş.
Baktık divaneler akıllı yaşar/Tilkiler, çakallar dağları aşar/Memleket sevenler sürünüp yaşar/Elinden ekmeği el almış gitmiş.
Bu kadro çıkmazda, görülmez işin/Doğruyu söylersen kırılır dişin/Karı, yağmuru var görünmez kışın/Akılları baştan sel almış gitmiş.
'Neme lazımcılık' almış yürümüş/Çevremizi çıkarcılar bürümüş/Yol göstersen der ki, bir it ürümüş/İlimle irfanı pul almış gitmiş.”
Toprağın bol olsun Su Ustası, şair, bilge Ahmet Turgut Ozan. Tanıyanlar özleminle, tanıyamayanlar seni tanıyamadıkları için yanıyor şimdi.
Kayıt Tarihi : 22.6.2009 19:01:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!