BGG 038 Nesli tükenmiş bir dünya iyisiyd ...

Fevzi Günenç
551

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

BGG 038 Nesli tükenmiş bir dünya iyisiydi “Şafık Dayı”m... (Benim Güzel Gazianteplilerim)

Kente ilk göçen akrabamız Şafık Dayım oldu. Gaziantep’e yerleştikten bir süre sonra yalnızca benim değil, artık herkesin “Şafık Dayı”sı olacaktı Şefik Günenç...
Çocukluk yıllarımda, her yaz uzun bir tatil için annemle köyümüze gittiğimizde, yanından ayırmazdı beni. Bağlara, bahçelere götürürdü.
Bir gün bostanda, koparttığı kırmızı bir meyveyi bana yedirişini hiç unutmam.
“Elma yer misin yeğenim? ”
“Yerim dayı...”
O güzelim kırmızı, tatlı elmayı yemek üzere ilk dişi attığımda, midem ağzıma gelmişti. Bu elma değil, domatesti!
Dayımın bu şakası o günden sonra domatesi de sevdirecekti bana.
Tarlada tapanda çalışmayı pek sevmezdi. O yüzden köyümüzde küçük bir bakkal dükkânı açmıştı.
Yumurta, bir küçük etek mısır karşılığında çocuklara kırmızılı beyazlı leblebili şekerler, genç kızlara çiğdem sakızı, büyüklere tütün, gazyağı, kadınlara iğne iplik satardı.
O kadar geniş düşünceleri vardı ki, köy ona dar geliyordu. Köyümüze ilk lüks lambasını, gramofonu, bisikleti getiren oydu.
Traktör de köyümüze ilk kez onun sayesinde girecekti ama köylülerin ellerindeki çapalarla, oraklarla kovalaması sonunda bu işen vazgeçmişti.
Köyümüzdeki ilk Demokrat Partili dayımdı. Kente gelince TİP’li olacak, 27 Mayısta ise üzerine askerlikten kalma çavuşluk üniformasını geçirecektir.
Köyden sıtkı sıyrılınca, Gaziantep’in Eblahan Yokuşunda indirdi göçünü Şafık dayım. Buradan bir ev, bir de dükkân tuttu. Köydeki işini yani bakkallığı kentte sürdürecekti.
Çocukluğumun sonuyla ilk gençlik yıllarımın başına denk gelmişi onun kente göçüşü. Biz Akyol’da oturuyorduk. Dükkânı yolumun üstündeydi.
Akşamları işten eve giderken yanıma bir Cumhuriyet Gazetesi alırdım. Kimi zaman da Doğan Kardeş, Pekkos Bill ve Tom Miks dergileri.
Bunlardan akşam okuyup bitiremediklerimi yanıma alır, yolda okuya okuya dayımın dükkanının önünden geçerdim.
Eblahan Yokuşunu iner, Eyüpoğlu camiinin önünden geçerek dükkânımıza yollanırdım.
Eblahan Yokuşu’nun başındaydı dükkanı. Tam dükkânının önünden geçerken bana seslenirdi Dayım.
“Ne o yeğenim, selam sabah yok mu? ..
Durur, gülümserdim. Aslında ben de ona uğramadan geçmek istemezdim ama onun seslenmesi hoşuma giderdi.
“Günaydın dayı, nasılsın? ”
“Günaydınına günaydın da yeğen. Selamünaleyküm, desen daha doğru olmaz mı?
Sesimi çıkartmazdım.
Üstünde daha fazla durmazdı o da.
“Ne okuyorsun bakalım öyle, yolda yürürken? ..”
“Gazete, dergiler...”
“Yaklaş hele, yaklaş... Ne gazetesiymiş, ne derileriymiş bakalım bunlar. Doğan Kardeş, iyi... Pekkos Bill, iyi...Tom Miks, iyi... Cumhuriyet! ..”
Gazeteyi görünce ateşe dokunmuş gibi irkilmişti ilk gördüğünde.
“Cumhuriyet okuyorsun ha! Komünist gazetesi! Benim yeğenim komünist gazetesi okuyamaz! ”
Yakınındaki süpürge sopasına sarılmış peşime düşmüştü. Ben kaçarım o kovalar…
Çok geçmeden önemli değişiklikler oldu onda. Cumhuriyet, Akşam gazeteleri okumaya başladı kendisi de...
Bu gazetelerin yazarlarını, özellikle de Akşam’daki Çetin Altan’ı bayıla bayıla okuyordu.
Çetin Altan hayranı olmuştu. Ona mektuplar yazmaya başlamıştı.
Ne var ki Çetin Altan’ın işi çoktu. Özel yanıt veremiyordu dayımın mektuplarına. Ama yanıtsız da bırakmıyordu. Yazılarında söz ediyordu kendisinden.
Örneğin bir gün çok bunalmıştı Çetin Altan. Günün tasalarından uzaklaşmak için Hayvanat Bahçesine gitmişti. Orada gördüklerini yazısına konu olarak almıştı.
Hayvanat Bahçesindeki her hayvanı sevecenlikle, hayranlıkla izler Çetin Altan. En son “şahin”in üzerinde durur.
Şahin yırtıcı bir kuştur. Keskin pençeleri vardır. Bir gün o pençeler düşmanlarını ensesinden kavrayacak, yere vuracaktır!
“Burada sözü edilen şahin ben’im yeğenim... ‘Antepli Yeni Şahinbey’ demek istiyor yani bana...” demişti yazı yayımlandıktan sonra Şafık dayım. “Okuduğun yazı, benim kendisine yazdığım mektuplarıma yanıtıdır. Kaç yanıtı çıktı daha böyle gazetede, bana yazılmış…”
Bu arada TİP’e kaydoldu. Sık sık dükkânını kapatıp, Şehitler Anıtının karşısındaki TİP İl Başkanlığına gider. Orada yoldaşlarla söyleşirdi.
En özden arkadaşı Ercan Kaner isimli lise öğrencisi gençti. İyiden, güzelden, doğrudan, eşitlikten ve özgürlükten yana pek çok ilki ondan öğrenmişti.
Sonraları öğrenimini bitirip avukat olan Kaner, İstanbul’da yaşayacak, İnsan Hakları Derneği’nin Genel Bakan Yardımcılığını üstlenecekti.
TİP’le ilişkileri döneminde su içer gibi kitap okumaya başlamıştı Şafık dayım.
Fontamara isimli roman başucu kitaplarındandı. İtalyan köylülerinin yönetime başkaldırması anlatılıyordu Fontamara’da. Önüne gelene bu kitabı okumasını öneriyordu Dayım.
Fontamara’yı bana da okuttu. Ne iyi etti de okuttu…
Kitap, İtalya’da dağ köyülerinin, borçlarını ödemedikleri için elektriklerinin kesilmesi üzerine giriştikleri eylemden söz ediyordu.
Beni köylülerin eyleminden çok, yüz yıl önce İtalya’nın dağ köylerinde “elektiriğin var olması” ilgilendirmiş, bu ülkeye göre ne kadar geride olduğumuza içlenmiştim.
Karl Marks’ın Kapital’i elinden düşürmediği kitaplarındandı Şafık dayımın. Bu kitabı okurken dünya ile ilişkilerini hemen hemen tümden keserdi.
O okurken bir müşteri sigara mı istedi? ..
“Uzan al,” derdi.
Bir kilo soğan m istedi? ..
“Tart al...” derdi.
Aldıklarının parasını mı uzattılar? ..
“Kasaya bırak..” derdi. Başını kaldırmazdı kitabından.
Dedim ya, sadece benim değil, onu tanıyan herkesin “Şafık Dayısı”ydı artık o.
Dünya malında gözü olmamıştı hiç bir zaman. Yeter ki üretimde de, tüketimde de eşit olsundu tüm insanlar.
Bir gün Şehitler Anıtı’nın karşısındaki İşçi Partisi’nden çıkıp dükkanıya doğru yürümeye başlar. Bakar, ardı sıra bir sivil geliyor. Anlar onun polis olduğunu.
O yıllarda “üç kişiyseniz, bilin ki biriniz polissiniz” derlerdi insanlar birbirine. Onca çok sivil polis edinmişti Demokrat Parti, komünistleri avlamak için. Daha doğrusu muhalifleri avlamak için… Çünkü her muhalif bir komünistti DP’ye göre.
Dayım durup sivil polis’in yanına gelmesini bekler. Polis yanına gelince ona döner:
“Sen Fontamara’yı okudun mu yeğenim? ..” diye sorar.
Hırsızlık yaparken suçüstü yakalanmış gibi mahcuptur Sivil Polis.
“Fotamara mı o da ne? ”
“Bir roman… Peki sen Kapital’i okudun mu? ”
“Yok okumadım.”
“Hiç Lenin kitabı okudun mu? ”
“Okumadım.”
“O zaman yeğenim sen hiiiç yaşadım deme boşuna. Sen iyi bir yurttaş da olamazsın, iyi bir polis de olamazsın. Önce bunları okumalısın.”
Belki de okumuştur o sivil polis merak edip sonraları o kitapları.
Ülkesinin bağımsızlığı için kurtuluş yolunu açan kitapları okutmayı polislere bile öğretmişti Şafık Dayım ama çocuklarına öğretememişti. Kanımca polislerden önce ilkin çocukarımıza öğretmemiz gerekiyordu bunları.
Canım kadar çok sevdiğim Dayıoğullarım var. Hele en büyükleri Zeynel Abidin Günenç, dünya iyisi bir insan. Öğretmen olmuştu anasının çabasıyla. Onu bir gün babamın cenaze taziyesinde hafızlık yaparken gördüğümde çok şaşırmıştım.
Oysa sağlam bir Kemalist’ti. Sağlam bir cumhuriyetçiydi. Kemalistler, cumhuriyetçiler müslüman değiller mi? Onlar kuran hıfzedemezler mi? ” derseniz haksız olduğunuzu söyleyemem.
Ama bana hep ters gelmişti, ezanın da, kuranın da Arapça okunması. İkisi de benim dilimle, Türkçem’le okunsa, ne söylendiğini ben de bilsem istemişimdir hep…
Dört ders kitabım yayımlanmıştı geçtiğimiz yıllarda. Türkçe, Dil Bilgisi kitaplarım… İstanbul’da yaşıyordum o yılarda.
Gaziantep’ime her gelişimde birkaç kitapçıya uğrar, satış durumlarını sorardım yazdığım bu kitaplarımın.
Lise’nin karşısındaki bir kitapevinden hep aynı cevabı aldım yıllarca:
“Mehmetçik Okulunda hep bu kitap okutulur…”
Merak etmişimdir, özellikle benim kitabımı seçen güzel yönetici kimdir acaba? ” diye. Gidip bir gün sormak istemişimdir. Tanışmak istemişimdir kitaplarımı seçen o eğiticiyle…
Bir gün bunu rastlantı sonucu öğrenecektim. Meğer Mehmetçik Okulu’nun Müdür yardımcısı Zeynel Abidin Günenç’miş bunu yapan. Kesinlikle kendisi söylememiştir bana.
Eee, kendisiyle aynı soyadı taşıyan dayısı oğlunun yazdığı kitabı okutmayacak da kimin kitabını okutacaktı öğrencilerine? ..
Hâlâ, ödemediğim bir gönül borcum var Zeynel Abidin Günenç’e, bu güzel dayı oğluna, kitaplarımdan yana…
Bir baba çocuklarım diye tüm dünya çocuklarını görürse, evdekileri unutur. Doğal olarak evdeki çocuklara babalık yapma işi analara düşer.
Dayımgilde de öyle olmuştu. Bütün oğullarının kızlarının hem annesi hem babası olmuştu Elif Yengem.
Şafık Dayımın Eblahan Yokuşu’ndaki bakkalından alış veriş yapan öğretmen okulu öğrencileri peşin para ödemezdi ona.
Evden paraları geldikçe, kasaya biraz bir şeyler bırakırlardı... Aldıklarına da verdiklerine de bakmazdı Dayım.
Tam bir “komün”dü Şafık Dayının bakkalı. Ama bu “komün” çok pahalıya mal oldu ona. Dükkânı top attı, yuvası dağıldı. Umarsız olarak tek başına köyüne Sarıt Mezrası’na döndü yeniden.
Köyde bu kez ekip biçmeye, üretmeye başladı babadan kalan bor topraklarını.
Ürettiklerinden elde ettiği parayla, gücünün yettiğince meyveler satın alıyordu. Aldığı meyveleri kamyona atıp köyüne getiriyordu.
O yıllarda Hamey’in kamyonlarından başka ulaşım aracı yoktu köylerimize gidip gelen.
Müşterileri hazırdı dayımın getirdiği meyvelerin: Köyün çocukları... Onun eli boş gelmeyeceğini bildikleri için kamyonu sevinçle karşılardı hepsi birden.
“Ne getirin Şafık Dayı, ne getirdin! ...”
Çığlıkları Harmanyerini sarardı.
Şafık Dayım kimi zaman portakal, kimi zaman elma, kimi zaman zerdali getirecektir, sandıklarla...
“Yiyin uşaklar bunları, yiyin! Yiyin de besinsiz kalmayın! Yarın büyüyecek asker olacaksınız. Ülkeyi, halkı iç düşmanlardan, dış düşmanlardan siz kurtaracaksınız. Mehmetçik olacaksınız! Mehmetçiker besinsiz kalmamalı, zayıf olmamalı...”
Atılan nutuk umurlarında değildir çocukların. Onlar getirilen meyveleri talan etmekle meşguldürler.
Çok geçmeden kamyonun kalkıp uzaklaştığı yerde sadece bir yığın meyve kabuğu kalacaktır.
Senin bıraktığın yerde şimdi ne kaldı Şafık Dayım? ..
Ne yazık ki “Rahat uyu, boğazından keserek beslediğin, envayı çeşit meyvelerle büyüttüğün çocuklar, büyüyüp ülkeni ve halkını iş düşmanlarının, dış düşmanlarının şerrinden kurtardılar” diyemiyorum sana.
Bakın aslında bu kadar da karamsar bitmemeli bu anlatı. Eklemem gereken bir şey daha var.
Dayımın köye yerleştiği yıldı. Kente gelince, o zamanki adı Fidanlık olan kuruluşa gider. Köylülerin dikmesi için meyve fidanları ister.
Nasılsa umduğundan fazlasını verirler ona. Bir kamyon dolusu fıstık, zeytin, kaysı, erik, kiraz, vişne, yenidünya, elma, armut, ayva, badem vb fidanlarını alıp köye getirir.
Köylüleri toplar başına:
“Bunları dikip büyüteceksiniz…” der.
Köylüler güler ona.
“Bırak Alla’nı seversen Şafık…” derler. “Bizim köyde yetişse yetişse üzüm yetişir, hayir (incir) yetişir. Kavak söğüt büyür. Başka bir şey yetişmez.”
“Nereden biliyorsunuz? ”
“Bilmesi var mı? Eğer yetişseydi babalarımız, dedelerimiz dikmez miydi? ”
“Babalarımız dedelerimiz denememişler. Siz deneyeceksiniz! ”
“Boşa uğraştırma bizi Şafık… Olmaz! ”
“Uğraşacaksınız! Olur! ”
Bir adı da Deli Şafıktır Dayı’mın. Eline alır bir yaş söğüt çubuğunu.
“Fidanları dikmeyenin şaklatırım sırtında bunu! ” diye vınlatıp durur havada çubuğu.
“Delinin şerrine bulaşmayalım…” diye köylü, hissesine düşen fidanları diker şu tarlasına, bu tarlasına…
Şafık Dayım dünyadan göçeli yıllar olmuştu. Ben yirmi yıllık gurbet sürgünlüğümü tamamlamıştım. Emekliye ayrılıp doğduğum kente dönmüştüm.
Dayımın oğlu Zeynel Abidin’i aramıştım evinden bir gün, telefonla. Yoktu. Karısı çıkmıştı telefona. Kendimi tanıttığımda sesi bir güzelleşmişti ki, yüzünü bile görmediğim yengemin.
Derin bir söyleşiye dalmıştık. Konumuz Şafık Dayı’mdı. Fidanların akıbetini sordum ona.
Bir hoş yanıt verdi ki, aklım başımdan gitti sevinçten.
“Sen bizim köye gittin mi son yıllarda hiç Teyzeoğlu? ”
“Gitmedim.”
“Git de gör… Kayınbabamın zorla diktirdiği o fidanların hepsi meyve verir oldu. Çoluk çocuğumuz meyve hasretliğinden kurtuldu. Köyümüz meyve cenneti oldu. Şimdi Sarıt’ta herkes:
– Mekanın cennet olsun Şafık Günenç! diyor…
Bu dünyada cenneti görememişti dayım. Öbür dünyada da göremeyeceğini söyler dururdu:
“Cennet bu dünyada da, öbür dünyada da hayır işleyenlerindir…” derdi. “Hayrı da, parası olan işler. Demek ki öbür dünyada da cennet zenginlerin olacak… Biz hiç boş hayale kapılmayalım. Parasızlığından dolayı hayır işleyemeyen fakir fukaraya cennet yok! ”
Bence senin parasız yaptığın iyilikler, zenginlerin parasıyla yaptıklarından daha değerli Şafık Dayı…
Toprağın bol ola!

Fevzi Günenç
Kayıt Tarihi : 28.6.2009 11:03:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Fevzi Günenç