Onu Alleben deresi kenarında aylak aylak dolaşan serkeş bir delikanlı olarak görüyoruz başta. Ortaokula başlamış ama öğrenimini sürdürememiş. Nedeni de şu: Bir temizlik yoklamasında Türkçe Öğretmeni kendisine:
“Gömleğin kirli, git değiştir de gel…” deyince, bir daha okula dönememiş.
Neden? Ona temiz bir gömlek verecek annesi yokmuş da onun için…Çünkü annesi kendisi 10 yaşında iken ölmüş… Böylece Tabakhanedeki arkadaşlarına uyup başıboş yaşamı seçmiş.
Belâ nerede, o orada. Birinin haksız bir iş yaptığını görse hemen ibiğine biner, kavga eder… Tabakhane kanununu uygulamaktadır o. Kanun odur! Çevresindeki herkes korkmaktadır kendisinden.
“Aman şerri bize bulaşmasın...” diye herkes ondan uzak durmaktadır.
Ona uzak durmayan bir tek kişi vardır. Bakkal Ahmet Ağa. Ahmet ağa “Heyri”nin yaşamını öteden izlemekte, onun için üzülmektedir.
“Bu çocuk asil bir ailenin çocuğu… Ailesindeki herkes aklı başında, terbiyeli, saygılı, saygıya değer kimseler. Bu oğlan neden böyle aykırı çıktı? Ne olacak bunun sonu? ”
Bir gün çağırır onu dükkânına. Şöyle ges bir zamanda… Gece yarısı evine dönerken örneğin.
“Hele gel oğlum Heyri, seninle birez gonuşak...”
“Benimle ne konuşacaksın Ahmet ammi. Benim seninle bir sorunum yok ki? ..
“Var var, gel hele sen...”
İstemeye istemeye girer bakkal dükkanına Heyri.
“Buyur ammi...”
Bir sandalyeye oturtur onu Bakkal Ahmet. Bir Sofdağ gazozu açar kendisine. Gazozu içmek istemez Heyri ama öbürünün ısrarı üzerine şişeyi yavaşça ağzına götürür, utana utana bir yudum alır.
“Bu sendeki şu anda gördüğüm utanma duygusu, senin düzeleceğine, adam olacağına işarettir oğlum Hayri...” diye söze başlar Bakkal Ahmet.
“Ne düzelmesi, ne adam olması dayı? Niye biz adam değil miyiz? ”
“Değilsin tabii ulan! Adam mısın? Sabahtan akşama Alleben kenarında sürtmek. Gelenin geçenin önünü çevirmek, onunla bununla kavga etmek adamlık mıdır? ”
“Onlar da doğru yollarına gitsinler, ona buna zarar vermesinler...”
“Sen Tabakhanenin jandarması mısın? ”
“Jandarmasıyım! Haksızlara, adilere, terbiyesizlere birinin dur demesi gerek! ”
“Bırak şimdi Donkişotluğu oğlum. Toplumu, toplumun eğri insanlarını zorbalıkla tek başına bir tek sen yola getiremezsin. Her şeyin yolu yordamı vardır. Önce kendine bakacaksın. Bak askerliğini de yapıp geldin, ne güzel… Artık dinginleşmeli, doğru düzgün bir yaşam kurmalısın. Yarın evleneceksin, çoluk çocuğa karışacaksın. Böyle kalırsan kim kız verir sana? ..”
Bu sözlere vereceği karşılık yoktur Hayri’nin. İçindeki bir duygu “cız” diye yakar yüreğini.
“Artık son vermelisin bu yaşama, sabah akşam şarap içmelerine...”
“İçiyorsam kendi paramla içiyorum. Kimseden çalmıyorum, zorla almıyorum ya ammi...”
“Bugün çalmazsın, zorla almazsın ama yarın bir gün paran olmayınca onu da yaparsın. Bu senin gittiğin yol, yol değil oğlum. Kemal bey gibi okumuş bir adamın yeğenine, Memet ağa gibi melek bir adamın oğluna yaraşmaz bu yaşam...”
Dost acı konuşur. Bakkalın söyledikleri önce fena halde canını sıkar Hayri’nin. Sonra düşünmeye başlar. Adam doğru mu söylüyor ne? ..
“Şimdi söyle bakalım, ne olacak oğlum bu senin sonun? ”
Dolukur, ağlamamak için kendini zor tutar Alleben’in Tabakhaneli kabadayısı.
“Ne yapayım dayı? .. Yapabileceğim başka bir şey mi var sanki? ”
“Var ya oğlum, olmaz olur mu? Adam gibi adam olabilirsin istesen.”
Güler buna Heyri.
“Nasıl? ”
“Bak, sözlerimi iyi dinle. Doktor Emin Kılıç diye birinin adını duydun mu sen? ”
“Duymadım.”
“Öyleyse şimdi duy. Bu adamın Hayat Dersleri diye bir okulu var...”
“Bu yaştan sonra okula mı gideceğiz dayı? ”
Oğlum bu okul senin bildiğin okullardan değil. Burada insana insanlık öğretiyorlar. Okuma yazma, bilgi, bilim öğretiyorlar. Müzik öğretiyorlar...”
Öbürleri değil de müzik ilgisini çekmiştir Hayri’nin.
“Müzik mi? ”
“Müzik ya...”
“Eee? ”
“Git buraya, öğren bütün bunları. Farklı biri ol. Alleben’den Çankaya’ya taşın...”
“Çankaya ne ki Bakkal ammi? ”
“Bırak ne olduğunu şimdi. Günü gelip kendini orada krallar gibi gördüğünde anlarsın ne olduğunu.”
Farklı bir şeyler söylendiğini duyumsuyordu Hayri. Önünde farklı bir yol açıldığını...
“Beni alırlar mı ki oraya? Yani şu okul mu neyse, oraya... Hani, müzik de öğretilen yani... Yaşım geçmedi mi? ”
“Alırlar... Yaşın geçmedi. Orada senden yaşlıları da var. Selâmımı söyle yeter.”
Hayat Dersleri Okulu’nun adresini alıp ertesi günden tezi yok yola çıkar Hayri. Tırmanır Amerikan Hastanesi Yokuşunu. Bulur Doktorun evini. Söyler kendisini kimin gönderdiğini.
Oradakilerin kendisini kuşkuyla, çekingen, yabansı karşılayacaklarını düşünmektedir Hayri. Oysa hepsi dost bakışlarla bakmaktadır ona.
Bir yana ilişir. Ona ilk günden buranın kuralları öğretilir. Hayat Dersleri Okulu’na giren adam yalan söylemez. Sigara içmez, içki içmez. Başkasının namusuna hainlik etmez. Durmadan kendini geliştirir. İyi insan, güzel insan olur. Kendine, topluma, yurduna, dünyaya yararlı insan olmak için çabalar. Özetle eline, diline, beline sağlam biri olur… Bunları yapamayanlar burada barınamazlar, geldikleri yere geri dönerler.
Çok heyecanlanır Hayri. Değişmeye onlara söz vermeden önce, içinden kendi kendine söz verir. “Bu söylenenler ne güzel sözler! ” der… Bunları yapabilen insanlardan biri olmak ne güzel bir şey!
Kısa zamanda değişir Hayri. Oradaki öğrencilerden güzel el yazısı yazmayı, notaları değerleri ile okumayı öğrenir… Eline aldığı “ney” denilen aletten, kulağa hoş gelen sesler çıkartmaya başlar. Bu arada tefle ritim tutmayı da öğrenir…
Çok geçmeden eski huylarını tümden bırakmayı başaracak, uyumlu, örnek bir öğrenci olarak göze girecek, öğreticisinin gözdelerinden olacaktır Hayri.
Bu arada bir işe de gereksinimi olacaktı elbette. Öğreticisi ile arkadaşlarının önermesiyle Gaziantep Milli Eğitim Müdürlüğünün temizlikçi kadrosunda yazman olarak işe başlar…
Yazmanlığın üstesinden öyle bir gelir ki Hayri, daha işe girişinin ilk ayında dairede herkesin sevdiği biridir artık. Özellikle de Müdürün...
Ama yazmanların öğrenimi olur, diploması olur. Bizimkinde bunlar yok. Ortaokul birden terk bir yazman… Hemen dışardan ortaokul bitirme sınavlarına hazırlanmaya başlar. Öylesine bir aşkla sarılır ki işe, açlıkla sarıldığı bütün ders kitaplarını su gibi içer, en iyi dereceyle ortaokul diplomasına kavuşur.
Diplomasını veren öğretmeni ona, “Bütün derslerin pekiyi oğlum. Ben sana daha iyi notlar vermek isterdim ama ne yapayım ki, “PEKİYİ”den daha büyük not yok! ” diyecektir.
Bu arada Baba Mehmet, anası çoktan toprağa karışmış olan oğlunun mürüvvetini görmek istemektedir. İşte, artık işi gücü de vardır... Onu çarçabuk evlendirir.
Akyol mahallesinden Meliha hanımla yaşamını birleştiren Hayri’nin bir biri ardından yavruları dünyaya gelmeye başlar. Ama hepsi de kız çocuğudur. Bir de erkek çocuğa kavuşabilseler! .. Bunun için kızlarının sayısını dörde kadar yükseltmekten kaçınmayacaktır Mehliha hanım.
Son olarak ikiz erkek çocuk doğurur ama bunlar çok yaşamaz kısa zamanda yaşamını yitirir. Böylece Meliha hanımın erkek çocuk tutkusu içinde hep ukde olarak kalır.
Sonunda, bugün artık her biri birer Hacettepe Güzel Sanatlar akademisinden, Gazi Üniversitesi resim bölümünden mezun grafiker, öğretim üyesi, işletmeci ve teknik ressam olan çocukları için “İyi ki bütün çocuklarım kız olmuş! Ne güzel kızlarım oldu! Tanrı herkese böyle yararlı çocuklar nasip eyleye! ..” diye sevinecektir Meliha hanım. Elçin’i, Gülçin’i, Elgin’i, Yener’i için...
Dar gelirleriyle çocuklarını hep bodrum katlarda güneşsiz, havasız evlerde büyütmek zorunda kalacaktır Balta ailesi ilk yıllarda. Çocuklar solunum bozukluğu gibi kalıcı hastalıklara yakalanabilirdi ama bünyeleri sağlam olduğu için kalıcı bir hastalığa yakalanmazlar….
Bir şeyler yapmalıydı Hayri... Ortaokul mezunu olmak yetmeyecekti ona. Yükselmek için daha çok okumalıydı. Bu kez Lise diplomasının peşine düşer. Ne var ki, bir süre sonra şu kanıya varır: “Ustasız çırak, zenaat öğrenemez”
Bunun üzerine gece okuluna yazılır. Gündüzleri Milli Eğitimdeki işini sürdürür, geceleri okula gider, Hayat Okulu öğrenimini de sürdürür. Peki ya derslere ne zaman çalışır? Otobüste, yolda yürürken, iki taşın arasında, uykusundan özveride bulunarak…
Bu tutkulu çalışma tam sekiz yıl sürecek, Hayri gece okulunun bütün sınıflarını iftiharlık olmak üzere hem sınıf hem okul birinciliği ile bitirecektir.
Bu arada Doktor Emin Kılıç’ın Yazman’ı da olmuştur o. Hayat Okulunun öğrencilerini aydınlatan Mektuplarını kendisi kaleme alıyor, çoğaltıyor, arkadaşlarına kendisi dağıtıyordu artık.
Gazeteci olduğunu sanan, yazarlık saplantılı, yetersiz bazı kimselerin, gündemde olabilmek için sarıldığı bir yöntem vardır: “İlericilik, Atatürkçülük, cumhuriyetçilik, laiklik dünyaya geniş pencereden bakmak gibi özellikleri olan seçkin insanlara dünyayı dar etmek… Bunun için de en geçerli gerekçe: Dinsizlik, masonluk, komünistlik yaftası…
“Doktor Emin Kılıç Kale, Hayat Dersleri Okulu’nda öğrencilerine bu muzur şeyleri öğretmektedir(!) …”
“Bu okula devam eden Hayri Balta da hem dinsizdir, hem masondur, hem de komünisttir.”
“Bunların rastlandığı yerde başları ezilmelidir.”
Yerel basında hem Dr. Emin Kılıç hem de Baş Yazmanı Hayri Balta aleyhine günlerce yazılar yazılır, kampanyalar yürütülür...
Aslında bütün bunlar onları hem kamuoyu gözünde küçük düşürme girişimi hem de emniyetin, savcılığın, adliyenin harekete geçmesi için ihbardır.
Ne var ki sağduyulu güvenlik güçleri yaptıkları araştırma soruşturma sonucu bunların yurda, devlete, millete zarar verecek nitelikte kimse olmadıkları, böyle bir eylemin peşinde bulunmadıkları kanısına varacaktır.
İş bu düzeye varıncaya dek elbette ki peşlerine az ajan salınmayacaktı onların. Çok ilginç anılarından biridir Balta’nın:
Okula, işe gidip gelirken peşine takılan bir polis vardır. Hayri yürür, o da yürür. Hayri durur, o da durur.
Sonunda bizimki durup adamın yanından geçmesini bekler. Adam tam yanından geçerken elini yakalayıp koluna girer.
“Birader, neden öyle ötelerden zahmetle izliyorsun ki beni? Gel birlikte yürüyelim. Yürürken konuşuruz, canımız sıkılmaz, vaktin nasıl geçtiğini bilmeyiz. Böylece hem birbirimizden bilgi alış verişi yapmış oluruz, hem de sen raporuna yazacak bol doküman elde etmiş olursun...”
Sivil polis mahcup olur. Koluna girip birlikte yürümez onunla ama bir süreliğine olsun peşinden düşer.
Parmakları da az boyalara batırılıp, az işlenmeyecektir emniyet siciline, kayıtlarına Hayri’nin...
Buna çok içlenen arkadaşımız küçük bir kitapçık çıkartacaktır. Her parmağının ve iki elinin mürekkebe bulayarak izini bastığı bu kitabına “Ellerim Ellerim Suçsuz Ellerim” adını verecektir.
Basının ihbarları işe yarayacak, emniyet soruşturmaları, adli ve idari takibatlar Hayri’nin, yargılanıp aklanmasına karşın, işsiz kalmasını sağlayacaktır.
Ne yapsın adam? Ailesini yaşatmak zorundadır. Yapabildiği tek iş yazı yazmaktır... Yazı makinesini alır, bir de açılır kapanır masa uydurur, gider adliyenin önünde dilekçecilik yapmaya başlar.,
O yıllarda benim yayınlanmakta olan günlük Kurtuluş Gazetemde de bir köşe sahibi olacak, her gün, insanları iyiye, güzele, doğruya yönlendiren yazılar yazacaktır.
Arzuhalciliğe başlayışının 30 günü dolmadan gazeteye gelişlerinden birinde adliye kapısındaki işini bırakacağını söylüyor Balta. Sebep: Ona gelen bütün müşteriler yoksuldur. Bırakın kendisine arzuhalcilik ücreti ödemeyi, kâğıt alacak, arzuhale yapıştırılacak 16 kuruşluk damga puluna ödeyecek paraları olmadığı gibi açılacak davaların yatırılacak harçlarını ödeyecek paraları da yoktur.
Arzulhalci Hayridir bu... Elinin darda olmasına rağmen bu kez yoksul müşterilerine kendisi yardım etmekte, böylece sıfırı tamamen tüketmektedir.
Böyle güzel bir insana nasıl kıyılır? Anarşi döneminde, anarşinin kanı ona da bulaştı. Bir gece önünü çevirdi dar görüşlü bir kaç siyasi şaki. Kendileriyle gelmesini söylediler. Gitmedi o.
Sürekli basında çıkan ihbarlar sonucu kaç kez içinden olur Hayri Balta. Emniyetlik olur, adliyelik olur.
Mahkeme mahkeme mahkeme…
Mahkemeleşmelerin sonunda adliyeden beratını alır Hayri Balta. Yargılama sonunda “Hayri Balta, Atatürkçü ve aydın bir kimsedir! ” (Gaziantep Sorgu Hakimliği. E. 962. K. 127/16) diye karar verilir. Böylece Türkiye’de mahkeme kararı ile “Atatürkçü ve Aydın” unvanını alan tek kişi olur ama polis peşini bırakmayacaktır ve her girdiği işyerinde işten atılması için patronuna baskı yapacaktır.
Böyle bir unvan mahkeme kararı ile ilk olarak Hayri Balta’ya verilmiştir…
Bu güzel Gazianteplimizi çok mutlu eden olaylardan biri, kendisinin, çoluk çocuğunun ekmeğiyle oynayan sözüm ona basıncıları, muhbirleri mahkeme sonunda tazminat ödemeye mahkûm ettirmesidir. Balta aldığı tazminatla eşine dostuna baklava ziyafeti çeker. Bu ziyafetin adını da “Haksıza Lanet Baklavası Ziyafeti” koyar.
“Baklavayı yeyin, haksıza lanet olsun, deyin yeter” der…
Anarşi döneminde, anarşinin kanı ona da bulaşacaktır. Bir gece önünü çevirir dar görüşlü bir kaç siyasi şaki. Kendileriyle gelmesini söylerler. Gitmez o. Gelmezse öldüreceklerini söylerler.
“Gitsem beni zaten öldüreceksiniz, şimdi öldürün...” der. Direnme, kapışma bir tabancanın bir el ateşlenmesi ile sonlanır. Şakiler kaçar, o ise ağır yaralı olarak yere yığılır.
Neyse ki o ara mobilet motoruyla biri geçmektedir oradan.
“Vuruldum! ” der mobiletliye inleyerek. “Beni Hastaneye yetiştir arkadaş! ”
Yerde kanlar içinde yatan bu adamı alıp hastaneye taşır mobiletli insan kişi. Böylece, ağzından 15 gün kan gelmesine karşın, ölmez Hayri Balta...
Yaşayacak daha çok ömrü, yazacak çok yazısı uyaracak çok insanı vardır daha onun.
Doğum günlerini hiç bir zaman kutlayamamış olan Hayri’miz 43’ncü yaşında, gece lisesini bitirmiş, sınavlara girerek 44 yaşında Hukuk Fakültesini kazanmıştır.
Başkente göçülür. Genel İş Sendikasında iş bulunur. Hukuk Fakültesi yılları başlar. Öğrenimini bin bir güçlüğe, ailesiyle birlikte göğüs geren Balta artık 49 yaşında bir avukattır.
Yenimahallede, evine yakın bir büro açar. Büronun kapısına levhasını asar:
AVUKAT
HAYRİ BALTA
Bütün bunları ne kadar da kolay anlattım. Zor yazabileceğimi düşünüyordum ama kolay yazdım. Gelin de bir de Hayri Balta’ya sorun hele bakalım, bu hayatı o kadar kolay yaşadı mı? Bu sona o kadar kolayca ulaşabildi mi?
Bakkal Ahmet amminin kehanetinde olduğu gibi Çankaya’da değilse de Başkentte, bir hukuk adamı olmanın güzelliğini yaşamayı sürdürdü yıllarca Sevgili Hayri Balta sonunda!
Ancak çektiği sıkıntılı, acılı yıllar, onun doyasıya avukatlık yapmasına izin vermedi. Geçirdiği bir kalp krizi erken yaşta emekliye ayırdı kendini.
Bu kez evinde oturacak insanları iyiye, güzele, doğruya yönlendirecek yazılar yazacaktı. Yazdı da. Ne var ki yazılarını bir süre yayınlayan gazeteler çok geçmeden ona ardını dönüyordu. Sakıncalı yazardı o. Onun yazıları yüzünden gazetelerin aboneleri azalıyordu.
Böyle böyle Gaziantep’teki hemen hemen bütün gazeteleri dolaştı. Sonunda onuncu köy de kalmadı. Bunun üzerine kendi gazetesini kurdu. Bu çocuklarının ona yaptığı en güzel sürprizdi.
Bir gün kızları Hayri Baltayı bilgisayarın başına oturturlar.
İnternete:
www.bilgebalta.com
yazarlar. Ekranda bir sanal gazete sayfası belirir:
TABULARA, TALANA, YALANA BALTA
+
EMPERYALİZME, IRKÇILIĞA, ŞERİATA HAYIR! ..
+
BU SİTE: DİNÎ, EDEBÎ, FELSEFÎ, SİYASÎ, DEMOKRAT, LAİK, MADDECİ BİR SİTEDİR...
+
Sorumlusu: Av. Hayri BALTA
Bu ne güzel bir şeydir! ..
O günden sonra Hayri Balta kendini sitesine adar. Bütün yazılarını burada yayınlar. Sadece kendi yazılarını mı? Fikir akrabası olan bütün dostlarının yazılarını da…
O şimdi var gücüyle yazmayı sürdürüyor. Nerdeyse 100’e yakın yayına hazır dosyası var. Erinmemiş, fotokopi yaptırıp bunların 50 kadarını da bana yollamıştır. Gözüm gibi baktığım o dosyaları her yeni ev taşımamda “yangından ilk kurtarılacaklar” gibi her şeyimden önce özenle paketler, taşınmaya hazır hale getiririm.
Bugünlerde yine yol göründü bana…. Yeni bir eve taşınmak üzereyim. Önce Balta ustamın emanetlerini hazırladım. Ev mülkün olmazsa böyle benim gibi 50 yılda 70 eve taşınırsın.
“Ucunu ucuna ekleyip bir evcik edinseydin ya” diyenlere, derim ki: “Bir hırka bir lokmaya eyvallah diyen abdala mülk ne gerek? Öbür dünyaya götüremez nasıl olsa.”
Sevgili Balta’nın hep acılarını anlattım. Biraz da insanın içini ışıtan haberlerine yer vereyim:
Uzun yıllar boyunca yoksulluk denen kılıcın keskin soğuk ucunu hep ensesinde hisseden Balta ailesinin ekonomik yaşamı ansızın değişir. Ninelerinden kalan bağlar şehir planı dâhilinde kalınca, kendisine de her çocuğuna birer daire armağan edebilecek, bankada güvence olarak tutabileceği bir miktar nakit sahibi haline gelir sevgili ustam.
Bütün bunlardan daha değerli olanı ise, bu dönem içinde altının değerini bilen kuyumcular da olur. Ona yakınları önce “Bilge” sanını lâyık görür. Kendisi: “Bilgeliğim bilgili oluşundan değildir; yaşadığım acılara sabırla katlanmamdan gelir…” der.
Böylece adı: Avukat Hayri Bilge Balta olur.
Ardından dostları ona “Eren”liği de uygun görür. Erenliği de şu şekilde açıklar: “Dini; ezoterik ve Batınî açıdan ele alırım. Allah’ı da olgun insanın olduğu yerde bulurum. Olgun insanın olmadığı yede Allah yoktur; Şeytan vardır! ” der…
Bu kez de adı:
“Av. Eren Bilge Balta” olur.
Av. Eren Bilge Balta’nın şimdi kendisini anlayan birçok okuru, hayranı, dostu var. Bunlardan biri de benim. Sevgili Balta’yı hep ustam olarak gördüm, ustam olarak andım. Bu, bundan sonra da böyle sürecek.
Bizim gibi insanlar için mal, mülk, servet değil küçücük bir san bile hazinedir. Sevgili Av. Eren Bilge Balta ustamı bu “san”larıyla çok varsıl görerek seviniyorum.
O tanıdığım insanların en güzellerinden biri.
Keşke dünya böyle güzel insanlarla dolu olsa!
Kayıt Tarihi : 27.6.2009 02:07:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!