BGG 019 Ömrünü bu kente hizmet için harc ...

Fevzi Günenç
551

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

BGG 019 Ömrünü bu kente hizmet için harcamıştı Mahmut Oğuz Göğüş (Benim Güzel Gazianteplilerim)

Onu biz Oğuz Göğüş olarak tanıdık. Hep öyle andık. Ama kendisi hiç vazgeçmedi Oğuz’un başına Mahmut’u eklemekten.
Aslında o bizim Oğuz amcamızdı. Yaşım nedeniyle kendisinin gençlik yıllarını elbette anımsayamam. Anımsadığım orta yaş yıllarında ise, gördüğüm kadarıyla enerji doluydu. Enerjikliği yaşlılık yıllarına hatta ölümüne kadar da sürecekti.
Çalışmalarının bu yoğunluğuna bakarak, “Kim bilir gençliğinde ne kadar enerjikti” demekten kendini alamazdı onun için insanlar.
Oğuz amcamız özgeçmişini anlatırken ilklerini keyifle vurgular:
“Gaziantep’te benim gençliğimde kitabevi yoktu. Kitapçı Sait diye biri vardı, o da sadece dini kitaplar satardı….”
Kitapçı Saidi ben de anımsarım. Çocukluk yıllarımda, koltuğumun altında bir dolu gazeteyle “Ali Dayı, Geveze, Makro Paşa, Karagöz, Keloğlan! .. Yazıyooor! ...” diye bağırarak Elmacı Pazarı’ndan geçerken, Ağa Camiinin kapınının hemen bitişiğindeki küçük kitapçıya bakmadan edemezdim.
Pek yaşlı olmamasına karşın sakallı biri olurdu içerde hep. Kitapçı Sait bu olmalıydı.Evet dini kitaplar satardı Sait amca ama hakkını yemeyelim, aşık kitapları da satardı. Benim okumaya bayıldığım Hazreti Ali Cenklerini de satardı.
Kitapçılığı babasından önce büyük oğlu, sonra küçük oğlu devraldı. Küçük oğul Kemal Akçay Ticaret Lisesinde sınıf arkadaşımdı. Çalışkandı. Öyle küçücük kitapçı dükkânına sığmayacak kadar büyük hayalleri vardı.
Nitekim, okul yıllarında arada bir ders çalışmaya gittiğimiz Avrat Pazar’ındaki evlerinin geniş avlusunu dükkana dönüştürdü Kemal. İyi de etti. En azından okul ihtiyaçlarının sağlanması bakımından Gaziantep’imizin yüzünü ağartacak oldukça büyük bir kitapçı dükkanı oldu orası.
Söz aramızda Kemal Akçay, Akçay Yayınlarının ilki ve sonu olarak benim ilk çocuk öyküsü kitabımı da burada yayımladı.
Biz yine Oğuz Amacmızın kendi anlatımıyla özgeçmişine dönelim:
“Gaziantep’te bir kitabevi olmaması, beni bir kitabevi açmaya heveslendirdi. Kitabevimin adını Kardeşler Kütüphanesi koydum. Çünkü dükkânı Kemal Ağabeyimle birlikte açmıştık. Daha sonra buranın okullara da hitabetmesini sağlamak amacıyla adını Mektepler Kütüphanesi olarak değiştirdim.
O yıllarda kentimizde gazete bayisi yoktu. Ben dükkanımızı aynı zamanda gazete satışı yapılan bir yere dönüştürdüm. Çok yerinde bir iş yapmıştım. Çünkü daha sabahın erken saatinde dükkanı açar açmaz, bir müşteri kalabalığı toplanmaya başlamıştı başımda.”
Hep gazete, dergi, kitap satıyordu Oğuz amca ama yüreği yazma aşkıyla yanıp tutuşuyordu. İnsan bir şeyi yapmak isterse, ne kadar yoğun olursa olsun, o işi yapmaya yine zaman bulabilir.
Oğuz Göğüş de öyle yaptı. Kitabevinin o yoğunluğuna rağmen, fırsat buldukça yazılar yazmaya başladı.
O yıllarda kentimizde Servet Güzel’in Karayılan adında, küçük boyutta, resmi ilan aldıkça çıkarttığı sözüm ona günlük bir gazetesi vardı. Gazete sanki kendisinin değil, başyazarı Oğuz Göğüş’ündü. Öylesine alabildiğine at oynatabiliyordu Oğuz amca bu gazetede.
Oğuz Göğüş Karayılanda yazmakla yetinmedi. Onun gözü ulusal basındaydı. Önce yeni kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkasının yayın organını yönetti. Bir yandan da İstanbul’daki Yarın ve Son Posta Gazetelerinin Gaziantep temsilciliğini yaptı.
Serbest Fırka kapatılınca Oğuz amca daha ileri bir adım attı. Bu kez kendi gazetesini çıkarttı. Çıkarttığı ilk gazetenin adı Gaziantep’ti. Sonra sırasıyla Gazişehir ve Gazikent gazetelerini çıkarttı.
Ben bunlardan ancak Gazikent’in çıkışına tanık olabildim. Oğuz amcanın bu gazeteyi ne kadar zor koşullar altında çıkarttığının yakından tanığıyım.
Bir ara onunla ben de çalıştım. Sonradan benim Kurtuluş Gazetemin matbaası ve yönetimyeri olarak kullanacağım Çukur Mahalle Yavuz Sokaktaki işyerinde Oğuz Göğüşle birlikteydim. Ona hem matbaacı olarak hem gazeteci olarak uzun süre katkıda bulundum.
Oğuz amcanın gazeteciliği ilginçti. O haberden çok yoruma, eleştiriye yer gezirdi gzetesinde. Hele bir “DESEM Kİ … …DERLER. köşesi vardı ki, her okuyucu, önce bu köşeyi okumak için sabırsızlıkla beklerdi Gazikent’i.
İşte bu tür anekdotlarından biri:
“DESEM Kİ, Şehrimizde bir Belediye Başkanı ilk defa halkın dertlerini dinlemek için Dert Dinleme Günleri düzenlemiş… NE DERLER? ..
Ne diyecekler, Ona kocaman bir aferin DERLER…”
O, gazetelerinin hiç birini resmi ilan almak için çıkartmadı. Bu nedenle de hiçbir zaman besleme basın olmadı. Devletin kuruşu boğazına geçmedi. Doğal olarak bu durum gazetelerini çıkartmasını ekonomik açıdan hep zorladı.
Günlük Gazete çıkartmak artık gücünü aşmaya başladığında bu kez dergiciliğe ve belge yayımcılığına başladı. 1960 yılında yayına başlayan Gaziantep’i Tanıtıyoruz dergisinin yaşamı iki yıl sürdü. Oğuz Göğüş bunları ciltlettirerek (iki cilt halinde) okullara armağan etti. Çünkü o gazeteci olduğu kadar bir eğitim gönüllüsüydü.
Eğitime ilk katkısı, duvardan yoksun olan Erkek Sanat Enstitüsüne duvar yaptırtmak oldu.Okul müdürü Mehmet Ali Demir’le el ele vererek, askeri birliklerden de katkı sağlayıp burayı mükemmel bir duvarlarla çevrelettirmeyi başardı. Sonraları sayısız hizmetleri oldu eğitime, okullara, öğrencilere…
Bir de çok trajik arsa hibesi var Oğuz amcamızın. Millieğitime... Ömrü boyunca bir dikili ağaçı olamamıştı ama kuruşu kuruşun üstüne koyarak bir arsa edinmeyi başarmıştı.
Nereden aklına geldiyse, bu arsanın üzerinde okul yapılmasına karar verdi. O amaçla arsayı Millieğitime bağışlamak istedi.
Bu bağış için bir tören düzenlendi. Ne hazindir ki, amcamız o törene gelirken bir trafik kazasında yaşamını yitirdi.
Tören elbette ki o gün yapılamadı. Sonra zamanın valisi oğullarını çağırdı Oğuz Göğüş’ün.
“Babanız falanca yerdeki arsasını Millieğitime bağışlamak istiyordu. Ona kısmet olmadı. Varisleri olarak siz de aynı düşüncede misiniz? ”
“Elbette…” dedi iki oğul birden. Ali İhsan ve Fetullah. Diğer çocukları kent dışındaydı.
“Madem babamız böyle istedi, böye olacak…” dedi Fetullah Göğüş.
“Başka kardeşleriniz de varmış galiba...” diye konuştu Vali.
“Evet, var dedi İhsan Göğüş. Ama Fetiyle ben ne dersek sözümüzden çıkmaz kardeşlerimiz. Onlar da babamızın son istediğinin yerine getirilmesini isterler.”
Vali dudaklarını büktü, başını salladı.
“Bu arsadan başka kaç arsası vardı daha babanızın? ” diye sordu.
Bu soruya yanıt veremedi İnsan. Başını önüne eğdi. Fetullah da öyle yaptı.
“Cevap vermenize gerek yok” diye konuştu Vali. “Ben soruşturdum, öğrendim. Başka bir karış bile torağı yokmuş babanızın. Evlatlarına bırakacak başka bir şeyi daha yokmuş…”
“Var! ..” dedi Ali İhsan Göğüş. Gözleri dolmuştu.
“Ne var? ” dercesine ona baktı Vali.
“Bizlere bıraktığı şerefli bir adı var…” dedi İhsan.
“Tamam… dedi Vali gülümseyerek. “O şerefli ada layık evlatlar olacağınızdan kuşkum yok. Ama ben bu arsayı kabul etmeyeceğim. Beş çocuğuna birer karış toprak bırakmış olsun hiç değilse Oğuz bey. Böylesi daha büyük bir hayırdır.”
Ne diyebilirlerdi ki… Pek sevinemediler buna. Keşke babalarının son isteği yerine getirilebilmiş olsaydı. Onlara toprağın arsanın gereği yoktu. Bu daha önemliydi kendileri için…
Bilemiyorum neden kardeşimmişler gibi sevdim ben Oğuz Göğüş’ün çocuklarını hep? ... Neden acaba onların her beri de aynı duygularla dolu olarak sevdiler acaba beni? ...
Oğuz amcamız “Ardımda size bir anılar kitabımı bırakıyorum. Beni kabrimde anarsanız ne mutlu bana…” demişti yaşama veda etmeden önce.
Kabrinde anmaya ne hacet seni Oğuz amca! Sadece çocukların değil pek çok Gaziantepli de seni çok daha sık anıyorlar. Geride bıraktığın her biri altın değerinde olan Gaziantep’i tanıtan yazıt ve belgelerini gördükçe…
Her biri ayrı ayrı değer olan çocuklarınla karşılaştıkça… Gözün arkada kalmasın. Valiye verdikleri sözü fazlasıyla yerine getiriyor evlatların. Kendilerine miras bıraktığın onuru hakkıyla koruyorlar.

Fevzi Günenç
Kayıt Tarihi : 25.6.2009 20:26:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Fevzi Günenç