BGG 016 Hüseyin Bayaz'ın 60 yıl önceki ç ...

Fevzi Günenç
551

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

BGG 016 Hüseyin Bayaz'ın 60 yıl önceki çağdaş şiirini okusalar, şairliklerinden utanırlardı (Benim Güzel Gazianteplilerim)

BENİM GÜZEL GAZİANTEPLİLERİM: 139

50 yıl önce bugünkü kadar taze şiirler yazmıştı Hüseyin Bayaz

Bayaz öğretmenimizin günlük olarak yayımlanan Halkın Dili Gazetesini uzun süre basımını yaptıktan sonra Rüştü Hoca’ya sattığı baskı makinasını çok iyi anımsıyorum. Bir ara Hoca’nın matbaasında Cevdet Ustanın çırağı olarak çalışmıştım.
Babamın beni niçin bir matbaaya çırak koyduğunu düşünüp dururken bu makinenin satın alınıp Suburcu’daki dükkânımıza taşındığını görerek çok sevinmiştim.
Hüseyin Bayaz neler yazardı Halkın Dili’nde bilmiyordum. Ama onun düşüncelerini yayan gazeteyi her sabah koltuğumun altına alarak “Şunu yazıyor, bunu yazıyor” bağırışlarıyla Suburcu’dan Karagöz’e, oradan Eskisaray Caddesine, Elmacı Pazarına doğru akardım.
Hüseyin Bayaz hakkında çok az şey biliyordum. Şu iki anekdottu o da...
Birincisi: Babamla bir gece evine ziyaretine gittiğimizde, onu yapayalnız bulmuştuk. Üzülmüştüm böylesine bir değerin yapayalnız yaşadığına. Ama o hiç de sızlanmıyordu yalnızlığından yana. Bu kendi seçimi olmalıydı.
Babamla onun ziyaretine niçin gitmiştik bir türlü anımsayamıyorum. Anımsadığım tek şey, gece boyunca hep kendisi konuşmuş, ülkenin kurtuluşunun tek yolunun “sındıka”dan geçtiğini “sındıkacılığın geliştirilmesi gerektiği”ni yineleyip durmuştu.
Evet, “sındıka” diyordu, “sendika” değil. “Sendika” diyemez miydi? Diyebilirdi elbet. Ama “sendika” sözcüğündeki ünlüler Türk dilinin ses uyumu kurallarına aykırı geliyordu.
İkincisi: Derste öğrencilerine sık sık yabancı dilin önemini vurgulardı Hüseyin Bayaz. İkide bir şu cümleyi yinelediği söylenir:
“Çocuklar, yabancı dil öğrenin. Bir dil bir adamdır, iki dil iki adam. Siz de iki adam olmak istiyorsanız bir dil daha öğrenin. Söz gelimi ben, iki adamım. Niye? İngilizceyi biliyorum da onun için. Hem de ben İngilizceyi kendi kendime öğrendim. “Life” Dergisi okuyarak öğrendim hem de, Life dergisini okuyarak! ..”
İşin esprisi: Hocamız “yaşam” anlamına gelen İngilizce “life” sözcüğünü “layf” diye değil, yazıldığı gibi “life” diye okuyordu.
Hemen hemen herkes bilir ki, iyi bir Tarih öğretmeniydi Hüseyin Bayaz öğretmenimiz. Ama o sadece Tarih öğretmeni değil yaşam öğrenmeniymiş aynı zamanda. Çok iç çektim bunu geç ayrımsadığım, düşüncelerinden yararlanamadığım güzel insanı daha önceleri yeterince tanıyamadığım için. Ne yazık ki öğrenim yıllarımda hiç dersimize girmemişti, öğretmenim de olmamıştı.
Hüseyin Bayaz’ın değerini “Köroğlu Gaziantep Rivayeti”ni okuyunca anladım. Yapıtı Milliyet Yayınlarının Müdürüyken sevgili Ülkü Tamer’in yayın yaşamına kattığını biliyorum.
“Köroğlu Gaziantep Rivayeti” hakkındaki en güzel yargıyı Zeynep Karabey vermiş. Ondan dinleyelim:
“...Yerel dilin güzelliği bir yana, Bayaz’ın öyküleme biçim de övgüye değer. Sanki Antep’in eski bir kahvesine oturmuşsunuz, yaşlı bir Antepli başlıyor anlatmaya. Hep aynı tatlı diliyle, hep aynı inançla anlatıyor anlatıyor. Dağlara çıkıyor Köroğlu, dağlardan iniyor... Siz de onunla birlikte ayvazı alıp kaçırıyor, haydi atlıyorsunuz siz de at’a, peşinden… Alıyor sazı eline, açıyorsunuz kulağınızı, dinleyin ne güzel söylüyor...”
Bayaz’ın yayınlanmış başka yapıtları da var: “Nısbi Temsil mi, Dar Bölge mi ile Yakarı” adlı yapıtlarda seçim sistemlerini incelemiş.
Öğretmenimizin bir de Gazetecilik serüveni var. Şehitler Anıtının karşısındaki matbaasında günlük “Halk Dili” gazetesini çıkartmış, bu gazetede başyazılar yazmıştır uzun süre. Bir ara bu gazeteyi “Rüştü Hoca”ya satmış, kendisi CHP’nin yayın organı olan “Gaziantep Gazetesi”nde yazmaya başlamıştır.
Bayaz öğretmenimizin uzun süre basımını yaptıktan sonra Rüştü Hoca’ya sattığı baskı makinesini çok iyi anımsıyorum. Bir ara Hoca’nın matbaasında Cevdet Ustanın çırak olarak çalışmıştım. Babamın beni niçin bir matbaaya çırak koyduğunu düşünüp dururken bu makinenin satın alınıp Suburcu’daki dükkânımıza taşındığını görerek çok sevinmiştim.
Hüseyin Bayaz neler yazardı Halkın Dili’nde bilmiyordum. Ama onun düşüncelerini yayan gazeteyi her sabah koltuğumun altına alarak “Şunu yazıyor, bunu yazıyor” bağırışlarıyla Suburcu’dan Karagöz’e, oradan Eskisaray Caddesine, Elmacı Pazarına doğru akardım.
Çocuktum. Gazeteyi satarken öbür müzevzii çocuklara özenir yalınalyak koşardım. Onlardan geri kalmamak için. Koşarken söndürülmeden yere atılmış izmaritlere basardım; tabanım yanar, fena halde canım acırdı. Bu anımı ilk öykülerimden birinde “Yanık Yanıktı Ayaklarının Altı” adlı öykümde yazmıştım. Bu öykü Yalçın Dai tarafından kentimizde çıkarılan Meşale Dergisinde yayımlanmıştı.
Türk Dil Kurumu üyesi de olan Hüseyin Bayaz’ın hayran olduğum bir yanı daha var. Şairliği... Onun şiirini değerlendirmeden önce günümüz Gaziantep’inde şair geçinenlerden söz etmek istiyorum. Elli yıl önce yazılmış bir şiirin yepyeni kalabilmesi onun aynı zamanda iyi bir şair olduğunu da gösteriyor. Keşke sürdürseydi öğretmenimiz şiir yazmayı.
Şairlerimiz(!) den kimileri Aşık Kerem şiirinin etkisindedirler halen. Ne birinci yeniden haberleri vardır, ne ikinci yeniden, ne toplumcu gerçekçi şiir akımından...
Çağdaş Türk şiirini, dünya şiirini okumazlar. Çağdaş Türk şairlerinden üç tanesinin adını sayamazlar. Haftada bir gün olsun Cumhuriyet alıp, bu gazetenin kitap dergisi ekinde yer alan “Şiir Atlası”na bir göz atmazlar. Bunu yapsalar dünya şiirinin günümüzde nerede olduğunun ayırımına varabilirler. Kendileri şiirin neresindeler, bunu görebilirler… Şiirde imgenin, simgenin önemi akıllarının ucundan bile geçmez bunların. Varlık dışında bir sanat edebiyat dergisi var mı yok mu bilincinde bile değildirler. Ne yazık ki ben bunları söylerken yıl 2006’dır.
Oysa Hüseyin Bayaz’ın 66 yıl önce yazdığı şiir ne kadar yeni, ne kadar pırıl pırıl, ne kadar çağdaştır. Buyurun birlikte okuyalım:
“AY VE GÜN
Gün ayın peşisıra/Eski tuzağa düştü/Işık rengi bakıra/Döndü toprağa düştü.
Güneş bir ağa düştü/Büyüdü dağa düştü/Bir şehsuvar atından/Sırma otağa düştü.
Duyuldu acı bir ses/Ürkerek baktı herkes/Aldı derin bir nefes/Güneş yatağa düştü.
Yeşil, mavi karardı/Zühreyi uyku sardı/Ay bilmem ne arardı/Yolu uzağa düştü.
Göründü Samanyolu/Gene hicranla dolu/Bayaz, kalbi burkulu/Gün yaman çağa düştü.
Başpınar/1940”

Evet, şiirde “Üç hececiler” etkisi var ama onlardan daha yeni, daha kalıcı. O zamandan imgeyi keşfedebilmek, kullanmış en azından.
Aziz Nesin’in yakın dostlarındandır Bayaz Öğretmenimiz. Sevgili Nesin’in bir güldürü öyküsünde konu ettiği Gaziantep’teki tarihi eser kıyımını ikisi aynen yaşamışlardır. Hani şu, Gaziantep’e gelince Bayaz Öğretmen Nesin’e “Seni tarihi şu hana götüreyim, tarihi bu hamama götüreyim diye yola düştükçe aradığı hanları hamamları yerinde bulamayıp, “Yahu nereye gitmiş bu hanlar hamamlar...” diye şaşmıştır ya...
Bayaz öğretmenimle ilgili bu yazımı bitirmeden önce yaşamı hakkında da bir iki söz söylemek isterim.
1902 yılında Gaziantep’te doğdu. İlk ile orta okuldan sonra Ticaret Lisesinde öğrenimine başladı. Ancak bu sıralarda babası ölür, kendisi ailenin büyük evladı olduğundan işlerin sorumluluğunu yükümlenmek zorunda kalarak öğrenimini sürdüremez.
Bunun yerine Çapalı köyündeki geniş arazilerinin işletilmesiyle ilgilenir. Ne var ki okumak kanayan yaradır içinde. Yeniden okumaya karar vererek İstanbul Kabataş Erkek Lisesini sonra da Hukuk Fakültesini bitirir. Bir süre avukatlık yaptıktan sonra yeniden çiftçiliği, ardından da öğretmenliği seçer.
1937 yılında Saniha Salihoğulları’yla evlenen Hüseyin Bayaz öğretmenimizin Tuğrul ile Uygut adını verdiği iki oğluyla Gülgü adını verdiği bir kızı dünyaya gelmiştir.
Öğretmenimizi 1989 yılında 87 yaşındayken yitirdik. Onu tanıyamayanlar adına üzülüyorum. Işıklar içinde yatsın.

Fevzi Günenç
Kayıt Tarihi : 25.6.2009 02:26:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Fevzi Günenç