Düşman kurşunlarına bağrını açan kahraman Mustafa Yavuz
Adı Mustafa’ydı. Eğer soyadı yasası çıkmasaydı, elbette ki soyadı yerine babasının adıyla anılacaktı. Soyadı yasası çıkınca da Yavuz soyadıyla anıldı. Nereden geliyor Mustafa’nın Yavuz’luğu?
Cin gibi bir çocuktu o. Şimdilerde “süper aktif” diye anılan çocuklardan… Mahallede, okulda hiç bir akranı eline su dökemezdi onun. Her konuda başarılıydı. Derste, oyunda, koşuda, sapantaşı atmada, yüzmede…
Alleben Deresi’nin dili olsa da söylese… Onun zamanında da vardı elbette Alleben’in Yedi Söğüt Gölü, Sekiz Söğüt Gölü… Arkadaşları suları sığ olan Yedisöğüt’te yüzme konusunda duraksarken o, derinliği kendi boyunun iki katına ulaşan Sekiz Söğüt’te yüzmekten kaçınmazdı.
Ondan söz edilirken artık:
“Hani şu Yavuz Mustafa var ya canım, işte o…” diye konuşuluyordu.
Bu nedenledir ki arkadaşları Mustafa adını unuttular, Yavuz diye çağırmaya başladılar kendisini. Özellikle de Yedek Subay Okulu’nda… Öğretmenleri ise Mustafa Yavuz demeyi seçtiler.
Mustafa ilk öğrenimini yaptıktan sonra Ticaret lisesi’nde okumaya başladı. Ne yazık ki burada okuyamadı. Çünkü tam o sırada 1. Dünya Savaşı başlamıştı.
Osmanlı’nın toprakları tehlikeye girer de Yavuz Mustafa buna seyirci kalır mı? Hemen Şam’a gider, orada Yedek subay talimgahına katılır.
Yedek subay olarak orduya katıldığında daha 18 yaşında bıyığı yeni terlemeye başlamış bir delikanlıdır.
Savaş boyunca ikmal birliklerinde görev yapar. Rütbesi artık teğmenliktir. 1918’de vatan görevini bitirip doğduğu kente döner Mustafa Yavuz.
İkinci Dünya savaşı sona ermiştir ama, yurdumda hala düşman çizmeleri fink atmaktadır. Türkiye’mde bir kurtuluş savaşı başlamıştır artık.
O çizmeleri bu toraklardan kovmak için canı, kanı pahasına, kıyasıya bir savaşa tutuşmuştur Türkler.
Bu kanlı savaşlardan biri de bizim yöremizde yaşanmaktadır. Antepliler önce İngilizlere, sonra Fransızlara karşı kurtuluş mücadelesi vermektedir.
Mustafa Yavuz Antep’e gelir gelmez Heyeti Merkeziye’ye koştu. Savaşmak için görev istedi. Ona Yıldırım Taburu’nda görev verildi.
Yıldırım Taburu’nun komutanı Hazinedar lakabıyla anılan sonradan bu lakabı Yıldırım’a dönüşen Kâmil Bey’di. Yıldırım Taburu, Şehir içi Mukavemet Kuvvetleri Komutanı Özdemir Beye bağlıydı. Şefik Özdemir Bey’e…
Yıldırım Taburu’nun üçüncü Bölüğünün komutanı Şemsi Hasan bey adındaki, gözünü budaktan esirgemeyen bir askerdi. Yiğit Teğmen Mustafa Yavuz’la yiğit komutanı Şemsi Hasan arasında, ilginç bir konuşma yaşanır.
Her gün Mustafa Yavuz, komutanına tekmil vermektedir. Bir sabah tekmilinde bölüğün silahlarını sayarken:
“İki de makineli tüfekle emir ve görüşlerinize hazırım komutanım” diye konuştu. Komutan şaşırmıştı. Daha doğrusu Yavuz’un şaşırdığını sanmıştı. Tekmili tekrarlamasını istedi. Mustafa yine iki makineli tüfeğin olduğunu tekrarlayınca Komutan:
“Çocuğum, bölüğümüzde bir tek makineli tüfek olduğunu biliyorum. Sen niçin ısrarla iki tane olduğunu söylüyorsun! ” diye ona çıkıştı.
Mustafa Yavuz.
“Bugün bölükte her ne kadar bir tane makineli tüfek görünüyorsa da, yarın bunun iki tane olduğunu göreceksiniz komutanım.”
Nasıl yani?
Karşı tepede mevzilenmiş olan düşmanın da bir makineli tüfeği var. Bu makineli tüfek çok arkadaşımın canına kıydı. Çok Antepli o tüfekten gelen yaylım ateş sonucu şehit düştü. Arkadaşlarımın intikamını almak için emin ettim. Bu makineli tüfeği ele geçireceğim, bölüğümüze getireceğim! ”
Artık Komutan Şemsi Hasan için onun alnından öpmekten başka yapılacak şey yoktu.
Mustafa gerçekten de andını yerine getirdi. Bir gece baskınında düşmanın makineli tüfeğini ele geçirerek bölüğüne taşıdı.
Şemsi Bey, bir çarpışma sırasında şehit düştü. Bunun üzerine 3. Bölük Komutanlığı Mustafa Yavuz’a verildi.
Mustafa Yavuz, devraldığı şanlı bölüğün şanını devam ettirmek hatta yükseltmek için olağanüstü çaba gösterdi. Düşman üstüne sık sık baskınlar yaptı. Büyük yararlıklar sağladı.
Analar bir yandan cephedeki çocuklarına çorap, giysi gibi şeyler örerken bir yandan da onları evlendirmek gibi çabalara girişmişti. Bunun tek nedeni yavruları savaşta şehit düşerek yaşamını yitirirse, geride ailenin adını yaşatacak bir evlat bırakması düşüncesiydi.
Diğer asker anaları gibi Mustafa Yavuz’un anası da böyle bir girişimde bulundu. Ancak aldığı cevap çok sertti.
“Ana ana, ne diyorsun sen! Millet can pazarındayken evlenmeyi hangi asker düşünebilir? Bir gün daha yaşayıp yaşamayacağım belli değilken, elin zavallı kızını dul bırakmaya ne hakkım var? Ben bugün vatanımın aziz topraklarıyla evliyim. Başka eş istemem. Eğer yarın bu güzel yurdu kurtarırsak, ben de sağ kalırsam, seve seve elbette ki evlenir, vatanıma yeni askerler katarım…”
Annesi onun ne kadar kararlı bir insan olduğunu bildiğinden bu konuda daha fazla ısrar etmedi.
Antep’in Gazi savaşçıları nerede daralsalar, yanlarında hemen Yıldırım Ordusunun Yıldırım Taburu Üçüncü Bölüğünü buluyordu. Bölüğün komutanı Mustafa Yavuz “Allahallah! ” nidalarıyla düşmanın üstüne her zaman sanki gerçek yıldırım hızıyla ağıyordu.
Antep Savunması sırasında Ermenilerin yerleşkesi Kayacık Mahallesi olmuştu. Düşman da doğal olarak bu iç hainlerimizin yanında yer alıyordu.
Kayacık Mahallesi’nin Kuzeyinde Anteplilerin Çınarlı Cephesi vardı. Az daha ötesinde Tabakhane Cephesi… Düşmanla gazilerin arasındaki mesafe çok yakındı. Onların amacı Çınarlıyı ele geçirmekti. Bu kentin düşmesi demekti. Kentin düşmemesi için kanları, canları pahasına savaşıyordu Antepli gaziler.
Bir defasında düşman nerdeyse amacına ulaşmıştı. Türklere büyük zayiat verdirmişlerdi. Çınarlıya doğru iyice ilerlemeye başlamışlardı. İşte tam bu sırada yıldırımlar yağmaya başladı üzerlerine.
Tabakhaneden kalkıp gelen “Allahallah” nidaları düşmanın üstünde balkımaya başladı. Bu nidalar Yıldırım Taburunun,
Tabakhaneden gelen yardımı gören Çınarlı Cephesindeki savaşçılardan sağ kalanlar sevinç içinde doğruldular. Canlarına can gelmişti. Onlar da oradan saldırdılar. Düşman iki ateş arasında kalmıştı. Neye uğradıklarını şaşırdılar. “Pırnı pırnıya” düştüler.
O gün Antepliler Çınarlı cephesini kaptırmamakla kalmamış, yeni bir zaferle düşman silahlarının pek çoğunu ele geçirmişti.
Yavuz’un bölüğü, bir defasında Balıklı Cephesinde görevliydi. Balıklı Cephesi de düşmanın yoğunlukla biriktiği Kayacık mahallinin batısında ve çok yakınındaydı.
Gece yarısı düşman gündüz yaptıklarının keyfiyle rahat bir uykuya dalamıştı. Onların büyük bir sessizlik içinde mışıl mışıl uyumaları Üçüncü Bölük komutanının pek ağırına gidiyordu. Gözlerine uyku girmeyen komutan Yavuz:
Bunlar benim topraklarımda böyle rahat rahat nasıl uyuyabilirler. Onların rahatlarını kaçırmazsam bana da bütün uykular haram olsun! ” diyerek giyindi, kuşandı. Mavzerini omuzladı, el bombalarını beline kuşandı. Yanına hiç kimseyi almadan düşman kuvvetlerine doğru yürüdü.
Arkadaşları onun ardı sıra gelmek istedi ama Yavuz izin vermedi, onları durdurdu.
“Bu işi tek başıma yapacağım…” dedi.
Arkadaşları onun bu girişimi karşısında kaygılandılar. Biraz sonra kızılca kıyamet koptu. Düşman cephesinde kurşunlar atılıyor, bombalar patlıyordu.
Üçüncü ordunun gazileri, “ne yapsak, komutanımızın yardımına mı koşsak? ” diye duraksarken Mustafa Yavuz’un öteden ellerini sallayarak, neşe içinde geri döndüğünü gördüler. Herkes sevinç içinde onu kucakladı.
“Düşmanın uykusunu kaçırdım…” diyordu gülerek. “Artık benim topraklarımda öyle rahat rahat, mışıl mışıl uyuyamazlar. Onlar uyuyamaz ama artık ben rahat uyuyabilirim…”
Görevini yerine getiren insanların huzuru içinde uyudu.
Bundan sonraki günler, Mustafa Yavuz da diğer tüm Antepli mücahitler gibi, kentinin düşman çizmesinden kurtulması için canla başla ölümünü savaşım verdi.
Bu güzel, bu sevgili insan, son kahramanlığını 31 Ocak 1921 gecesi gösterecekti. Ne yazık ki o geceden sonra Mustafa Yavuz Gazianteplilerin kalbinde yaşayabilecekti.
Şehit olurken duyduğu en büyük üzüntü, topraklarımızın düşman işgalinden temizlenmiş olduğunu görememek olacaktı elbette. Ama onun aziz ruhu umarım bu kurtuluşa tanık olmuştur. Bu nedenle de Çınarlı semtinde Atatürk Bulvarı üzerinde bulunan Şehitler Anıtı altındaki Şehitlikte rahat rahat uyuyacaktır.
Antep’te 1921 yılının ocak ayı da kuşatma altında geçti. Kentte artık yiyecek içecek namına hiçbir şey kalmamıştı. Heyeti Merkeziye Toptandı. Ne yapılacağını dair fikirler öne sürüldü. Sonunda şu karara varıldı:
Düşmanın kuşatmasını yarma girişiminde bulunulacak. Bunu başaranlar dışarıdan kente yiyecek sağlayacak.
Kuşatmanın yarılmasına karar vermek kolaydı da, bunu gerçekleştirmek o kadar kolay değildi. Düşman kuvvetleri Antep kuvvetlerinden kat kaç üstündü. Modern silahlarla donatılmıştı. Topları vardı. Makineli tüfekleri vardı.
Bizimkilerin tek silahı tüfekti. Çoğu da kırma av tüfeğiydi. Cephane yoktu. Cephaneyi mağaralardan elde ettikleri güherçilelerden barut yaparak sağlıyorlardı.
Yarma hareketi gece yarısı havaya beş el silah atışıyla başlayacaktı. Bir çok gazi yarma hareketi için gönüllü olarak hazırlanmıştı. Kulaklar gecenin karnını yaracak olan 5 el silah sesindeydi.
Sonunda duyuldu beklenen bu ses. Düşman hiç önemsemedi bile bu atışları. Olağan atışlardan sandılar. Arkası kesilince de unuttular.
Antep’in yiğitleri ise sessiz adımlarla onlara doğru yaklaşmaya başlamıştı bile. İliklere işleyen bir soğuk vardı. Ne ki, soğuk ateş gibi yakan, bıçak gibi kesen etkisi umurunda değildi yiğitlerin.
Onların tek düşündüğü, düşman güçlerini yarıp kent dışına çıkmaktı. Bunu ölüm pahasına başarmaya kararlıydılar hepsi de…
ş bu kadarla bitmeyecekti. Onlar çevre illerden, kasabalardan, köylerden, toplayacakları yiyecekleri, at üstünde değil, katır ya da eşek sırtında değil, kendi sırtlarında taşıyarak, yine bu ölüm çemberini yarıp kente taşıyacaklardı.
Bunu bedeli yüzde doksan ölüm olan görevi yerine getirmeye zorunlu hissediyorlardı kendilerini yiğitler. Çünkü evlerde bebeler açlıktan ölmek üzereydi. Bebelere beslenmeleri için olmasa bile doymaları, yaşayabilmeleri için yiyecek gerekliydi. O bebeler şehit olan gazilerin adlarını yaşatacaklardı. O bebeler büyüyecek, elleri silahı kavramaya başlar başlamaz, yeniden saldırıya uğrarsa vatan, vatanın savunmacısı olacaklardı gelecekte.
Mustafa Yavuzun bu yarma hareketindeki görevi neydi? Yoksa onun bölüğü de yarma hareketine katılarak dışarıya çıkacak, civardan yiyecek mi temin edecekti?
Hayır, Yavuz’un 3. Bölüğü yarma hareketine girişen Antepli Yiğitlerin çıkışını kolaylaştırmak üzere, dikkatleri kendi üzerlerine çekeceklerdi.
Ne dikkati, doğrudan doğruya ateşi, ölümü kendilerine yönelteceklerdi, düşmanı şaşırtmak için…
Bölük Çıksorut mevkiinde mevzilendi. Yavuz, düşmandan kıpırtı gelinceye kadar hareketsiz kaldı. Ne zaman ki yama hareketine katılanlar düşman nöbetçilerince fark etldi, üzerlerine ateş açılmaya başladı, işte o zaman “Ateeeş! ” emrini verdi Bölük komutanı Yavuz.
Gecenin önemli bir harekâta gebe olduğunu anlayan düşman ayaklanmıştı. Ayaklanan düşman güçleri bu kez yarmaya katılanlara değil, hedef şaşırtan 3. Bölüğün üzerine ölüm kusmaya başladı.
Toplar eteş ediyor, makineli tüfekler kuşun yağdırıyor, el bombaları orada burada patlıyordu.
Atılan her top mermisi, her kurşun, her el bombası can alıyor, canlar alıyordu.
“Öyle de ölüm, böyle de ölüm! ” diye bir ses duyuldu s-gecenin içinde. Bu 3. Bölüğün komutanı Mustafa Yavuz’un sesiydi.
“Hücum arkadaşlar, hücuuum! ..” Hep biz ölecek değiliz ya, biraz da onlar ölsün! ”
Bunları söyledikten sonra ileri atıldı. Düşman güzlerinin üstüne doğru koşmaya başladı. Elinde sadece bir tabanca vardı. Tabancadan fırlayan her kurşun bir düşmanı yere seriyordu.
Komutanlarının bu kahramanca girişimi karşısında, bölüğün bütün askerleri ölüme değil de sanki düğüne gider gibi saldırıya geçti.
Tam bu sırada, serseri bir kurşun geldi, bu güzel insanın karnına saplandı.
Mustafa Yavuz, yandım anam! ” diye bağırmadı. “Gık” bile demedi. Askerlerinin moralini bozmamak için dişlerini sıktı sadece.
Yakınındaki arkadaşları onu koltuklayıp ıssıza çekmek istedi. “Bırakın beni…” diye inledi o. Siz devam edin! Başı döndü, sendeledi, yere yığıldı.
Askerlerinden birisi komutanını sırtladı, hızla kente uçurdu. Mustafa Yavuz Antep’te Doktor Mecit (Barlas) ile Doktor İbrahim (Söylemez) tarafından ameliyat edildi. Ne var ki, kurtarılamadı.
Kahramanımızın cenazesi önce Hüseyin Paşa Camiine defnedildi. Ancak onun bir vasiyeti unutulmadı: “Şehit olursam beni, öbür şehit arkadaşlarımdan ayrı yere gömmeyin! ”
Orada yalnız bırakmadı Gaziantepliler onu. Cenazesi daha sonra buradan alınıp, 6500 Antep Savunması şehidinin kemiklerinin bulunduğu Şehitler Anıtı’nın altındaki şehitliğe getirildi.
Kahraman Mustafa Yavuz kurtuluştan sonra elbette ki unutulmadı. Ona türküler düzdü ozanlar: “Yiğidim Aslanım Yavuz Mustafa’m/Çınarım vuruldu, devrildi dostlar…”
Düşman kurşunlarının öldüremediği, yoksulluğun öldürdüğü gazilerden biri de Mustafa Yavuz. Mustafa Yavuz gibi yurdunun kurtuluşuna katkıda bulunanların unutulmaması için bazı şehitlerimizin adı caddelere, mahallelere verildi. Keşke devlet, belediye adını bir mahalleye vereceğine, çocukları yoksulluk içinde yaşamasınlar, diye ailesine bir maaş bağlasaydı.
Yavuzlar mahallesinde oturanlar, lütfen merak edin. Mahallenizin adı niçin Yavuzlar? Sonra da, canı pahasına sizleri o sıcak yuvalarınıza kavuşturmada emeği olanları anıp, gönül borcunuzu ödemek için olsun onlara dua edin.
Kayıt Tarihi : 24.6.2009 18:20:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!