Benim Güzel Gazianteplilerim:
Bahçesinde ebruli hanımelleri açan kahraman: Gazi Mustafa Fevzi Akdoğan
Adımı Mustafa Fevzi bey amcadan almışım. Dedemle o kadar iyi arkadaşlarmış ki, içtikleri su ayrı gitmezmiş bir zamanlar. Bu dostluğu pekiştirmek için de dedem onun adını vermiş bana.
Ne yazık ki hiç çocuğu olmamış Mustafa Fevzi bey amcanın. Olsaydı belki o da silah arkadaşı Ökkeş Bahri’nin adını koyardı ona.
Savaştan sonra, Belediye Başkan Yardımcılığı, Özel İdare Müdürlüğü gibi görevlerde bulunarak emekliye ayrıldıktan sonra inzivaya çekilmiş gibi kapandıkları Eblahan’daki Çıkmaz sokakta eşi Şükriye hanımla uzun yıllar yaşadı.
Şükriye hanım da sevgilisiydi Akyollu, Tepebaşılı, Kozanlılı, Eyüpoğlulu, Kayacıklı kadınların. Hepsine nur topu gibi evlatlarıyla birlikte bir kez daha can bağışlayan bir ebeydi çünkü o.
“Mısta Fevzi bey” diye anılırdı aile içinde Mustafa Fevzi Akdoğan. Antep harbinin ünlü kahramanlarındandı. O kadar engin gönüllüydü ki, gerçekleştirdiği hiç bir kahramanlığının gündeme getirilmesini istemezdi.
Onun değerini bir tek silah arkadaşı olan dedem Ökkeş Bahri Günenç ile Ali Nadi Ünler bey amca bilmişti. Üçü birbirlerinin gösterdikleri yararlıkları sır gibi saklarlarmış. Neden? Çünkü onlar vatan için, namus için savaşmışlardı. Öğünmek, bu öğünçten yarar sağlamak için değil.
Üç arkadaştılar. Üçü de teğmen olarak gelmişti Antep’e. Ökkeş Bahri, Ali Nadi, Mustafa Fevzi… Hemen ellerine silah tutuşturulmuş, Ayıntap çevresinde oluşturulan cephelere komutan olarak yollanmışlardı.
Mustafa Fevzi Akdoğan bey amcanın bir yeğeni Nuri Akdoğan’ndı. Gaziantep’in ünlü Suburcu Caddesinde berberlik yapadı. Berberdi Nuri amca ama öyle böyle bir berber değildi. “Sosyete berberi” diye geçerdi adı.
Berber Nuri amcanın bir de lakabı vardı. “Topal Nuri” derlerdi ona. “Antep harbinde kaybetmişti bir ayağını” diyeceğim ama yerinde bir tahmin olabilir mi bu, bilmiyorum. O yıllarda herhalde çocuktu Nuri amca?
Kim bilir belki de şehri durmadan döven Fransız toplarından birinden o da almıştı nasibini. Çocukluğundan beri sürükleyip durmuştu düşmandan andaç kalan yapay ayağını.
Berber Nuri amca “Topal Nuri” diye anılmaktan hiç de rahatsızlık duymayan biriydi. Amcası Mustafa Fevzi Akdoğan’ın görkemine uygun onurlu bir yaşam sürdü, herkes tarafından hep saygı gördü.
Mustafa Fevzi Akoğan bey amcanın bir yeğeni daha vardı. Gaziyurt Matbaasında çalışan Mehmet Akdoğan’dı o. Beyaz benizli, uzun boylu, güler yüzlü sonsuz saygılı terbiyeli bir ağabeydi.
Her iki yeğen de babalarını Antep harbinde kaybetmişti. Buradan yola çıktığımızda Mustafa Fevzi beyin iki erkek kardeşi olduğunu anlıyoruz.
Mustafa Fevzi bey denince aklıma güzel, bakımlı bir bahçe gelir. İçinde ebruli hanımelleri açan güzel bir bahçe… Başka bir çok çiçeklerin de renk cümbüşüne dönüştürdükleri bir bahçeydi burası…
Bahçenin her yanı ekinliklerle doluydu. Sanırsınız ki dünyanın bütün çiçekleri yer almıştır bu ekiniklerde. Ekinliklerin bir özelliği vardı. 35’lik boş rakı şişeleriyle çevriliydiler.
Bahçenin bakımı Şükriye teyzeye aitti. Her akşam bir tane rakı şişesini boşaltmak ise Akdoğan amcanın göreviydi. Teyzemiz o boş şişeleri biriktirir, sonra onları çiçekliklere duvar yapardı. Hayatımda çevresi şişelerle çevrilmiş, güzel özge bir bahçe görmedim.
Çocuklarının olmaması, belli etmemeye özen gösterdikleri bir hüzün salardı bu güzel çiftin yüreklerine.O nedenle halalarım Zahide’yi, Fatma’yı, Leman’ı öz kızları gibi severlerdi.
Babamla Kemal amcama, Burhan Cahit amcama da kendi oğullarıymış gibi davranırlardı. Ben ise göz bebekleriydim zatenm, söylemeye gerek yok.
Ali Nadi bey amcaya eşi Fatma teyzenin kızları Meliha’yla Altan kızlarına da aynı coşkulu sevgiyi gösterirlerdi. Bu çiftin Ayhan oğluyla Orhan oğluna da öyle…
Üç eski savaşçı sık sık buluşurdu birbirlerinin evinde. Ben bu kalabalığı bizim Sadık Çavuş sokağındaki evimizde de gördüğümü anımsıyorum. Ali Nadi bey amcaların Eyüpoğlu mahallesindeki Küçük Kastelbaşı sokağında da…
En çok ise Mustafa Fevzi bey amcaların Eski Doğumevi sokağını uzantısı olan çıkmazdaki o renk cümbüşü bahçeli evinde buluşulduğunu anımsıyorum.
Mustafa Fevzi bey amcagil konuğu çok sevdikleri için mi en çok onların evinde buluşurduk?
Yoksa? ..
Bu “yoksa”nın devamı ilginç:
Evin odalarından birinin pencereleri Değirmisuvağa bakardı. Şimdi siz “değirmisuvak”ı da bilmezsiniz. Değirmisuvak, halkevinin yakınındaki, trafiğin kolkay işlemesi için daire biçiminde yapılan orta refüjün adıydı. Her zaman yemyeşil otların arasına saklanmış rengârenk çiçekler olurdu burada da.
Değirmısuvağın önünde yazlık Dumlupınar Sineması vardı. Haftada bir yeni film gelirdi bu sinemaya. Biz çocuklar, gençler doluşurduk pencerelere. Bedavadan film izlerdik oradan.
Filmi izlerken burnunu çeke çeke ağlardı kimi zaman halalarım, Bedia abla, sonradan küçük amcam Burhan Cahit’le evlenerek yengem olan Altan ablam da…
Filmi izlerken arada bir kendilerini tutamaz kahkahalar atardı beş kız. Çocuklarının bu kahkahaları üzerine başlarını onlara döndürürdü anne babalar. Kahkahanın nedenini anlayamazlardı ama sanki anlamışlar gibi tebessüm ederlerdi her seferinde.
Çocuklar film izlerken, bir köşeye çekilmiş olan anneler, günün dedikodularını nakışlardı. Babalarsa sanırım savaş anılarına dönerlerdi. Erkeklerin önünde kısa boylu bir masa olurdu. Masanın üzerinde içi kar yüklü bir su sürahisi, üç su bardağı, üç de tek denilen ufak rakı bardağı olurdu hep.
Meze olarak da sanırım günün meyveleri yer alırdı masada. Korkarım bu meyve de zerdaliden başka bir şey olmazdı. Eğer çocuklardan artmışsa üç beş sarı zerdaliye dokunmaya çekinir, içkiyi yuvarladıktan sonra yumruklarıyla kurularlardı dudaklarını babalar.
Ali Nadi bey amca içkiye dükün biri değildi. Mustafa Fevzi bey beş “tek”i yuvarlayıncaya kadar o, ilk tekini ancak yarılamış olurdu ancak.
Dedem içerdi ama konuk evinde hesaplı davranırdı. Kıtlıktan çıkmışçasına saldırmak olmazdı içkiye.
Arkadaşlarının yavaş gittiğine aldırmayan adaş amcamsa arkası arkasına yuvarlardı tekleri. Gözleri de dalar giderdi bu ara. Sanki anlatmak istediği çok şeyle doluydu da, kendini tutardı söylememek için hep.
Bu suskunluğun, bu içe gömülmüşlüğün sırrını bir gün dedemin sarhoş kafayla ağzından kaçıracağı bir cümlede bulacaktım.
“İyi arkadaş, hoş arkadaş, mert, yiğit arkadaş ama işte biraz kızıl…”
Dedem bütün ısrarlarıma karşın ağzından daha fazla bir şey kaçırmayacaktır bu konuda.
“Kızıl ne dede? .. Kızıl ne, ha? ...”
Dedem o günlerin beş altı yaşındaki torununa yanıt vermese de, o torun yıllar sonra anlayacaktı adaşının gizini. O halkçı bir insandı. Sosyalistti yani biraz daha açacak olursak…
Canım dedem, ayırımında değildi ama asıl “kızıl” olan kendisiydi.
Halkımızın savaşlarda hep ölüme, öne sürülmesi, savaş sonrası da ganimetin varsıllar arasında bölüşülmesi kahrederdi onları.
Bu nedenle de küserdi topluma Mustafa Fevzi bey amca. Susardı. İçerdi. Çiçekliklere 35’lik rakı şişeleri hazırlardı.
Mustafa Fevzi bey amca Mustafa Fevzi bey amca! ..
Ben senin yerinde olsam kendimi içkiye vurup susmazdım öyle. Haykırırdım o haksızlıkları, haksızların yüzüne! Bunun bedeli ucuza mal olmazdı bana elbet ama hiç olmazsa içkiyle hançerlemezdim kendimi, gerçekleri içime ata ata…
Öyle de olsa, böyle de olsa, sonunda toprağa karışıyor bedeni insanın. Geriye, eğer bırakmışsa, bir güzel adı kalıyor.
Güzel adlı adaşım, büyük Mustafa Fevzi Akdoğan amcam, yüreğimizin başı olacak her zaman yerin.
Fevzi Günenç
Kayıt Tarihi : 24.6.2009 19:15:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!