BGG 005 / Antep Harbinin batman yürekli ...

Fevzi Günenç
551

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

BGG 005 / Antep Harbinin batman yürekli komutanıydı Dedem Gazi Yüzbaşı Ökkeş Bahri Günenç (Benim Güzel Gazianteplilerim)

Kutladığımız son 25 Aralık Kurtuluş Bayramımızdan birkaç gün önceydi. Sertaç Bilişim’e çağrılıydım. Babası Mehmet Sağlam kadar temiz, iyi niyetli, güzel şeyler yapmaya gönül vermiş bir genç buranın sahibi. Gazanfer Sağlam…
Antep Harbi kahramanlarının çocuklarlınca, torunlarınca yapılacak anlatılardan oluşacak bir CD hazırlıyordu. Kurtuluş etkinliklerinden biri olarak değerlendirilecekti bu CD.
Benden de dedem Ökkeş Bahri Günenç hakkındaki bildiklerimin anlatılması istendi.
Verilen süre sadece üç dakikaydı. Üç dakikada Koca Ökkeş Bahri Günenç’in romana sığmayacak yaşamından ne kadarını anlatabilirdim ki? ..
Dedemle ilgili bildiklerimi elimden geldiğince kısaltarak anlattım. Ama bir şeyi, asıl anlatılması gerekli bir şeyi anlatmayı unutmuştum. Kısa zaman çemberi içine sığacağım diye:
Savaş ganimeti olarak kalan, Ermeni mallarının eşraf tarafından kapışılması sırasında yaşananları…
Eşrafın sadece, bencil bölüşümüne “tuh! ” demesiyle ilgiliydi anlatmak isteyip de anlatamadığım. Bu iğrençliğin içinde kalmayı onuruna yedirmeyişiyle ilgiliydi…
Aşağıda okuyacağınız yazımda, atalarımla, özellikle de Ökkeş Bahri dedemle ilgili bildiklerimi bu kez daha ayrıntılı anlatacağım.
Ama bu anlatı da bir özet olacak yine. Eninde sonunda yazacağım ayrıntılarıyla, bir roman olarak yazacağım aşrıntılarıyla Ökkeş Bahri Destanı”nı.
Oğuz Türkmenleri’nin Günençler’i
XI. Yüzyılda Oğuzlar’dan bir bölümü Maveraünnehr üzerinden İran’a göçmüştü. Bunların içinden bir bölümü de İran’dan daha ötelere Anadolu’ya uzanmayı seçti. Bunlardan Türkmen aşiretinin Günenç kabilesinden olanlar Antep dolaylarındaki kırsal alanlarda yerleştiler.
İçlerinden biri daha da ötelere gitti. Sarıt’ın mezrasına kondurdu göçünü. Orada yaşayanlar Türkmenoğlu diye andılar onu. Türkmenoğlu soyu sürdü. Benim öğrenebildiğim en büyük babamız Kasım’dı. Kasım, Cessim’e; Cesim de Mehmet ile Ökkeş Bahri’ye baba oldu.
Türkmen oğulları çalışkandı. Sarıt Mezra’sını sevmişlerdi. Örnek çalışmalarıyla, yaşayışlarıyla davranışlarıyla burada saygın bir aile oldular.
Merkez ilçeye benim çocukluğumda 27 kilometreydi Türkmen oğulları’nın yaşadığı bu köy. Küçük Kızılhisar’dan geçen kestirme yol açılınca 15 km’ye düştü uzaklık.
Köyümün sadece yolu kısalmadı, adı da kısaldı. Yalnızca “Sarıt” diye anılıyor artık burası.
Canım Annem Zeliş’imin babasıydı Sarıt’lı son Türkmenoğlu. Köylü dedemdi benim o. Ak tenli, gül yüzlü, kısa ak sakalları olan bir hocaydı. Bir Şaman “Koca”sıydı, Dedekorkut’tu sanki…
Mehmet Dedem (annemle babam amca çocuklarıdır) , okumaya karşı büyük özlem duymuştu ama devletin eğitim olanaklarından yararlanamadığından, babası da oralı olmadığından okuyamamış, ancak kendi kendisini yetiştirebilmişti.
Mehmet Dedem, kendisinin kavuşamadığı eğitime küçük kardeşi Ökkeş Bahri Günenç kavuşabilsin istemiş, onu okutmuş.
BATMAN YÜREKLİ KOMUTAN
Küçük kardeşi Ökkeş Bahri’yi önce Antep’te okutur. Onun buradaki ilk ile orta öğrenimi görmesiyle yetinmemiş Mehmet Dedem. Antep’deki medrese eğitimini bitirince kardeşini Mısır’a El Ezher’e göndemiş.
O zamanlar Mısır’a nasıl gidilirdi bilemem. Belki bir bezirganın kafilesine katılır, aylar sonra ulaşırdı Nil’in beri kıyısına. Kimbilir ne çileler çekmişti Kahire’ye ulaşabilmek için canım Dedem. Bugünkü zorluklara katlanamıyor çocuklarımız, ah bir de dünü bilseydiler…
Oradaki eğitimini de bitiren Ökkeş Bahri, ağabeyi tarafından bu kez İstanbul’a, daha yüksek eğitim görmesi için gönderir.
O zamanlar çileli işmiş İstanbul’a gitmek. Belki Mısır’a gitmekten de zor. O zamanlar Antep’ten İstanbul’a kara yolu aşılmaz dağlarla dolu.
Antep’ten, Payitaht’a ulaşmak için ilkin at ya da eşekle Halep’e gideceksin. Halep’ten liman kenti olan Hayfa’ya geçeceksin. Burada İstanbul vapurunun gelmesini günlerce, belki haftalarca bekleyeceksin. Vapura bineceksin aylar süren bir yolculuktan sonra İstanbul’a ulaşacaksın...
Ökkeş Bahri’nin gönlünde subaylık yatarmış hep. O nedenle İstanbul’da askeri okulda okur, kurtuluş savaşı başlayınca yüzbaşı rütbesiyle Antep’e döner.
KARA GÜNLER BAŞALIYOR
Yıl bin dokuz yüz yirmidir. Önce İngilizler, sonra Fransızlar işgal amacıyla Antep’imizi kuşatmıştır.
Kuşatmayı da işgali de kabul edecek insanlar değildir Antepliler. Kenti örgütlü olarak savunmak amacıyla cepheler oluştururlar.
İstanbul’dan döner dönmez Önemli görevler üstlenmiştir Ökkeş Bahri Günenç. Dokuz cepheye ayrılan Antep’in, önce Sarımsaktepe sonra da Aydınbaba Cephelerinin kumandanı olmuştur.
Önemli cephelerdir bunlar. Bu nirengi noktalarına atanabilmek için o kumandanın adam gibi adam, batman yürekli biri olması gerekiyordu.
Ökkeş Bahri Günenç de batman yürekliydi. hem de beş batman yürekliydi, adamın hasıydı.
Kentinin savunması için canıyla başıyla savaşmıştı. Hep öne, hep öne, ateşe atmıştı kendini bu deli dolu kumandan durmadan.
Örnek bir komutan olarak böylesine deli dolu davranacaksın… Durmadan kendini öne, ölümün kucağına atacaksın… yurt toprağını kurtarmak uğruna şehit olmak için gözünü budaktan esirgemeyeceksin. Ne var ki şehit olamayacaksın. Eğer bir suçsa bu, o zamanlar bu suçu işlemişti Dedem Ökkeş Bahri...
Bugünlerde o yurt topraklarını “pazarlayanlar”a bakıyorum da, içlenmekten kendimi alamıyorum.
DESTAN YARATAN ADAM
Kuşatma altındaki Antep’ten çevre köylere şehirden göç vardı. Bunlar Tabakhane semtindeki, Sinler diye adlandırılan yerden yola çıkıyorlardı.
Sonra Dülük yolunu izliyorlardı. (Sin: mezar; sinler: mezarlar demek olduğuna göre, burası Antep’in eski mezarlığıydı demek ki…)
Göçenler kentin savunmasına katkıda bulunamayan yaşlılar, kadınlar, çocuklardı. Heyeti Merkeziye “arada ser-sefil olmasınlar, kör kurşunlarla, serseri bombalarla kurban olmasınlar” diye bunların kentten çıkıp çevre köylere sığınmalarını uygun görmüştü.
Dışarıdan gelenler de aynı yolu kullanmak zorundaydı. Kim gelirdi ki dışardan muhasara altındaki bir kente? Antep savunmasını üstlenenlere erzak taşıyan gönüllüler elbette…
Durumu havadan keşif pırpırlarıyla gözleyip öğrenmişti Fransızlar. Sarımsaktepe’deki makineli tüfeklerini gündüzden Dülük yoluna konuşlandırılar. Geceleri bu noktalara kör ateş açmaya başlarlar.
Ateşler pek etkili olmamakla birlikte, dışarı çıkan kadınları, çocukları tedirgin ediyordu.
Sarımsaktepe’yi ele geçirmek üzere 3. Bölge Komutanı Ökkeş Bahri Bey yönetiminde, içlerinde Karayılan’ın da bulunduğu 200 kişilik bir birlik hazırlandı.
1. ANTEP KUŞATMASI
16 Nisan 1920’de Kolonel Debieuvver komutasındaki iki tabur piyade 105’lik bir batarya top, ve erzak koluyla Kilis’ten Antep’e gelerek, şehri batıdan Azez Yokuşu, Batalhöyük, Çiftçinin Harafı (Şimdiki SSK Hastanesi civarı) tarafından çevirerek kuşatmayı tamamladı.
Kuşatmanın ikinci günü, Dülük Köyünde bulunan Kılıç Ali Beye haber salınarak şehir içine destek istendi.
Antep’in sıkışık durumunu haber alan çevre il, kasaba ve köylerden şehre giriyordu. Bu kuvvetler toparlanarak Kamil Haznedar komutasında Yıldırım Taburu oluşturuldu.
Şehrin cepheleri dört bölgeye ayrıldı ve her birine birer komutan atandı.
Ser verip sır vermeyen dedem şairmiş de meğer. Gizli gizli yazdığı şiirlerden birini nasıl ele geçirebilmiş, sonra da tarih sayfalarına kazımış araştırmacı, tarihçi yazar Cemil Cahit Güzelbey, şaşarım hep. İşte o şiir
İkinci Mıntıka idi Musullu
Mevkii müstahkem sağlı ve sollu
Burada komutan Yüzbaşı Kemal
Mühim bir cephedir olunmaz ihmal
İlk hamlede oldu düşman payimal
Zırhlı hücumuna kaledir yahu!

Üçüncü Mıntıka Aydınbaba’dır
Kumandanın giydiği yünden abadır
Harman başında sanki yabadır
Savur düşmana dumanı yahu!

Kumandanın adı Bahri payandır
Halimiz Allahım size ayandır
Uyandır kalbimiz Allah uyandır
Maddâlar tehlike değil mi yahu!

Dördüncü Mıntıka Ahmet Çelebi
Bir taşına vermem Şam’ı Haleb’i
Narlı Kule’den de çevir dolabı
Samsak tepesini unutma yahu!

Kumandanın ismi Ahmet Çavuş’tur
Gelmededir düşman, fişek kavuştur
Manevra değildir büyük dövüştür
Özdemir bombası yamandır yahu!
……………………..

(Ökkeş Bahri Günenç, şiirinde de belirttiği gibi bu cephelerden ikisinin komutanıydı. Aydınbaba ile Samsaktepe…)
SARIMSAK TEPE HÜCUMU
Bu birlik ancak tek kurşun atabilen, süngüsü bile olmayan tüfeklerle silahlandırılabilmişti. Yapılan bir baskın sonucu birlik düşman siperlerine kadar dayandı. Ne var ki atacak kurşun bitmişti. Süngü de yoktu. Zafere bir adım kala geri çekilmek zorunda kalındı.
Bu kez şehir düşman hücumuna karşı hazırlıklara girişti. Fansızların kente girmek için başlatatıığı hücum yaman savunmalarla karşılandı. Neyse ki Suriye’de durum karışmış ve 29 Nisan’da Fransız birlikleri Antep’teki güçlerini bu yöreye çekmişti. Birinci Antep kuşatması böylece kendiliğinden kaldırıldı. Ama düşmen çok geçmeden geri dönecekti.
İKİNCİ ANTEP KUŞATMASI
Suriyeden geri dönen düşman birlikleri alabildiğine güçlendirilmişti. 11 Ağustos’ta ikinci kuşatma başlatıldı. Antepliler ölümüne ölümüne düşman üstüne giderek yoğun çatışmalara giriştiler. Ancak Fransızlar Kurbanbaba’da karargah kurmayı başardılar.
Bu arada Özdemir Bey, kent güçlerinin komutanı oldu. Özdemir Bey şehri 6 bölgeye ayırdı ve her bölgeye bir komutan atadı.
Ökkeş Bahri bu bölgelerden Aydınbaba Cephesi komutanı oldu. Bu cephenin Antep savunmasında büyük yararlıkları görüldü.
Gösterdiği kahramanlıklarından dolayı,Büyük Millet meclisinde birinci derecede gazilik madalyasıyla taltif edildi.
Umurunda değildi şan-şöhret, mal-mülk, para pul... Tek istediği onurunun zedelenmemesiydi onun.
Onuru zedelenmedi ama o yoksul bir Antep harbi kahramanı olarak kaldı.
Oturduğu ev Keymıh taşlarla özenle yapılmış, bahçesi mermer döşeli bir bir Ermeni evi değildi. Onun bir evi bile olamamıştır hiçbir zaman. Kayınbabası Hacı Kara’nın, kızı Asya’ya düğün armağanı olarak verdiği Sadıkçavuş Sokağındaki evde yaşayacaktır uzun yıllar.
Orada doğacaktır üç oğluyla üç kızı. Orada dünyaya gelecektir büyük oğlu Necip Bahrinin de üç oğluyla üç kızı. (Necip Bahri’nin oğullarının en büyüğü benim) Maşallah altıdan eksik çocuğu olmazmış ki eskilerin…
Kahraman, kahraman olduğu kadar da son derece namuslu bir adamdı dedem. Namusluluğuna kimsenin diyeceği yoktu. Ama ona kahramanlığı çok gördüklerinden savaşanların önde gelenleri arasında adı fazlaca anılmadı resmi tarihçilerimiz(!) tarafından.
Ökkeş Bahri’nin büyük oğlu Necip Bahri gazeteciydi, küçük oğlu Burhan Cahit Gazeteciydi, torunu bendeniz Fevzi Günenç gazeteci yazar sayılıyorum hasbelkader. Ama bu güne kadar hiç birimiz onun tarihteki hakkı olan yerine oturması için bir çaba göstermedik. Onun yarattığı destanı dillendiremedik. Sanırım bunu her şeyden önce kendisi istemezdi de onun için duraksadık hep.
“Aman be dede! ” diyorum artık, isyanla. “Bunca engin gönüllülük de çok artık! Kendini düşünmediysen torunlarını düşünmeliydin. Haydi paraya pula kul olmadın, eyvallah! Biz de paraya pul kul olmamak için sürünmeyi seçtik bugüne dek, anlarız seni... Ama hiç değilse hakkın olan kahramanlık ününü kaptırmayaydın.
Sen anlatmadın yarattığın menkibeleri kimseye. Ucundan kıyısından büyük oğlun Necip Bahri çekti cimbızla senin ağzından. O da anlattı büyük oğlu Fevzi Günenç’e. Ama benim duyduklarım yazılması gerekenlerin içinde sadece okyanusta bir damlaydı. Neyse ki o kadarını öğrenebilmişim. Hiç değilse o kadarını yazmalıyım diyorum şimdi.
DEDEM HEYETİ MERKEZİYE KOMUTANINI TOKATLIYOR
Kentin savunma alanını kapsayan çevresindeki siperlere sinmiş milisler... Bir sigara ışıldıyor azcık ötede...
“Kim o sigara yakan hayvan! ” diye bağırmak istedi Ökkeş Bahri. Sesinin düşmanca duyulacağını düşünerek sustu. Sigarayı yakana doğru yavaşça yürüdü. Karanlıkta bir suratın yüzerinde patladı şamarı.
Dikkatle bakılınca, milisleri teftişe gelmiş olan Heyete Merkeziye Başkanı, yani kendisinin de üstü, komutanı olduğunu görülür şamarı yiyenin.
Mosmor kesilir Aydınbaba Cephesinin Komutan Yüzbaşısı Ökkeş Bahri.
“Bağışlayın, siz miydiniz? Bilemedim...” diyecektir ama özür dilemeyi onuruna yediremez. Sözcükler boğazına dizilir kalır.
Heyeti Merkeziye Başkanı, “Yarın sen merkeze gel de bir görüşelim...” der ona. Çeker gider.
Ertesi sabah Merkezi Heyetiye’ye gitmeye hazırlanır Ökkeş Bahri. Sabuncu Han’ına doğru yola koyulur. Yanında sadık yaveri Şıh Topuz vardır.
FALAKAYA YATIRMAYA KALKARLARSA BENİ VUR!
“Bak Topuz...” der yolda giderken ona. “Bu adamlar bana muhakkak bir ceza verecekler. Keseme koymazlar Heyeti Meaşkanını tokatlamayı...”
Başını sallar Şıh Topuz.
“Kurşuna dizerlerse diyeceğim yok. Ama herkesin önünde falakaya yatırırlarsa yandım...”
Gözleri bulutlandı Şıh Topuz’un. Koca komutanını yerde, falakaya yatırılmış görmek öldürdü onu da. Bu hayali kovmak için gözlerini yumdu.
Sözlerini sürdürdü Ökkeş Bahri Günenç.
“İşte o zaman iş sana düşüyor. Buna izin vermeyeceksin.”
“Vermem...” diye diklenir Şıh Topuz. “Kurşun yağmuruna tutarım hepsini.”
“Yok, öyle değil... “ diye burukça gülümser Ökkeş Bahri. “Onlar da bizim gibi kentin kurtuluşu için savaşım veren yiğit insanlardır. Kıyılır mı bir tekine bile... Böyle bir şeye yeltenirlerse, o zaman... Daha ben falakaya yatırılmadan, çekeceksin mavzeri, çekeceksin tetiği, vuracaksın beni.”
“Nasıl olur komutanım! O nasıl iş öyle! ”
“Nasılı masılı yok, bu bir emirdir.”
“Emir mi? .. Emrin baş üstüne de..”
Neyse ki Merkezi Heyetiye Başkanı onu cezalandırmak için değil, onurlandırmak için çağırmıştır.
“Senin yaptığını yapardım yerinde olsaydım ben de... “ der. Teşekkür eder. Akılsızlık ettim, düşünemedim. Oradaki herkesin canını tehlikeye attım bir nefes tütün için...”
Aslında hiç de akılsız, düşüncesiz bir insan olmadığını çok iyi biliyordu Ökkeş Bahri, Heyeti Merkeziye Beaşkanının. Biliyordu, Kendilerini sınamak için yapmıştı bunu.
Bu nedenle sevinç içinde döner yaverinin yanına. Mutludur Şıh Topuz da... Onca sevdiği komutanını öldürmek zorunda kalmamıştır.
“ANNEEE, BU KARA ADAM KİM! ”
Ökkeş Bahri, bir ara Fransızlar tarafından tutuklanmıştır. Tutukluluğu sırasında karısı Asya Hanımla ve beş yaşındaki oğlu Necip’in onu görmesine izin veriliyor. Görüşme sırasında küçük Necip öteden babasını görünce korkuyla bağırıyor:
“Anneee, bu kara adam kim! ..”
Zaten kara kuru bir adam olan Ökkeş Bahri Günenç tutukluluk günlerinde daha da zayıflamış, gözleri iyice yuvasına çekilmiştir.
Savaş bitmiş, Ermeniler Halep’e kaçmıştır. Geride onlardan Antep’te bir yığın han hamam, ev kalmıştır. Bütün bunların anahtarları koca bir masanın üstüne yığılır Merkez’i heyetiyenin bulunduğu Sabuncu Hanında.
SAVAŞ GANİMETİNİ KAPIŞAN EŞRAFIN YÜZÜNE TÜKÜRDÜ Toplanmıştır şehrin tüm ileri gelenleri. Hüseyin Ağa “Bu malları bölüştürmeye kalksak kimseyi memnun edemeyiz,” der. O nedenle dileyenin bu anahtarlardan dilediği kadarını alabileceğini söyler. Hangi ahahtar nereyi açıyorsa, orası kendisinin olacaktır. Şansına artık... Masal gibi bir şey...
Herkes en iyi yapının sahibi olabilmenin umudu içinde gözleri ışırken biri var ki gözbebekleri nefretten çakmak çakmak yanmaktadır. Ökkeş Bahri Günenç’tir bu.
“Ya ahali ne olacak? Onlara bir şey yok mu? ” diye sorar. Onlar savunmadılar mı bu kenti? Onların oğulları, kocaları, babalarıı ölmedi mi bu topraklar için? ..”
“Herkese dağıtılırsa kimseye bir şey kalmaz. Dahası eşraf olmanın değeri mi kalır o durumda? ” der Bir Ağa.
“Tuh yüzünüze! ” diye bağırarak ve kapıyı çarparak çıkar gider Ökkeş Bahri Günenç. O günden sonra karısına babası Hacı Kara’dan kalan bir evde yaşayacaktır.
Bunun ne kadar acı verici bir şey olduğunu yüreğinin derinlerinde duya duya... Ama en azından halkın hakkını yemekten çok daha acı olmayacağını düşünerek bunun.
İyi de, a be dede, böyle bir gerçeği senden özge kim düşündü? .. Ermenilerden kalan savaş ganimeti mülklerin üstüne yatarak yoksul halkın hakkını yemenin acısını senden başka yüreğinin derinlerinde duyan oldu mu? ..”
Böyle söylüyorum ya, o günkü davranışların için seni kınıyorum belleme güzel dedem. Ben de senin yerinde olsaydım senin gibi davranırdım. Öyle davrandığın için sana sitem etmiyorum, bütün yüreğimle seviyorum seni.
İSTİKLAL MADALYASINI BİLE İSTEMEDİ
Savaş sonrası Ökkeş Bahri Günenç’in alıp alacağı en büyük ödül Türkiye Büyük Millet Meclisinin vereceği bir İstiklal Madalyası olacaktır.
Ne var ki sağlığında bu madalyayı almaya da tenezzül etmemiştir o. “Ben madalya almak için savaşmadım! ” diyecektir hep. “Ben toprağımı düşman çizmelerinden kurtarmak için, namusumuz için savaştım…” diyecektir.
Ancak ölümünden sonra babam Necip Bahri Günenç almıştır onun hak ettiği istiklal madalyasını. Son yıllarda da onu büyük Amcam Kemal Günenç kilit altında tutmakta, kurtuluş bayramlarında göğsüne takmaktadır.
Engin gönüllülüğün hiç de hoş bir şey olmadığını düşünmüşümdür hep ben. Çünkü insanlar tezavzu gösterirseniz sizi öyle kabullenirler.
Antep harbi kahamanlarınadan Gazi Yüzbaşı Ökkeş Bahri Günenç de gerekenden fazla engin gönüllülük gösteren biriydi. Böbürlenmek, kendini övmek gibi sözcükler deyimler yoktu sözlüğünde.
O kadar çok engin gönüllülük göstermişti ki, savaş sonrası gerçekten hiç bir resmi tarihçi(!) anmak istemedi onun adını.
Sanırım bunun nedenlerinden biri de doğrucu Davut” olmasından kaynaklanıyordu Dedemin. Hiç bir yanlışı kabullenmeyen, hemen karşı çıkan, sivri dilli biriydi o. Bu yüzden de sevilen biri olmadığı söylenebilir çıkar çevrelerinde.
Her dönemde, badireden önce sinmiş korkak kediye dönmesine karşın, kazanılan utkulardan sonra ortaya çıkıp kaplan kesilenler olur. Bunlar mevkilerini başkalarına iftira atarak sağlarlar.
Ökkeş Bahri Günenç için, bu gibilerin en büyük suçlaması, işgal sırasında dedemin Jandarma Komutanlığını üstlenmesiydi.
Onun bu görevi kabul etmesini “hainlik” olarak nitelendirecek kadar insafsızlık yapanlar bile çıkmıştır. Ama Ökkeş Bahri’ Günenç’in yanıtı, bu insafsızların yüzüne tokat gibi yapışmıştır:
“Ben üstlenmeseydim kime verilecekti o görev? Bir Ermeni’ye verilecekti… O zaman görürdünüz dananızın damını siz! Size yine bir şey olmazdı asalında. Olan benim zavallı ahalime olurdu. Jandarma karakollarına çekilip çekilip işkenceye tabi tutulurdu yiğitlerim… Siz ise, Ermeni Komutana kuyruk sallayarak yırtardınız…”
Benim de bir yanıtım var o müfterilere:
“Eğer Ökkeş Bahri Günenç’in bu görevi üstlenmesi bir ihanet olsaydı, her halde Türkiye Büyük Millet Meclisi İstiklal Madalyasına layık görmezdi onu.”
DEDEM, AĞANIN BAŞINA YOĞURT KÜLEĞİ GEÇİRDİ
Dedem Ökkeş Bahri Günenç Savaştan sonra Gaziantep’in bir çok bucağında o zamanki adıyla Nahiye Müdürlüğü yapmıştır. Bunlardan benim aklımın ermeye başladığı zamanlarda şimdiki Batman ilinin bulunduğu yerdeki İloh kasabasına Nahiye Müdürlüğü yapıyordu.
O yıllarda ben daha çok küçük bir çocuktum ama kimi olayları anımsayabiliyordum.
Kasabaya bağlı köylerin ağaları dedem gelinceye dek her işlerini Osmanlı alışkanlığıyla rüşvetle hallederlermiş. Dedem ise kendisine rüşvet teklif edildiğinde küfüre uğramış gibi delilenirdi.
Bunlardan birine ben de tanık olmuştum. Dedemin odasındaydık. İçeriye giren odacı falanca köyün ağasının geldiğini haber verdi.
Dedem sertçe:
“Gelsin! ” dedi.
Ağa içeriye girdi. Ardı sıra yoksul kılıklı iki köylü bir külek yoğurt, bir satıl tere yagı, iki tuluk peynirle onu izledi.
Ağa adamlarına yüklerini indirmelerini buyurdu.
Dedemin zaten hep çatık olan kaşları bir kat daha çatılmış, alnındaki ve boynundaki damarlar gözle görülür biçimde şişmişti. Zaten oldukça esmer olan yüzü iyice morarmıştı.
Onun bu hallerini bilirdim.
“Eyvah! Şimdi çok kötü şeyler olacak! ” diye geçirdim içimden.
“Derdin nedir ağa? ” diye sakin görünmeye çalışarak sordu önce dedem.
Adam derdini özetledi. Bir maraba toprağına mı sahip çıkıyormuş, yoksa oğlunun askerde yerinin değiştirilmesini mi istiyormuş ne? .. Öyle bir şeydi işte derdi.
“Peki bunlar ne? ”
“Hediye begim...” Adlarını sayıp döktü.
“Yoğurt yağlı mı bari? ”
“Yağlı, hemi de kaymaklı begim.”
“Aç da görelim...”
Ağa küleğin ağzını açtı. Bu kez dedem eğilip yoğurt dolu küleği kaldırdı, adamın kafasına boca etti.
“Ulan benim hediye kabul ettiğimi kim söyledi sana! ”
İşte böyle bir adamdı Ökkeş Bahri Günenç dedem.
Odada, kardan adama dönen adama bakarak kahkahalarla gülen bir tek bendim.
Dedem sert bakışlarını bana yöneltince oradan tüymüştüm.
ÖLÜSÜ DÖNEBİLDİ KURTARDIĞI TOPRAĞA
Son görevi Nizip ilçemizin Nüfus Müdürlüğü oldu dedem Ökkeş Bahri’nin.
Asya ninem öldükten bir kaç yıl sonra yeniden evlenip başının çaresine bakmıştır Antep Harbi kahramanı Gazi Ökkeş Bahri Günenç...
Meryem adında bir hanımla yaşamını birleştirerek ikinci baharını yaşayacatır artık. Yaşasındı be! Hakkıydı! .. Evlenmesin de hangi gelininin, damadının sığıntısı olsundu? ..
Mutluluğu yoksullukla birlikte yaşar 1897 doğumlu Koca Efsane. Emekli maaşıyla Gaziantep’te geçimini sağlayamadığı için, Nizip ilçesinde yaşamını sürdürmeye başlayacaktır son yıllarında. Orada da 1980 yılında 83 yaşında kapayacaktır gözlerini. Bu tarihte ancak naaşı dönebilecektir KURTARDIĞI Gaziantep toprağına.

Fevzi Günenç
Kayıt Tarihi : 2.7.2007 22:28:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Fevzi Günenç