dağılan bir yankı iner köye
çobanlar duyar ikindi vakti
tahta merdivenlerde ölen
sığırcıkların sesini
soluk gün ışığı götürür yaprağı
serhatta mavi ölümde maviydi
rüzgarımızın rengi
ve göklerden sızıyordu
kırbaç gibi şimşek gibi
kırmızı ile beyazın ahengi
uzaklardan dönüyordun
cılız bir sarmaşık dolanırken
kuru dalların arasından
kızıl ağaç gövdesine
kar sesi sinerken
siren sesinde erir bir ceylanın gözleri
ayrık otu gibi arsız kök salar hüzün
keçi yolunda sürülür
nalsız tayların baş çektiği Yörük göçü
yakınlaşır gönül isterse; ıraklar
bilenmiş çelik telaş içinde
kan ister celepler
bakıp bakıp kuzuların sesine
oklarını yavrularına saplar kirpiler
kana bulanır sancılı boğaların sesi
kızıl bir dev suya sokar
nasırlı ellerini
ve başlar yangın
gece şeytanın olur
kendi ağına düşer örümcek
Ölü tabutlarına bakıp ağlayan çocukların
dudağında dillenen sevaplar
geyiklerin yüreğiyle iner suya
ve dağılır kibirin tuttuğu saf
her koldan saldırır
sen; simurg katarına katılıp, kaf dağına
kendine yapılan yolculuktun
ben; şiire karışan düşlerde
mavi masalları arayan çocuktum
...sularını kaçıran bir nehir
Saklı hazineler gibi
Tuttuk yer altında kendimizi
Kantin köşesinde koyu bir sohbetti
Kırgınlıklarımızın gizli ortağı
Fakir bir rüya hapsoldu içimize
feyiz ile geldiler
cellatlarından önce
öfke sınarken gece
telaşlı bir kahır kokusu bırakıp
kayboldular
urganın ucunda
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!