Yaşamın renkleridir
Siyah ve beyaz
Satır satır dökülür
Beyaz bir kağıdın arkasına
Siyah bir kalemle yazılan yazılar
Hani yazı yazarsınız ya
..
12 mart sabahı gah kar yağıyordu gah ta karanlık
Dadaşlara Moskof ve Ermeni yapmıştı zorbalık
Düşmanları anlamıştı dadaş kolay yenilmez balık
Beyaz hüzün için de başlatıyordu kurtuluş savaşını
Seneler vardı en büyük emelleri ve ideali Rus’un derdi
Yıllarca hayaller kurdu dadaşın toprağına gözünü dikti
..
Görünce aşık olmak sana
Bakınca vurulmak o güzel yurduna
İstemeden hayal etmek seni
Beyaz güllerin içinde acımasızca
Ben beyaz gül derim ölüme
Yaşamadan gülerim ölmüşçesine
..
Yüreğini tutan olunca, gün gülümser insana
Umutlarda ışıldar sevda, bitiminde acı verir veda
Acılar yama yapar karanlıkta kıyılara
Hayat sevilirsen renkli, seversen siyah-beyaz
Gel boyayalım seninle gökyüzünü hadi
Mordu bizim dünyamız, değiştirecektik hani
..
Hayat durmuyor akıyor
İnsanda arıyor çare
Gece gündüz kemiriyor
Bir siyah bir beyaz fare
Bir günü yirmidört saat
Hayatı dolu bolca vaât
..
Boş sayfada isimler
Yazıyor orda gizliler
Onlar bembeyaz isimler
Beyaz sayfada gizliler
Şekilsiz birer gölgeler
Beyaz sayfayı gölgeler
..
Yürürken yaşamıyor gibiyim adımlarımı sonsuz uzanan hiçliğin içinde atar gibiyim. İnsanlara görünmüyor gibiyim, insanlar görmüyor gibi beni. Yokluk bende tanımlıymış gibi, yokluğu tanımlayan tüm kelimeler bir uzvummuş gibi.. Tanrı yalnızca bir sesin uçurumlarda yaptığı yankıymış gibi, koca bir yanılgıymış gibi. Zaman ise korkunç görünen sis.. Hiç yaşamıyor gibiyim, annemin karnında hiç çarpmamış gibi kalbim.. Kalbim… O kendini bilmez, sürgün edilmiş, kirli, gri sakallı yaşlı bilge... Kalbim.. O bana ihanet eden hain… Tanrıların lanetleyip içime attığı karalar giymiş azap meleği.. Ve çoğu zaman da hüznün şehrinden kaçıp sevdanın şehrine yelken açan tek gözlü korsan.. Ki, gemisinde getirdiği hüzün incilerini sevdanın toprağına dağıtır canhıraş acı çığlıklarla. Kalbim… İsyan edip çıplak yamaçlarda savrulan ve kaydı dünyanın kara kaplı koca defterine geçmemiş olan bir gerilla... Hiç olmadık bir vakitte yakar ateşini dağ başlarında ve atar kendini hiçliğin boşluğuna. Cesedini, son umudunu da tanrılara satmak üzere olan bir kartal alır, diriltir yavrularının karnında.
Zamanın en sararmış, en eski güncesinin bir sayfasındaymışım gibi... Düşmanına saplanmayı bekleyen keskin bir kılıcın üzerindeki kan lekesiymişim gibi, soluk soluğa kalmış cengaver bir atın yelesinde dolaşan çöl tozuymuşum gibi.. Kalbim ise atın dizginlerini elinde tutan kara peçeli savaşçı ve kimliğinden sıyrıldığı vakitlerde atın ayağındaki nal… Zaman güncesini birkaç asır daha geriye çevirdiğinde uzun ince, derisi çekilmiş elleriyle kıllı yaratıkların gözündeki çiğ damlası oluyor kalbim. Ciğeri oyulmuş kayaların sert tenine taşın soğukluğuyla çizilmiş resim oluveriyorum ben de.. Ki, çığırtkan dili oluyorum o vakit mağara adamlarının… Kan kırmızı dillerinde akmak için çırpınıp duran anlamsızlıkların adlandırılmış heyecanı oluyorum… Her çizgide biraz daha tamamlanıyorum ve her çizgide biraz daha ulaştırıyorum onları zamanın güncesindeki ak sayfalara..Onlar beyaz gecelere yaklaştıklarını sandıkça ben yitiyorum bir nebze.. Kalemine takılan bir engel, kalemini yolundan şaşırtan kötü sıfatı oluyorum zamanın, beyaz geceleri beyaz kılmak adına, kıllı mağara adamlarının umutlarını yakmamak adına… Ve zamanın güncesinde sayfalar ilerleyip asır oldukça her asır beni içinde taşıyor sır diye. Zaman yüzündeki kırışıklığı belli eden bir gülümsemeyle çevirirken sayfaları güncenin bir yerinde kalmış bir insan lekesine takılıyorum. Kalbim, sesi vadileri yaran bir çingene oluyor, kırmızı gül takıyor saçlarına ve çıkıyor meydanlara. Bedenini ağzı şarap kokan meyhane şairlerine satıyor geceleri… Kendi rengindeki kırmızı bir elmayı ısırıyor gün batımında kokusu cezp ediyor zamanı ve çekip alıyor beni insan lekesinin içinden… Kocaman, irinli bir leke gibi duruyor insan bundan sonraki sayfalarda ve gittikçe büyüyor, sarıp sarmalıyor zehriyle zamanın güncesini. Kelimeler çırpındıkça, zamanın elleri titrek bir mum alevi gibi geziniyor sayfalarda. Meydan okuyor zamana ve güncenin içinde yüzen beceriksiz kelimelere. “Nedir seni böylesine gizemli ve anlamsız kılan? ”diye soruyor insan lekesi zamana. “Hükmün ne vakte kadar sürecek böyle, ne vakte kadar nefessiz kalacağız, saniyelerin boğazımızı tıkayacak! ? ” Zaman duruyor o vakit, elleri durup düşünüyor, beyni, kalbi… Gözleri küflenmiş yüreğime takılıyor, bir derin ah çekiyor. “Siz hep beni yaşadınız, hep koştunuz, hesapladınız. Gün geldi sevdiniz çabuk dediniz gün geldi sövdünüz yeter olsun dur dediniz. Belki benim hükmümü giyinmiştiniz zor geliyordu size akmaktan yorulmayan, sonu olmayan bir nehirde kürek çekmek. Ve benim sonsuzluğumda ayarlı bir dilimin kahramanıydınız.. Ben bir saatin durmadan dönen akrebiydim sürekli dönüyordum siz ise bir tik ya da tak sesiydiniz tükenip gidiyordunuz sonra.. Ve sırada bekleyenler vardı gelip geçiyorlardı içimden. Siz beni tükettiniz, güzelliğimi sattınız soylu zamanlar çaldınız kendinize. Siz anlamlar yüklediniz kendinize ve bana.. Ben ise hep boşlukta kaldım bilmedim kendimi çünkü hiç de kendimden sıyrılıp kendimi dışarıdan seyredemedim. Ben hep kendimle birlikte bir hiçliğin içindeydim.. Ben hiç yaşamadım, adımı bilmedim.. Siz zaman dediniz akıp durdum akmak nedir bilmiyorum. Zaman nedir bilmiyorum.. Köleyim bu evrende ve kölelikten kurtulmayı düşlüyorum. Bir kurbağa benim içimde benimle birlikte onu saldım aranıza anlattı durdu beni. Aktım durdum. Hiç yaşamadım ben yaşanıp tüketildim yalnızca…”
Zaman sönmek üzere olan bir mum aleviyken gözleri yaşla doluyor, hiç dillenmeyen dili dillenirken yaşlar akıyor birer birer ve sönmeye başlıyor. Ben, zamanın içindeki kurbağa… Güncenin silik kısımlarına doğru koşuyorum. Hiçliğin karanlık dehlizlerine bırakıyorum kendimi, yüreğim ise zamanın meşale gibi dikildiği ve kendisinin erittiği mum oluyor.. Sesim kaybolurken aynı notada kalbim eriyor, zaman yaşlarının yağmuru altında sönüyor… İnsan lekesi ise, Tanrı’ya sunulmuş olan güncenin sayfalarında ve Tanrı’nın en sevdiği oyuncağı olan dünyanın tarihinde, kara bir leke olarak kalma hükmünü giyiniyor…
..
Hani bir sehir varya uzaklarda
Yazin unutulup kisin hatirlanan
Hali ahvali hiç bir zaman sorulmayan
Lapa lapa kar yagdi o sehrin üzerine
Örttü tüm çirkinliklerin üzerini yine beyaz örtüsüyle
Hani bir sehir varya uzakta
..
Gec karsima seninle ölümü yazalim
Tükenmez tebessirle topraga varalim
Her yanim gecemi aydinlatan kandiller
Öyle huzurdayim, gözdeki beyaz güller
..
kalın beyaz çizgilerle örülmüş balık ağları
benziyor adeta
geçmişten gelenlerin üç nokta
küçük bir örümceğin ördüğü
beyaz ince çizgilerle kafalardaki
örümcek ağları
..
Dönüpte geriye şöyle bir baktığımda,
Gelip geçtiğim yol bir arpa boyu,
Hani başıma diktiğim o cere suyu,
O koşuştuğum yörep, kayalık yerler…
Okula gittiğim ilk gün hala dün gibi,
Yediğim ilk dayak hala hatırımda,
..
Mavi beyaz yakışıyor dadaşa
Formasını giyen koşar sahaya
Taraftarı alkış tutar ayakta
Yüreğiyle topa vurur dadaşım
Gardaşım dadaşım oy oy
..
bakma gözlerime.sözlerime sakın inanma.o aradığın beyaz atlı prens ben değilim.ne olursun git.ne olursun kalk git başımdan.dayanamaz gönlüm bir hikayeye daha.sonu hüzünle bitme ihtimali gelir hep akla.lütfen git.o ben değilim.ben sana göre değilim.hem sen beyazı seversin ben siyahı.sen insanları seversin ben insan olmayanları.hem ben çok sigara içerim sana da zarar veririm.bak biraz da deliyim.gözüm dönünde görmem karşımdakini.babam olsa tanımam.kız erkek ayırmam.dalarım tekme tokat.ne olur git.bakma gözlerime.istemiyorum.kalbim zaten paramparça.bir yarada senmi açmak istiyorsun.ne olur git.lütfen yalvarıyorum.sana zarar vermek istemiyorum.aradığın kişi değilim.ben beyaz atı olan bir prens değilim hani o rüyalarındaki.ben olsa olsa kurbağadan bozma bir prens olurum ve olsa olsa kendi dünyamın prensi olurum.şu dört duvar içinde evet prens benim.ama dışarıdaki dünyada ben prens falan değilim.dışardaki dünya acımasız ve korkarım ben onların dünyasına çıkmaya.bütün gün müzik dinlerim,sigara içerim param varsa alkol belki bi kaç kapak duman.yani sana göre değilim ben.hem ben gezmeyide sevmem.bana kalsa ölene kadar şu odada otururum.hiç umutlu kelimemde yok lugatımda ve hiç umutlu kitap bulunmaz kütüphanemde.lütfen git.bana değer verme.hem ben çekip giderim ansızın.kaybolurum ararsın bulamazsın.üzülürsün.ne olur git.korkuyorum bir aşktan.korkuyorum gözlerime bakma lütfen.yaralarım daha taze.onlara merhem basmanıda istemiyorum tuz bas istersen acı çekmek güzel olur.bak benim psikolojimde bozuk.kendimle kavga ediyorum.daha kendimle anlaşamıyorum.yok yok olmaz sakın bakma gözlerime.ben değilim o.hem işe yaramam ben.çalışmayıda sevmem.cebimde beş kuruş param yoktur.sigara alıcak parayı bile başkası verir bana.aciz bir adamım.kendime bakamıyorum sana nasıl bakacam.ne olur git.hem ben alkolü cok içer,çok sarhoş olurum sarhoş olunca tanımam seni üzülürsün.lütfen git.son kez diyorum bakma gözlerime ve çek git.ben yapamam biriyle bundan sonra.yalnızlıkla birlikteliğim var.ona ihanet edemem.o benim hep yanımda.hep bi tarafımda taşıyorum onu.ona bunu yapamam.hem senden benden daha iyilerine layıksın.ben beş para etmem.yalan söylerim.belli etmem içimdekileri sana.hep beni böyle tanırsın.hem odun derler bana.duygusuz der bazıları.ve ciddi bir işim yok benim.sende ciddi olmazsın.gülüp geçerim.ne olur git bak.üzülmeni istemiyorum.acımam insanlara ama sana acıdım.ne olur git bak.ben yapamam.hem ben ellerini tutup,gözlerine bakamam.o kadar cesaretim yok benim.hem ellerim titrer zaten.onları sabit tutamam.benimle olmak hüzünle olmak gibi birşey.mutlu olmanı isterim.lütfen bakma gözlerime.mutluluk bende değil.git başımdan hadi.bak sinirleniyorum kalkıp git.yoksa sana vurmak zorunda kalıcam.kadın erkek ayırmam dedim vururum sinirlenince.sorunlarım var benim.sorunlarımla seni boğarım.ve düzgün bir hayat değil benimkisi.ne ben senin hayatına alışabilirim ne de sen benim hayatıma.ne olur korkuyorum git bakma gözlerime.beni daha fazla korkutma.ben seni üzmek istemiyorum sende yapma bunu.bakma gözlerime.kendine başka bir başrol oyuncusu bul.hikayene onunla devam et.bu hikayede benim olmam saçma olur.ne olur çek git.bakma gözlerime.hatta arkana bile bakmadan çekip git.ben bi biraya adam satarım.gururumda yok.güvensiz herifin tekiyim ben.babam bile güvenmez bana.ne olur çekip git.seni üzmek istemiyorum.hem ben zaten bundan sonra kimseyle olmak istemiyorum.beni zorlama ve arkana bakmadan çekip git.ve sakın gözlerime bakma.hüznüm bulaşır sana.mutlu olamazsın bak.baştan söyleyeyim.ben iyi bi adam değilim.oksijen bile almıyorum ben.hem ben ölü bi adamım.bi ölüyü ne yapıcaksın o kadar yaşayan insan var.ne olur çekip git.ve bakma gözlerime korkuyorum hadi git.korkak tavuğun tekiyim ben.sana sahip çıkamam.daha kendime sahip çıkamıyorum.hadi lütfen git.canımı daha fazla yakma.bende seni üzmemeyim ne olur git.hadi başka bir adam bul.inan ki benden daha çok daha iyileri var.hatta bir sokak kedisi alsan o bile benden daha yararlıdır sana.lütfen korkuyorum gözlerime bakma.ve git hadi görmek istemiyorum seni defol git.gözlerime bakma sakın.hüzünlenirsin hüzün bulaşır sana ve mutluluğu unutursun hadi git.hadi arkana bile bakma.sende git hadi.
..
Hayat...Öyle uzak ki kimi zamanlar..Öyle ağır, öyle kahredici ki..Yaşamak üzerinden değerlendirmiyorum hayatı.Hayat, nefes almak mesela...Sevmek, inanmak, birine sımsıkı sarılabilmek.Özgürce çıkabilmek gün ışığına...Yağmurda keyifle ıslanabilmek.İlla ki sevgilin olmamalı, bir dostuna iyi ki varsın demek..Paylaşmak belki de hayat.Kahkahalarından tut da gözyaşlarına kadar cömert olmak.Beraber uçup, aynı elektrik teline konan kuşlar kadar sıcak...Yıldızlar kadar parlak ama uzak..Yağmurla dolunun aynı anda yağması gibi.Emeklemeden koşmak gibi..Ya da ilk görüşte aşk gibi...
Kopan bağlar olmamalı hayat..Günü geçmiş sevdalar olmamalı.Unutulan dostluklar olmamalı.Severek ayrılanlar olmamalı...Kavgalar, savaşlar olmamalı..Rapunzelin saçları olmalı mesela hayat.Leyla''nın gözleri, Mecnun''un dağları olmalı..Pamuk Prenses''in beyaz atlı prensi olmalı hayat dediğimiz şey.Güneşin ışığı ve parlaklığı gibi, ağaçların serin gölgeleri gibi, kırların kardelenleri, kara bulutların yağmuru haber vermesi gibi ya da bir hastanenin doğumhanesinde ki bebekler gibi olmalı hayat.Öyle sıcak, mutlu, sapasağlam olmalı olacaksa hayat...
Bir doktorun ettiği yemin kadar sadık, nikah masasındaki imza kadar sonsuz olmalı.Bir gelinlik, hatta gelinlik ne ki kefen kadar beyaz olmalı...Böylesine yaşayabilmeli hayatı.Böylesine inanarak, umut ederek, paylaşarak duyguları, sımsıkı sarılarak bir sokak çocuğuna...Anlam katarak yaşamalıyız hayatı.Çünkü hayat sandığımızdan çok daha kısa...Dolu dolu yaşamalı.Uzaklıklara çare bulmalı...
İşte böyle yaşamalı hayatı..Böyle yaşamalı..!
..
**-** Zemheride Beyaz Hüzün… **-**
O, gonca bir güldü,
Henüz açılmış,
Sanki üzerine çiğ damlaları düşmüş gibi…
Bir çift, mahzun bakışın ardında,
Üşümüş ve ürpermiş kuşlar misali.
*
..
Özlemin koyu gecede
Yine beyaz bir bulut,
Ne yağmur getiriyorsun
Ne de bir rüzgarla beni bırakıp gidiyorsun
Gecemdesin yine,
Özlemin beyaz bir bulut! ..
..
senin ovan pamuktan beyaz
benimkisi kardan bembeyaz
bir karşıyaka sahilinde sen
ve ben buluşmuştuk neden
sevdamızdı gülüm beyaz
..
Ambalaj çok güzel, sunumda güzel
Her şey dört dörtlüktü, konumda güzel
Reklamı o biçim, tanımda güzel
Temizlenmez oldu kirlendi beyaz
Yeni giyeceğiz inşallah bu yaz
Kaç kez arıtıldı, kaç sefer yundu
..
Beyaz ölümdür aslında,
Beyazla adım atarsın diğer dünyaya.
O bir çizgidir, kıldan ince kılıçtan keskin,
Geçmek çok zordur, dönmekse- asla!
Beyaz herşeyi örter, sinsidir.
Kandırır insanları, sindirir.
..
Beyaz güvercin havalansa pencerede
Yanık yanık koklasa beyaz güller
Ve yağmur yağsa şemsiyenime
Damlaları dolsa bardaIağıma
Yüreğinizde gül kokan baharı
Yaşamınız geliyor aklıma
..