Açmayın yüzünü ölünün
O üstünde yatıyor şimdi
Vakitsiz solmuş gülünün
Ağlatmayın kızını ölünün
Melekler kalıbını alıyor şimdi
Kanatları yolunmuş dilinin
..
rengini aldatan bir beyazla yakaladım seni
demek sen de katıldın
bulut olsam yağmasam korosu'na
sonrası zorba bir ayaz, inanamadım
kaldı mı şimdi şarabımız
ödenmemiş bahar borçlarını utanır kirpikleri
..
Beni dünyadan ötelere götürdün
Kollarımı bağladın dur dedin
Tuz kokan geceler dur dedi
Durdum bekliyorum, gelme
Ay aydınlık gece kara
Gözlerimin ardında karanlık ölesiye
..
Bir on yıl öncesi uzakta diye
bu yanlış düzeni sürdürmek neden
Sanma mesafeler koparır beni
ve yıllar eskitir birliğimizi
Bir gecelik bir uyku gibidir zaman
..
Gözlerimin önünde hep aynı beyaz ev.
Her dağ yamacına kurduğum,
Beliren her su kenarında,
Pembe damlı, yeşil pancurlu, balkonlu,
Balkonuna tırmanan sarmaşık.
Gece, pencerelerinden sızacak ışık,
Kışın tütecek bacası.
..
. beyaz id pasa
gün aksamlıdır devletlim
elbet biz de ölürüz
gözüm hep o asılmışta kaldı
..
Beyaz göğsün bana karşı
Açma beni öldürürsün
Ela gözler süze süze
Bakma beni öldürürsün
Öldürüp kanıma girme
Her bir yada gönül verme
..
-benjamin moloisi'nin idamı dolayısıyla
dünya kalemkıranlarına-
1.
afrika doğurdu seni
güçlü kıldı bunun için
ey yiğit oğlu kara kıtanın
..
Her doğan çocuktan izler taşıyorum
Yorgun, ağlayan, susamış
Tarihin gecikmiş sabahı öncesinde
Başları yastıklarından kaymış
Uyuyan
Çevresinde meleklerin kanat çırpışlarından bir serinlik
Çocuklardan
..
ağustos sıcağında
ardıç ağacının dalında
bi böcek
el sallar, gül sallar, aşk sallar
dudağında bir sarı klârnet
..
Gülün tam ortasında ağlıyorum
Her akşam sokak ortasında öldükçe
Önümü arkamı bilmiyorum
Azaldığını duyup duyup karanlıkta
Beni ayakta tutan gözlerinin
Ellerini alıyorum sabaha kadar seviyorum
..
İstemem artık ışık rayiha renk alemini
koklamam yosma karanfille beyaz yasemeni
Beni bir lahza müsait bulamaz idlale
Ne beyaz bakire zambak ne ateşten lale
..
yorum kabul etmeyen
yeşil üzerinde beyaz bütün rüyalarım
karanlık odalara giriyorum uyurken
arabım hep beyaz çıkıyor nedense
bense çıkıyor, çıkıyor, çıkıyorum uykulardan
derin ve işlek dualardan.
..
Arkasına geymiş basma
Salınır karşımda yosma
Topak boylu ak göbelek
Sana uyar var mı yoksa
Sevdiğimin kısa boyu
Dalın gür de gölgen koyu
..
Dağın eteğine beyaz minareleriyle sarılmış bu şehrin lisesi, zaman geçtikçe daha canlı, daha berrak hatıralarla bize döner, bizi tekrardan içine alırdı. Biz, herhangi bir sınıftık. Herhangi bir son sınıf olduk. Ön avlusu, aynı zamanda burunları, kolları kırık heykellerle süslü bir müze bahçesi, ancak son sınıf talebeleriyle muallimlerin gezindiği bir yer olan liseyi, bir gün ardımıza dönüp bakmadan başkalarına bıraktık. Bir daha buraya ömrümüzün sonuna kadar talebe olarak giremeyeceğimizi bile bile. Bu müthiş bir şeydi! Biz ne kadar seviniyorduk! .. Sanıyorduk ki, mütemadiyen bir güzel şeyi geride bırakacak, bir daha ona sürünemeyecek, onun içine giremeyecek, bir anı bir daha yaşayamayacaktık.
Önümüzde hayat… Her gün bir başka uykuya yatıp bir başka rüya göreceğiz. Halbuki zaman, ağır ağır bizimle beraber akan nehir, bir göle varıyordu. Bu gölde artık biz akmıyor, dalgalanıyorduk. Yahut bana öyle geliyordu. Çoğumuz evlenmiştik. Birbirimizi liseden beri bırakmayan dört arkadaş hepimiz birer kız almıştık. Aynı mahallede oturuyorduk, aynı yolları tepiyor, evimize varıyor; aynı kadını her akşam daha fazla sevmeye çalışıyorduk. Aynı mezarlık karşımızda idi. Seneler böyle geçtiği halde aynı sarışın, esmer, ayakları çıplak çocuklar hiç büyümeden aynı servi ağaçlarına tırmanmaya çalışıyorlar, aynı ölülerin taşları arkasında saklambaç oynuyorlardı. Birdenbire her şeyin bir saniyede duruverdiğini görmüştük. Daireden evimize, ticarethanemizden fakirhanemize iki arkadaş döndüğümüz günlerde bir mahalle mescidindeki iptidai mektebini, bahçesinde bir Roma belediye reisinin burunsuz heykeli dikili lisemizi, İstanbul’u, darülfünunu, bir iki darülmuallimat kızını hatırlar ve bu kadar süratle geçmiş bir zamanın hesabını tutardık. Arkadaşım:
— Hatırlar mısın? derdi. İptidai mektebimiz Kirazlı Mescit’ti. Bir gün Şeker Hoca derste idi. Bizim Şükrü, minareye sabahleyin kimse görmeden çıkmış, paldır küldür iki teneke devirmişti. Hoca ile beraber sokağa nasıl fırladığımızı hatırlamaz mısın?
— Hatırlamaz olur muyum? Hatırlamaz olur muyum?
— Şeker Hoca mektebin karşısına dikilmiş, biz arkasında… O bir şeyler mırıldanır, sureler okurken birden Şükrü, mektep kapısında, elinde tenekeler gözüküvermişti.
–Ya! Ya! Ama iyi adamdı! .. Şükrü’ye ceza bile vermemişti. Saçlarını çeker gibi okşamış, “Yaramaz,” demişti, “bir daha yapma emi! Bizi korkuttun.”
Bu sözlere ikimizin de gözü yaşarırdı.
..
Denizin sonsuzluğundaki,
Bir beyaz ufak köpük,
O mavilikleri nasıl geçersin? .
Gökyüzünün boşluğundaki,
Bir beyaz ufak bulut,
O mavilikleri nasıl yenersin? .
..
bir saçak altında bileklerine yapışıp söyledim bunları
'her sabah çiçeklerle, serçelerle resim çektiriyorum
dudaklarına dokunsam yine sular yürür ellerime
yine panayırlar kurarım yüzünde, meddah oynarım
çimlerdeki nar lekerlerinden bulur, gideriz yolumuzu
beyaz izler bırakırız ardımızda beyaz gömleklerimizden'
..
ÂŞIK OLMAK
Pupa yelken gidiyorum masmavi bir denizde,
Yelken beyaz, tekne beyaz, gün beyaz...
Üzerimde güleç yüzlü bir bulut,
Bulut beyaz, üstümdeki gök beyaz...
..
Gelin (Beyaz Gelin) Beyaz gelin beyaz gelin
Beyaz gelin gezme kırda
Seni kaptırırlar kurda
Beyaz gelin beyaz gelin
Beyaz gelin beyaz gelin
Beyaz gelinin kaşları
..