Her akşam o ak ellerinde aynalı çay tepsisi ,nasılda süzülerek gelirdi Lâika!
Saçlarında rüzgarın elleri,dudaklarında gül buseleri çiçekli fistanını gurubun huşusuna savurarak ,aheste aheste gelirdi ,koylarından maviliklerin .Ak gerdandan aşağı gönlüme akan siyah inci tozu serpilmiş saçlarında yanardı gecenin şavkı mor menekşelerce! Orta boylarına tav olduğum ,ince balık etinde papatyalardan ak güzel ,küçük ağızlı dolgun dudaklı ,hokka burnunda erik çiçeklerinin nazlı kıvrımları ,hilal kaşlarında mavi kelebekler kanatlanan düşleri,ah !Simsiyah menevişlerinde elası yanık türküleri ,beni benden alan afeti devrandı Lâika! Gözlerinden devrilirdi konağın avlusuna sus pus yakamozlar, serilirdi ipek tenin ayazlarına düşler de kozası yanık gülücükler, benim canımın canı halacığımın edasından! Serçeler cilveleşip yavrulardı ,saçağı dolayıp orta odaya uzanan sarmaşık güllerinin kuytularında ,Laika uykuların haylaz koynunda...
Yıldızlar dökülmüştü sanki parıldayan pürü pak yüzüne! Ah kapayınca bakışlarını üzerime kirpiklerinde ki cümbüşte estirirdi simsiyah yelpazeler Galanima'nın köpüklü dalgalarından !
Yanardı gönüllerin otağında delikanlı yürekler; yuvarlanıp misket tanesi gibi,çakıl taşlarına çarpardı çapkın çapkın bakışlar .Dalından düşerdi kuşlar o pencereyi aralayınca. Tanyeli o an doluşup içeriye ,kulağına fısıldardı sevdalı masallarının turkuaz sancılarını…Küçük polenim derdi bak !Vakit seherdir ,günü geldiğinde sana da doğacak şafaklar ve ay ışığı damlayan çehreni sayıklayacak sevdalar ;sonrada gülerdi ,ben şaşkın şakın bakınca, boynunu hafiften eğerek yere doğru!
Gün doğunca yeşil tepelerin efsunundan konağın camlarına üzerime yorganı çeken parmak uçlarından kanatlanıp uçuşurdu rüyalarıma gelincikler. Sanki rüyalarımın meleği oydu ona verilmişti, Yaratan tarafından bu görev! Sarı sarı kelebekler üzerine mercan çizgiler çekilmiş, antenlerinde sanki turkuaz bocuklar uçuşan oradan oraya ebelenmemek için saklandığım yerlere benimle. Bir kelebek vardı içimde, kanatları zardan ateş! Çırpındıkça soluğumda can veren! Öylesine mağrur öylesine güzel! Sonra demli çayın kokusunda efsunlanacak olurdum ki ,süt kaynatmış yine çıkarken merdivenleri Lâika ; yatakta hayal mi kurardım ne uyandığımda tavandaki ahşap işlemeleri izlerken gülümseyerek girerdi içeriye !Sahi o zamanlar konak başka güzeldi hepsi başka güzellikteydi Münire Hanımın kızlarının fakat Lâika bambaşkaydı! Kalbi yanardı görenlerin eriyip yerlere saçılırdı delikan yürekler! Ham çağların O'na dair yarınlarında titrerdi denizler. Şafak süzgün edasıyla inerdi yüzüne Laikâ’nın. Tutuşurdu o an ucu mektupların ,karanfiller tütsü yakardı Osmanbaba'nın çalımından kuzeye o zamanlar! Körfezinin sığ nöbetlerinde dağlanırdı efsanevi güzelliği. Derinleşir Karadeniz’e sığmayan adı kabarır göğe fışkıran haylaz sulardan, ebemkuşağının sinelerinde olgunlaşıp sancı sancı yağardı rüzgârlara karışıp !Çıplak ayaklarından yaban lilyumları saçılırdı tüm kıyıya. Bastığı yerlerden filiz süren lilyum baygınlığından ,deli deli vururdu kumsala deniz, onun kayıp izlerini ararken! ''Gagal gözlüm gel seninle çiçek toplayalım!'' derdi. Menekşeleri çok severdi nedense kıyamazdı ‘’koparmalayım ha polenim burada daha güzeller derdi’’.Ondan mıdır bilemem çiçeklere kıyamam koklamaya doyamam koparamam hiç birini, halamın elleri kanayacak ,kelebeklerin küllerine kan sıçrayacak diye korkarım! Köpeğimiz Arap etrafımızda kelebek kovalardı burnunun ucuna konuncaya değin kelebekler! Sonra usulca çömelir dilini içeri alır nefes dahi almazdı. San ki hissederdi nefesinden ürküp kelebeklerin kaçacağını! İki katlı beyaz badanalı konağımızda telaşı hiç bitmezdi. Yazı başka güzeldi kışı başka hoş sohbetti! Hele o büyüsünden çıkamadığım bahar ayları ,bir melodi fısıldardı deniz kabuklarından perdeyi savuran rüzgarın gelişiyle. Martılar çığlık çığlığa onu haykırırlardı arşa doğru! Çok küçüktüm lakin martı çığlıklarını bilirdim hissederdim derinliklerimde acıyı ,en acısını!
Nar çiçekleri alev alev kavrulurdu ,onu zikrederken kuzey ,maviliklerinin semahında neyler! Her şey başkaydı ,kanaviçelerin Laika'nın ellerinde açan gülleri…Avlunun sağında ki can eriğinin altında ,beyaz boyalı tahta masanın nostaljisi, güneyinde ki sıra sıra avya ağaçları begonvil dökülen giriş kapısı her şey başkaydı !Tırmanıp eve gizlice girdiğim arka balkonun çıkıntısına vuran dut ağacı! Babaannem gülerdi çaktırmadan ‘habu uşakluk ne fena şeydur ‘’!derdi. Kedi yavrularından birini seçer en tombik yavruyu o beyaz işlemeli kanaviçe karyolanın altında saklardım. O benim kedimdi !Diğerini yerinde beslerdik. Babaannem ‘’kedinin kınalı yavrisini bi şe aldı her hal ‘’derdi !Ta ki gece kedinin anne sıcağı için kısık kısık iniltilerini işitinceye değin! ‘’Uşağum hepsi senin da nenen gurban olsun annesine verelum yoksa elur ‘’!derdi. Kıyamaz kedinin iniltilerine ikna olurdum. ‘’Laika gel habu yavriyi getur anasinin yanina uşak almış oni da ‘’!diye seslenirdi halama. Gülümserdi o pürü pak suret ,göz kırpardı bana ,gece hallederiz alırız yanımıza dercesine! Konağın merdivenlerden ,bir aşağı bir yukarı peri kızı gibi inip çıkmalarını kıskanacak olurdu ki denizden gece esen yeller , etekleri salınırdı gül kanadı saçılırdı suyun kıpırtılarına yürüyüşlerinden .İncecik bilekleri süzülüşleri ayda beyazlamış çehresi! İçime doluştururdu tüm baharları! Her akşam tanyeli nasılda uçarak gelirdi konardı omuzlarıma! Hızımı alamaz fındıklığı koşardım birkaç tur .İkindi sonrası ağartıları boynunda. Koynunda hanımeli miskinliği insanı bi hoş eden sersemliği ,ayıl ayılabilirsen var şimdi sen öyle güzelin koynundan! Su taneciğimi, goncamı, acem lalesi mi ah !Bilmem nasıl söylesem.
tuzak ev,dilsiz baba,yenik anne...
İşte hepsi bu...
Hayallerini yak,evi ısıt.
Gideceğin en büyük oda arka odan.
İçerden sesleri geliyor annenle babanın,
Yoksa! bana da haram mıydı ? mutluluğu okumak.
Bu şiir ile ilgili 1 tane yorum bulunmakta