Yaşlı kadın üç gündür hasta yatağında ateşler içinde yanarken kimsesizliğin ne kadar kötü bir şey olduğunu bir kez daha hissetmişti…Bitti artık diyordu, yolun sonuna geldim..Gözlerinden süzülen göz yaşları ateş gibi yanağını serinletmedi, çünkü onlarda tıpkı yanağı gibi alev alevdi…
O sabah kapının şiddetli bir şekilde vurulması ile uyandı doktor Ahmet bey..Yıllar önce şehir hayatının karmaşasından kaçıp, doğuya yerleşmişti..Bu kaçışta yıllardır özlemini çektiği, hayatın tüm olumsuzluklarına rağmen hayatta kalmaya çalışan doğu insanına yardım etmek, doktorsuz ilaçsız, hastalarını sırtlarında taşıyarak hastanelere gitmeye çalışan insanların sızılarını bir nebze de olsa dindirmek arzusu da vardı..İdealist bir gençti, şimdi ise bu arzusunu yerine getirebilecek bir mesleği vardı ve bunu en iyi şekilde değerlendirmeyi amaç edinmişti…
Çalan kapı sesiyle irkildi biran..Komedinin üzerinde duran küçük el feneri ile saatine baktı..Saat sabahın üçüydü…Hayrola dedi içinden..Bu saatte kim gelmiş olabilir ki…Kim olursa olsun başının dertte olduğu kesin diye düşündü..Fırlayarak kalktı yatağından..Kapıyı önce kim o diyerek bir süre açmadı…Benim açar mısınız diyen bir küçük bir kız çocuğunun sesini duymak o an beklediği son şeydi…Küçük kız bir yandan yalvarıyor bir yandan da telaşlı telaşlı kapıyı vurmaya devam ediyordu… Ne olur açar mısınız anneannem çok hasta…Oturduğu yer en yakın köye en az 20 km mesafedeydi..Sabahın bu saati bu küçük kız oraya nasıl gelmişti…Telaşla küçük kızı içeri davet etti;
Gel yavrum, üşümüşsündür..Ben hemen hazırlanıyorum..Ben hazırlanana kadar içeride bekle…
Hayır dedi küçük kız ben burada kalıp sizi bekleyeceğim..Önce kızacak oldu, fakat çocuğun yüzüne baktığında üşüdüğüne dair en ufak bir iz bile göremedi..Herhalde çok koşup ısındı, o nedenle böyle görünüyor …Aceleyle hazırlandı..Az sonra küçük kızla birlikte hasta anneanneye gitmek üzere yola koyuldular…Yaklaşık bir saatlik yoldan sonra eski bir evin önünde küçük kız gözden kayboldu..Vay kerata diye geçirdi içinden ne çabuk da eve girdi..Bir de üşümediğini söylüyordu…Evin kapısı aralıktı..Yaşlı kadın kapının önünde elinde çantasıyla doktoru görünce bir haylı şaşırmış bir halde…Aman Allahım..rüya görmüyorum değil mi diye sordu..O kadar hastayım ki..Günlerdir buraya kimse de uğramadı..Sizi Allah gönderdi doktor bey…Doktor yatağın kenarına oturarak, önce yaşlı kadını bir güzel muayene etti, daha sonrada; çok şiddeti üşütmüşsünüz…Neredeyse zatürre olmak üzereymişsiniz..neyse ki yanımda bazı ilaçlar getirdim. Bunlar bu gece ateşinizi düşürür..yarın kendinizi daha iyi hissedersiniz…Ben yarın akşam üstüde size uğrayacağım diyerek etrafına bakındı…Hayrola doktor birini arar gibisiniz diye sordu yaşlı kadın…Evet birini arıyorum, az önce beni buraya getiren torununuzu…On yaşlarında, beyaz bereli küçük kızı arıyorum..Sizin hasta olduğunuzu söyleyerek beni o getirdi buraya..Ama anlayamadığım bir şey var, daha evin önüne gelir gelmez gözden kayboldu..nerde acaba yumurcak…İsmi neydi bir seslensem, giderken vedalaşmak isterim..Yaşlı kadın duydukları karşısında şaşkınlıktan fal taşı gibi açılan gözlerle baktı doktora…Siz şaka yapıyor olmalısınız dedi buruk bir sesle..O bahsettiğiniz benim torunum Ayşe…Yaklaşık üç yıl önce bir trafik kazasında öldü…Fakat beni en çok şaşırtan onunda tarif ettiğiniz gibi beyaz beresi vardı..İşte şurada mantosu ve beresi gardıropta asılı, hala saklıyorum canım gibi severdim onu… Doktor Ahmet bey, hiçbir şey söyleyemedi bir an…Camın önünde ayakta öylece kalakalmıştı..Gözleri dışarı ilişti...karın üzerinde kendi ayak izlerini yağan karlar örtmek üzereydi…Karların üzerinde ikinci bir ayak izi daha aradı..Bulamadı…Ne diyeceğini bilemez halde yaşlı kadının gösterdiği gardıroba doğru ilerledi, kapısını açtığında üzerinde henüz erimeye yüz tutmuş kar taneleri olan manto ve bere orada öylece duruyorlardı…
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...