Şemsettin Kaya - -Beyaz At -(Öykü) Şiiri ...

Şemsettin Kaya
29

ŞİİR


0

TAKİPÇİ


Köyümüzün her tarafının beyaz bir kar örtüsüyle kaplı olduğu günlerinden birinin sabahında uyanmış alelacele kahvaltımı yaparak evimizin karşısındaki tepede arkadaşlarımla oluşturduğumuz kayak yerine gitmeye hazırlanıyordum. Sabahın sert soğuğu ve karlı havanın yapışkan, ıslak dünyası beni bu heyecandan hiçbir zaman alıkoyamamıştı. Altını törpüleyerek dümdüz hale getirdiğim ayakkabımı birazdan giyecek, alt tarafını kaydıra kaydıra eskittiğim pantolonumun üstüne gocuğumu giyip kapıdan rüzgar gibi çıkıp gidecektim. Her tarafın karla kaplı olduğu bir kış günüydü ve hava açıktı. Yerde beyaz bir deniz gibi serili olan karın üzerine yeni doğan güneşin ışığı vurmuş, geceleyin buzlaşmış küçük kar taneleri pırıl pırıl parlıyordu. Birazdan yükselecek güneşin etkisiyle kar sertliğini yitirmeden kayabilmek için hemen dışarı fırladım. Annemin ardımdan söylenmelerini duyamamıştım bile… Dışarısı pırıl pırıl bir kış sabahıydı. Karla kaplı avlumuzun sol yanındaki duvardan atlayarak evimizin birkaç yüz metre ötesindeki tepeye gidecektim. Gecenin soğuğunda taşlaşmış karları ezerek duvarın önüne kadar gittim. Gideceğim yeri görmek için yerde bir tümsek oluşturan taşlara basarak duvarın arka tarafında kalan geniş araziye doğru baktım. Kayak yapacağımız küçük tepenin yamacında köylülerin ağıllarından temizlenmiş gübrelerini döktükleri yerde bembeyaz bir at vardı. Alnındaki siyah benek olmasa yerdeki karın bir parçası sanılırdı. Çöplerin üstünde bir şeyler yemeye çalışıyordu. Biraz hareket edince topalladığını fark ettim. Sabahın bu saatinde bu at nereden gelmiş olabilirdi. Sanki yıllardır hep oradaymış gibi, oraya aitmiş gibi sakin bir edayla çöpleri karıştırıyordu. Duvarı hemen tırmanarak öbür tarafa atladım. Sertleşmiş karların ayağımın altında gıcırdayan sesleri arasında yer yer karlara batarak oraya doğru koştum. Tepeyi çıkana kadar nefes nefese kalmıştım. Atın benden korkup kaçmasından çekinerek yanına yavaşça yaklaştım. O hiç oralı bile olmadı. İnsanlara alışık bir at olmalıydı. Teni bembeyazdı. Upuzun bir kuyruğu vardı. Alnındaki siyah benek duruşuna bir asalet, bir ağırlık katmıştı. Çok sakin bir şekilde çöpteki kuru otları yiyiyordu. Yanına yaklaşınca başını kaldırdı ve küçük bir hamleyle yana doğru kaçtı. Bu hareket esnasında arka ayağındaki topallık ortaya daha çok çıkmıştı. Toynaklarının hareketini sağlayan eklemlerde bir sakatlık vardı. Toynağı ters dönmüş gibiydi. Nerdeyse yere değdirmeyerek yürümeye çalışıyordu. Arka ayağını kullanamıyordu. Büyük ihtimalle iyileşmeyecek bir sakatlıktı bu… Etraftaki köylerden birilerinin atı olmalıydı. Artık işe yaramayacağı düşünülmüş olmalıydı. Kış mevsimi de gelip karlar yağınca ona verecekleri yemlerle başka hayvanları doyuracaklarını düşünüp kovmuşlardı. Kendi başının çaresine bakmasına karar vermişlerdi büyük ihtimalle... Kim bilir nasıl bir attı? Ne yiğitleri sırtında dolaştırmış ne sabanlara koşulmuştu. Ya da çektiği arabalarda ne değerli şeyler taşımıştı? Kim bilir kaç kişi güzelliğine hayran kalmıştı? Ama işlerine yaramayacağını anladıkları anda terk etmişlerdi onu. Yalnız başına salmışlardı onu kurdun kuşun içine… Bu soğuk karlı havalarda ne yiyip ne içecekti? Nerede barınacaktı? Aç köpekler, kurtlar gördükleri anda, kokusunu aldıkları anda parçalayacaklardı onu… Dörtnala koşup kaçacak sağlam ayakları da yoktu. Zaten ayakları sağlam olsaydı bu hale düşer miydi? Bütün bunların farkındaymış da acısını yüreğine gömmüş, umursamaz bir tavır takınmış gibi kuyruğunu sallayarak önündeki çöpleri ayıklamaya çalışıyordu. Mağrurluğundan hiçbir şey kaybetmemişti. Bembeyazdı. Tüyleri parlıyordu. Kuyruğu upuzun, bir ressamın tuvalinden çıkmış gibi düzgün hatlarıyla bakanı hayran bırakacak bir güzellikteydi. Topal ayağını göstermemeye gayret eder gibi duruyordu. Hareket etmedikçe ayağının topal olduğu anlaşılmıyordu. Belki de böyle görünmeye gayret ederek düştüğü acıklı durumu saklamaya çalışıyordu. Çaresizliğini gizleyerek onurunu incitecek bir şekilde görünmekten kaçınıyordu sanki. Elimi uzattım ve boynuna dokundum. Gözlerim dolmuştu. İçimde sonsuz bir dilekle ayağının iyileşebilmesini umdum. Bu at benim olmalıydı. Bu at çakalların köpeklerin sofrasına yem olmamalıydı. Asaleti ayaklar altına alınmamalıydı. Her zamanki gibi mağrur olmalıydı. Yaşlanıncaya kadar, ölünceye kadar benim olacaktı. Beni sırtında gezdirecek, onunla beraber ilkbaharda rüzgarların içine dalacaktık. Geniş kanatlarını çırpan bir kuş gibi gezecektik köyümüzün bayırlarını… Beni sonsuzluğa doğru uçuracaktı. Boynunu hafifçe okşadım. Bana dönüp dostça baktı. O bakıştan sonra onu artık bu şekilde bırakamayacağımı hissettim. Arkadaşlarımla karda kayma düşüncelerimin hepsi bir anda silinmişti kafamdan. Onu peşimden götürmek için bana bir ip lazımdı. Çöplerin arasında bulduğum bez parçalarını birbirine bağlayarak işimi görecek uzunlukta bir ip yapmayı başardım. Atın boynuna geçirip bağladım. Bana hiç bir tepki göstermedi. İpin kalan kısmını da kavrayarak arkamdan çekmeye başladım. Karların içine batan ayakları ve topallığı nedeniyle arkamdan gelmekte zorluk çekiyordu. Buraya gelirken karların üstünde oluşturduğum ayak izlerine basa basa ilerliyordum. At da arkamdan seke seke geliyordu. Sabah koşarak geldiğim yolu şimdi yavaş adımlarla ve içimde sabahkilere hiç benzemeyen duygularla aşıyordum. Sabah atladığım duvarı bu defa dolanarak evimizin avlusuna kapıdan girdik. Annem kapının önündeki karları temizliyordu. Sesimizi duyunca dönüp arkasına baktı. Yanımda bir atla geldiğimi görünce önce bir anlam veremedi. Ama arkamdan gelen atın topal olduğunu görünce durumu az çok tahmin etmiş olacak ki;
-Nereden buldun bu sakat atı Cemil? Dedi.
-Çöplükte gördüm anne, nerden geldiğini bilmiyorum. Ama çok güzel bir at. Dayanamadım eve getirdim. Annem iyice doğrulup ata doğru bakarak;
-İyi, bir şeyler ver karnını doyursun sonra sal gitsin. Baksana ayağı topal, işe yarasa bırakmazlardı. Dedi. Annemin böyle diyeceğini tahmin etmiştim. Son derece kararlı bir sesle;
-Anne ben bu atı bize getirdim. Ona ben bakacağım. Çok iyi bir at. Ayağı iyileşirse işimize çok yarar. Baksana daha gencecik… Annem:
-Oğlum iyileşecek bir at olsaydı sahipleri bırakmazdı. Baksana ayağını yere bile değdiremiyor. Hadi fazla meşgul etme beni… Biraz kuru ot al ver sonra getirdiğin yere götür, burada verme, alışırsa ayrılmaz. Annem bunları söylerken ben atı avluda duvara hayvanları bağlamak için taktığımız demire bağladım.

Tamamını Oku