Ruhlar buluşmuş, konuşmuş bir alemde.
Ruh, bir serzenişle dile gelmiş:
Uzun uzadıkça, uzak uzaklaştıkça...
En eski dilde söz vermiş:
Ruhça...
Belki de bir sestin, galubeladan...
Ayırırken gözlerini yeşil bir eladan,
bilemezdim, bilekçem derin bir beladan...
Unutamadığım anılarda tutuklu kaldım.
Biz iki ayrı denizdik,
sana gerçek anlamda kavuşamadım.
Hep aramızda bir perde vardı,
bana karışamadın.
Karar öncesi trabzanlara yaslanarak
güçlükle indim merdivenleri.
Serseri bir mayın gibi dolaştım sokaklarda.
Sonra bir gece yarısı hüznümü yıkadım banyoda.
Soğuk fayanslara damla damla akıp gitti
bedenimden acıya dair ne kaldıysa.
Duyduğum derin pişmanlığın sebebi sendin.
Umutlarımın kuyusunu iğneyle kazdın.
Yaralı bedenime kefen biçtin.
Daha vermeden son nefesimi
helvamı yedin, çayımı içtin.
Beton duvarlara bakan pencerem
ve içimde günden güne artan bir elem...
Her karanlık bastığında
çitten keçi yoluna atlayan koyunlar...
Sürüden ayrılmanın eşiğindeydim.
İncecik bir çizgide yürüyordum:
Dilimde ıslanan bir şarkı,
zihnimde bir yığın karma karışık çehre
ve kesif bir karanlıkta
alevlenmeyi bekleyen yasak meyveler...
Sözlerdeki gereksiz imalar canımı yakıyordu
ve milenyumun eli kulağındaydı.
Oyalı yazmam tabutumun ağındaydı.
Beynimin içinde
boşa giden yılların mahkemesi sürerken
yap boz parçaların dört bir yana dağılıyordu.
Bakışlarım her gece
tavanın soğuk beyazlığındaydı.
Ne zaman dinlesem bu fonu
bütün benliğimde o aynı yankı:
Neden ben?
Neden beni seçmiştin?
Bir cellattan farkın neydi?
Hem sağır hem dilsiz idin!
Cam bir fanusa sıkıştırdın -di'li geçmiş zamanı.
Bana bir tek yaralı bir gelecek bıraktın.
Bedenim tabutta,
ruhum arafta, sen ıraktın...
Ruhçayı ne zaman sökmüştüm?
Demek ki en eski dilde sevmiştim...
Yeri geldi beni geçmişe götüren
en güzel araç oldu
yeri geldi var gücümle köşe bucak
kaçmak istediğim bir azap…
Gitgide uyuşan bir kalbin olunca
en güzel yıllarını kim için heba ettiğine
göz yumamıyorsun işte...
Ciddiye alınmadığını bilerek
hep arafta kalıyorsun.
Konudan konuya atlıyorsun
sonra hiç bir cümleyi tamamlamadan
baktığın aynaların hepsi kırılıyor.
Ölümün sızısını taşıyan ruhunda
günbegün kaybolunca,
baktığın her yer uçurum oluyor.
Aradaki fark neydi?
Günler miydi, saatler miydi
yoksa saniyeler miydi?
O ortamı hatırlatan kırk satırlık fermanın
ve pencereme yansıyan
hüzünbaz bir karar anı…
Gökyüzü her yerde mavi
ama içimde dinmek bilmeyen bir sıla hasreti…
Bu bilmem kaçıncı düşüşüm
belki de kendime dönüşüm…
Bir varmış bir yokmuş iste...
Safım hep boş kaldı.
Sen ise herkesi kendi tarafına çekmeyi başardın.
Bu kadar basit olmamalıydı oysa.
Bozacının şahidi şıracı...
Evet, artık bitti!
Artık geçti ama deldi de geçti!
Bir çok engeli aşarak
en çokta kendimi avutarak bu güne geldim.
Eskide yenide, ezelde ve ebette sen...
Şimdi her dizede diz vururken,
bir yaraya em olmuş sözlerinden,
bir elimde güneş
bir elimde ayla koşuyorum sana.
Ben ses verdikçe, sen uzaklaştıkça...
En derinden sesleniyorum:
Ruhça....
Üzerime üç beden büyük gelen sevginle
her gün yanmaktansa
bundan sonra berzah aleminde ruhunun eşindeyim!
Yaşadığımız köhne binanın
kapısındaki çıngırak sesi sustu.
Artık her hecede mahşere kadar peşindeyim!
Kayıt Tarihi : 20.9.2019 11:35:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Harika olmuş
Kalemine yüreğine duyguna sağlık
TÜM YORUMLAR (2)