Ankaralı yıllarımda tanınıştım o güzel şizofreni. Beni, gazetem Ortam’ı elden çıkartmak zorunda bırakan 1980 ihtilalinden sonraki yıllarda… Ankara garını mesken tutmuştu. Salonun en güzel yerine kurulup oturmuştu.
Sonsuz güzeldi. Giysileri modern, yeni, temizdi. Güya barkot vardı önünde. Karşısındaki müşteriyi biz göremezdik. Sesini de duyamazdık. Ama o hem görürdü, hem duyardı.
“Nereye yolculuk hanımefendi? İzmir’e mi! Bu gün mü gideceksiniz? Tren olsa hemen giderdiniz ha! Ne kadar şanslısınız. Bir saat sonra Mavi Ege kalkacak 1. perondan…”
Yataklı mı istiyor müşterisi acaba?
“Kuşetli efendim. Üzgünüm yataklı yok. Ama inanın kuşetliyle çok daha fazla rahat edeceksiniz. Bir daha da kuşetliden başkasını istemeyeceksiniz. Yolculuk boyunca kendi kendinize olursunuz. Böyle sükuneti evinizde bile bulamazsınız.”
Öneriler Devlet Demiryollarının ikramıdır:
“İsterseniz bol bol hülyalara dalarsınız. İsterseniz hayat muhasebenizi yaparsınız. Dilerseniz kitap okursunuz. Sabaha kadar ışıkları yanar kuşetlinin efendim. İklimlendirmesi de mükemmeldir. Ne üşürsünüz, ne yanarsınız.”
O masal dağında ünleyen gazal
Güz ve hasret yüklü akşam bulutu
Güz ve güneş yüklü saman kağnısı
Babamdan duyduğum o mahzun gazel
Ahengiyle dalgalandığım harman