Benim Engelim Toplum/ söyleşi

Nurten Aktaş
140

ŞİİR


4

TAKİPÇİ

Benim Engelim Toplum/ söyleşi

BENİM ENGELİM TOPLUM…

Sevgili okurlarım. Yeni bir yazı dizisiyle sizlere farklı bir sayfadan sesleneceğim. Neden böyle bir başlık kullandım? BENİM ENGELİM TOPLUM. Bu söz edebiyat dünyasından tanıdığım şair dostum NURTEN AKTAŞ’A ait…
NURTEN AKTAŞ; transferinde tekerlekli sandalye kullanan bir arkadaşımız. Peki kimdir bu NURTEN AKTAŞ?

NURTEN AKTAŞ: 31 yaşında. Kamu kuruluşunda memur. Kendi ayakları üzerinden durabilen, aydın bir duruşu ve diğer engellilere rağmen öğretmen bir babanın çocuğu olmanın verdiği bir şansla okumayı başarmış…
Aslında bu yazacağım konu hakkında birçok kişi bir şeyler yazdı ve çizdi. Hatta üzerlerinden, politikacılar oy avcılığı bile yapıldı. “Adam sende! Sen de yazacaksın da ne olacak” diyenler de olacak elbette. Daha evvel yazılarımdan bir örnek vermiştim. Onca devrilmez sandığımız köprüleri yıkan ve evleri basan sel, küçücük önem vermediğimiz yağmur taneciklerinin birleşmesi değil midir. Önemli olan yağmur taneciği kadar göreve sadık kala bilmek.
Aslında onlar engelli değil, engelli olmayanlar engel oluyor. Onlar değil, şehirler engelli…
Türkiye'de yaklaşık 8 milyon 500 bin engelli var. Peki bu kadar insan nerede? Onları neden bir sinemada, tiyatro oyununda, parkta ya da okulda yanımızda göremiyoruz?
Sokaklar, parklar, okullar, karakollar, bankalar, konser salonları onlar için engellerle dolu. Fiziksel durumları değil onları engelli yapan, şehrin fiziksel koşulları…
Engelli, özürlü ya da sakat. Onlar her ne kadar kendi aralarında bir kavram birliğine varamasa da, Türkiye nüfusunun yüzde 12.29'unu oluşturdukları bir gerçek. Devlet İstatistik Enstitüsü'nün verilerine göre Türkiye'de yaklaşık 8 milyon 500 bin engelli var. Peki bu kadar insan nerede? Onları neden bir sinemada, tiyatro oyununda, parkta ya da okulda sıra arkadaşı olarak yanımızda göremiyoruz? Su faturası yatırırken neden onlarla karşılaşmıyoruz? Statta, atılan bir golün sevincini neden birlikte yaşayamıyoruz?
Engelliler, işlemedikleri bir suçun verilmemiş hapis cezasını çekiyorlar evlerinde. Sokaklar, parklar, okullar, karakollar, bankalar, konser salonları onlar için engellerle dolu. Fiziksel durumları değil, onları engelli yapan, şehrin fiziksel koşulları...
Yerel yönetimler, engellilere hizmet götürdüklerini iddia ederek yüzlerce otobüs arasına yalnızca birkaç engelli otobüsü katıp engelliler üzerinden popülizm yaparken, engelliler toplumdan tecrit edilmiş bir hayat yaşamak istemiyorlar. Yerel yöneticilerden tekerlekli sandalye ya da erzak yardımı değil, şehirde rahatça yaşayabilecekleri koşullar istiyorlar. Çünkü ancak bu şekilde toplum hayatına dahil olabileceklerini düşünüyorlar.
Bugün beğenmediğimiz İran ya da Suudi Arabistan'da bile sakat insanların yaşam koşulları, bizimkinden çok daha iyi.
Sakat bir insanın yaşamın içerisine dahil olabilmesi için şehrin üst yapısının, kent mobilyalarının, toplu taşıma sistemlerinin, kamu binalarının sakat insanlara uyumlu olması lazım. Biz buna ulaşılabilirlik diyoruz. Ülkemizin hiçbir yerinde şehrin üstyapısı sakatların kullanımına uygun değil. Devlet İstatistik Enstitüsü'nün rakamlarına göre, Türkiye nüfusunun yüzde 12.29'unu sakat bireyler oluşturuyor. Bu da yaklaşık 8 milyon 500 bin kişi demek. Ancak gel gelelim ne sosyal faaliyet alanlarında, ne eğitim alanında, ne de iş dünyasında sakatları görebiliyoruz. Çünkü, şehirlerimizin üst yapısı nedeniyle evlerinde adeta cezaevi hayatı yaşıyorlar.
Bu konuda çok yazılar yazıldı. Yazılanlar yazıda kaldı. Uygulamaya gelince koro halinde susuldu. Bakmakla hükümlü (!) engelliye sahip her ailenin sorumluluğunu ve feryadını ancak yaşayan biliyor. Bunlardan bir tanesi de AYSEL ÇOBAN. Şimdi 38 yaşında zihinsel engelli kardeşi var. Bu engelli vatandaş 1998 yılında annesini, 2004 yılında da babasını kaybetti. Bakmakla yükümlü olana AYSEL ÇOBAN 2008 yılında evlendiği için kardeşlerine bırakmak zorunda kaldı. Bakınız AYSEL ÇOBAN ne diyor…
Birçok insan, doğumdan ya da sonra bedensel veya zihinsel engel yaşayabilir. Kimileri bu engelin farkındayken kimileri bunun farkında olmadan yaşamını sürdürür. Engelin farkında olmayanlar ilk doğdukları gibi tertemizdir. Engelli olduğunun farkında olanlar ise engelli olmayanlar gibi bir yaşam sürmek için mücadele ederler. Bunu yaparken de yalnızdırlar. Onlar kendilerinden çok başkalarını sever ve düşünür ama bir o kadarda gururludurlar. Size “seni seviyorum” veya “beni seviyor musun? ” demeleri dünyanın en güzel sevgi kanıtıdır. Salt, riyasız, içten, zararsız. Engelli kişilerin ne kadar hassas ve ne kadar duyarlı olduğunu ancak en iyi yakınındaki kişiler bilir.
Bunun yanında bilmediğimiz başka engelli olma durumu vardır ki, söylenecek söz kalmaz. Başkalarını düşünmeden, insanların hayatlarını zorlaştıracak kararlar almak ya da gerçekleri görmezlikten gelip insanları ihmal etmek ise en büyük yanlıştır. Ki asıl bu engeldir insanlar için. Engelliğin en kötü yanı onlara karşı çoğu zaman vicdanımızın ve duyarlılığın olmamasıdır.
Kendimiz için birçok şeyi isteyip yerine gelmesi adına mücadele verirken, onları hep unuturuz. Engelli olmadığını düşünen kişiler aslında engelli dediğimiz kişilerin gözlerindeki parıltılara bakarak gerçekte ne kadar engelli olduklarını görebilirler….AYSEL ÇOBAN

Şimdi geçmişle kıyaslandığında, gelecekten çok daha umutluyum engelliler adına. Şimdilik göstermelik bir şeyler yapılıyor, ileride inanıyorum işlevsel şeyler de yapılacak. Eskiden tekerli sandalye dahi bulamazlardı. Onu bulsalar yedek parçasını bulamazlardı.
Dediğim gibi; Onca devrilmez sandığımız köprüleri yıkan ve evleri basan sel, küçücük önem vermediğimiz yağmur taneciklerinin birleşmesi değil midir. Önemli olan yağmur taneciği kadar göreve sadık kala bilmek. Burada Nurten arkadaşımın çığlığını, uyuyan ve nefesi yalan kokan siyasilerden, para şıngırtılarını ve kurşun seslerini aralayarak duyurabilmek.
Peki Nurten Aktaş kimdir?

Deniz: Evet Nurten… Nurten Aktaş kimdir?

Nurten: Ben Nurten Aktaş. 1977 Tatvan doğumluyum. Çocukluğum: babamın öğretmen olması nedeniyle, doğunun çeşitli illerinde geçmiş. Baskı ve töreden öte yol olmayan; kardan altı ay yolu kapanan, o yoksulluk ve yoksunluklara karşı ailesi kadar da görevini seven babamın azimle çalıştığı dönemde geçirdiğim hastalığa (serabral palsi) yapılan yanlış tedavi sonucu, transferinde tekerlekli sandalyeye kullanıyorum. Bin bir güçlükle okudum.

Deniz: Sahi, ben de tam onu soracaktım. Eğitim serüvenin nasıl başladı ve nasıl devam edebildin.

Nurten: Her ne kadar başlangıçta babamın öğretmen olması ve dolaysıyla mahrumiyet bölgesinde görev yapması benim en büyük şanssızlığımdır. Ama eğitim dönemimin başlamasında babamın öğretmen olmasının şanslılığı vardı.
Çünkü, her engellinin babası eğitimci değil.

Deniz: Nasıl engelli oldun?

Nurten: Annemin anlatımlarına göre, üç aylıkken havale geçirmişim. Bir Pazar günü sağlık ocağına acilen götürmüşler. Yalnız bir hasta bakıcı varmış. Kontrolsüzce ve görevinin dışına çıkarak bana iğne yapmış. Nedeni bu… ilginç olanı ise bundan sonra yanlış tedaviler birbirini izlemiş ve tedavi görebilmem için babamın tayini 5 yıl batıya verilmemiş. Ben yaz tatillerinde ne kadar tedavi görebildiysem onunla kalmışım.

Deniz: Büyüdün. Konuşmaya başladın. Engelli olduğunu fark etmeye başlayınca neler yaşadın.

Nurten: ilk farkındalığın, 3-4 yaşlarımda kardeşlerimle kendimi kıyaslayarak… Ailede her bireyin sosyal görevleri vardır. Bir kere insanların gözüne bakıyorsun. Günlük ihtiyaçlarını (yemek, giyim, tuvalet vs) karşılamalarını beklerken, kardeşleriniz kendi başına koşuyor, oynuyor, yemeklerini kendileri yiyor. Vs.vs bir köşede öylece fark edilmeyi bekliyorsun. Şimdi geriye baktığımda sevgi dilencisi olduğumu düşünüyorum.

Deniz: O çocuk halinle yaşadığın ortamın yada ne bileyim bir şeylere senin de dahil olabilmen için neler düşlerdin.

Nurten: Farklılığının yüzüne vurulmasıyla başlar farkındalık. Yani ne kadar farklılık, o kadar farkındalık… Bir dünya düşünürdüm çocukken ve şöyle kurgulardım: herkes mutlak engelli olsun. işte o zaman çözüm ne olurdu? ve şunu derdim kendime; böyle bir dünyada engel kalmazdı çünkü herkes üretmek ve toplum içinde yer almak zorunda kalırdı. Dolaysıyla toplumlar bu katılım için ne gerekiyorsa yapmak zorunda olurdu. Belki de bütün mesele bu: üretmek ya da üretememek. olmak ya da olmamak gibi. İşte bu yüzdendir ki, daima hayatın içinde olmama rağmen, hayatın içine girememenin ezikliğini yaşadım. Hayatın içinde olmak için neden yürümem gerektiğini ve neden yürüyemediğim için hayatın dışında yer aldığımı hâla anlamış değilim.

Deniz: Çocukken arkadaşlarınla neler yaşadın?

Nurten: Neyini anlatayım kocaman bir kaos. Yaşanmamışlık. Yok sayılmak ve en büyük kahrım: “YALNIZLIĞIMA BORÇLUYUM KENDİMİ” Yalnızlığım en büyük yoksunluğum… Aslında engel yoksunluktan başka nedir ki… Yoksunluksa geberesiye çaresizlik. Hepsi bu. Bu anlamda hâla yalnızım.

Deniz: Eğitiminde yaşadığın sıkıntıları nasıl aştın? Ya da nasıl savaştın? Yanında kimler yer aldı?

Nurten: Ailem ve ben her konuda olduğu gibi bu konuda da daima yalnızdık. Babam beni 8 yıl kucağında götürüp getirdi. Evim okuluma yakın bir yerde olmasına rağmen coğrafyanın azizliğinden dolayı çok uzaktı. İnişli çıkışlı yol beni ve beni taşıyanı çok olumsuz etkiliyordu. Hiç unutmam. Karlı bir kış günü okul yolunda yine iniş aşağı giderken çocukların kızak kaydıkları yolda buzun üzerini teze kar kapatmış. Babam fark edemeyince kayarak düştü. Düşmesine rağmen olağanüstü bir çabayla sırt üzeri düşerek beni kucakta tutmayı başardı. 10-15 metre kaymasına rağmen yine de beni bırakmadı. Böyle böyle ortaokulu bitirdim. Ailem eğitimime o kadar değer veriyordu ki, devamsızlığım (rapor almam gerektiği durumlar olsa da almazdık) yıl boyunca asla 10 günü geçmezdi… Ailem (Babam) “bir gün bari eksik taşıyayım” mantığı gütmeden ve gücümsemeden yorulmaksızın idame ettiler. Tedavilerimi yaz tatiline denk getirirlerdi. Yaz tatilinin bitmesini ip ile çekerdim. Çünkü yaz boyunca dört duvar arası ağır çekim yaşantıyı ben bilirim. Okulda ve toplumda da yalnız olamama rağmen okul benim için bir kurtuluştu. Ta ki liseye kadar…Çünkü, büyümüştüm. Lise farklı bir semtteydi gidemedim. Liseyi dışarıdan bitirdim. Akraba ve komşu çevrem okumam için bana yardımcı olacakları yerde, cahilce söylemleriyle bana engel bile oldular. Ama azimle liseyi bitirip iş sahibi oldum. Şimdi ben bir iş sahibiyim, ekonomik özgürlüğüm var. Bana engel olanların işleri yok. Şimdi kim engelli? ? ?
………………………………………….Devamı var.

Engini Deniz ŞAHİNOĞLU/ANKARA

Nurten Aktaş
Kayıt Tarihi : 3.12.2008 18:35:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


'sevgi yolu dergisin'de iki sayfa söyleşim çıktı ve 6 sayı aşkın devam edecek. yaklaşık 100 sayfayı bulduğunda kitaplaştırılacak:

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Şahmerdan Yıldırım
    Şahmerdan Yıldırım

    Beden engelli olanan diğer insanlardan farkı yoktur.Asıl beyni ve yüreği engelli insan olmamak gerekir.Yazı güzeldi,zaman zaman takıldım kaldım,zaman zaman hüzünlendim.Yüreğinize sağlık.Saygı ile...

    Cevap Yaz
  • Dinçer Demirel
    Dinçer Demirel

    Toplumsal bir konunun işlenişi güzel,düşündüğümüz zaman tekerlekli sandalyede olanlar mı yoksa Onların yaşam alanlarını kısıtlayarak kendi içlerine kapanışa sebep olanlar mı engelli.aslında bir tek engelli varsa tüm insanlara insanca yaşam alanları sunmayan,insanca davranmayanlardır.emeğine yüreğine sağlık,beğeniyle okudum.tebrikler

    Cevap Yaz
  • Türkiye Cumhuriyeti Yukselakcum
    Türkiye Cumhuriyeti Yukselakcum

    Birçok insan, doğumdan ya da sonra bedensel veya zihinsel engel yaşayabilir. Kimileri bu engelin farkındayken kimileri bunun farkında olmadan yaşamını sürdürür. Engelin farkında olmayanlar ilk doğdukları gibi tertemizdir. Engelli olduğunun farkında olanlar ise engelli olmayanlar gibi bir yaşam sürmek için mücadele ederler. Bunu yaparken de yalnızdırlar. Onlar kendilerinden çok başkalarını sever ve düşünür ama bir o kadarda gururludurlar. Size “seni seviyorum” veya “beni seviyor musun? ” demeleri dünyanın en güzel sevgi kanıtıdır. Salt, riyasız, içten, zararsız. Engelli kişilerin ne kadar hassas ve ne kadar duyarlı olduğunu ancak en iyi yakınındaki kişiler bilir.
    Bunun yanında bilmediğimiz başka engelli olma durumu vardır ki, söylenecek söz kalmaz. Başkalarını düşünmeden, insanların hayatlarını zorlaştıracak kararlar almak ya da gerçekleri görmezlikten gelip insanları ihmal etmek ise en büyük yanlıştır. Ki asıl bu engeldir insanlar için. Engelliğin en kötü yanı onlara karşı çoğu zaman vicdanımızın ve duyarlılığın olmamasıdır.
    Kendimiz için birçok şeyi isteyip yerine gelmesi adına mücadele verirken, onları hep unuturuz. Engelli olmadığını düşünen kişiler aslında engelli dediğimiz kişilerin gözlerindeki parıltılara bakarak gerçekte ne kadar engelli olduklarını görebilirler….AYSEL ÇOBAN


    HANİ DİYOR Vicdan muhakemesi bu yazınla vicdanıma yolculuk yaptım .Yşamın binbir türlü rengi içinde bu yazıyı sonuna kadar okumak ve içinde gerçek bir savaş vermek kolay mı her ailede her mahallede bu anlamda yaşam mücadelei veren insanımız var biz neyi unuttuk biliyormusuznuz YÜZÜMÜZÜ AYNAYA DÖNÜP BAKMAYI aynaya bakıyoruzda o yüz bizim mi acaba kim neyi nerde sorguluyor en başı KENİMİZİ BİZİ BİZ YAPAN değerlerimizi nerde bıraktık İNSAN OLMAK ADINA yarınlara UMUT OLMAK adına NE yapıyoruz BİZ yÜREK SESİMİZİ yitirdik.SEVGİNİN KAZANDIĞI BİR GELECEK UMUT EDİYORUM....

    Cevap Yaz
  • Uzaklar On
    Uzaklar On

    bunca engele rağmen biz biliyoruzki Nurten Aktaş ve nurten aktaş gibi engelliler aslında engelli değil, bunları görmezden gelmeye çalışan sözüm ona bedeni sağlam ama gerçek körler ve sağır yöneticilerimiz var, ben sizi uzun zamandır takip ederim, bence nurten aktaş kesinlikle engelli değil, güzel söyleşi için teşekkürler sevgili aktaş...

    Cevap Yaz
  • Haydar Bibinoğlu
    Haydar Bibinoğlu

    Engellilerin çektiği zorlukların nedeni engellilerdir. Vicdan engelliler yüzünden, bedensel engelliler çile çekiyor.

    Bir ülkede, vicdan engelliler yönetime hâkimse, insanca yaşama şansı kalmaz kimsenin.

    Vicdan engeli aşılmadıkça, sorun çözülemez. İşe nereden başlanması gerektiği açık değil mi?

    Yüreğinize sağlık dostlar.

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (5)

Nurten Aktaş