Benim Engelim Toplum- 4 Şiiri - Nurten A ...

Nurten Aktaş
140

ŞİİR


4

TAKİPÇİ

Benim Engelim Toplum- 4

BENİM ENGELİM TOPLUM -4

Deniz- Yazar olmayı ne zaman kafanıza koydunuz? Yazmak bir cesaret işi midir? Herkes yazabilir mi?

Nurten- Aslında bunun hikâyesini daha önce kabaca anlatmıştım. Biliyorsunuz belki ileride yayınlamaya karar verebileceğim kadar özel. Şimdilik geçelim.
Yazmaksa tamamıyla cesaret işi... Hatta yazmak bir tür delilik… Çünkü kendinle konuşmayı, sorgulamayı ve daha birçok huzursuzluğu gerektirir! Yazmak iç diyaloglarındır belki de, hiç bitmeyen monolog; bu da çıldırtan bir süreçtir. Yazmanın büyük kısmı budur ve yineliyorum ki, kendinle başbaşalık gerektiren bir edim. Ve de sanırım hayatımın büyük bir kısmında sıradan bir insandan çok daha fazla kendimle başbaşaydım; kendimle sürekli konuşur haldeydim. Evet, bu beni yazmaya iten itici güçlerden biri ve sonra farkındalık vs derken… (topluma karışmak bu noktada kendinden kaçmak olmalı, sonuç yaşayarak yazmak) Yazamazsanız da o içinizdeki yığılma-basıç patlarsınız! Başa çıkılır gibi değildir. Ama eğer mutlak söyleyecek sözünüz varsa, bu noktada yazma ediminin de önüne geçemezsiniz. Yazmak bir güdüdür. Bir dürtüdür. O sizi bir şekilde rahatsız eder ve söylenilmek istenileni size yazdırır. Güçlü bir muhalif yan gerektirir, derim. Bir yerde yazmak belki de böyle bir şeydir.
Ondan sonra zamanla sistematik çalışma gelir. Çünkü gözlemlersiniz ki el yordamıyla bir yere varmazsınız. Siz yazıyorsunuz diye her yazılan edebiyat değildir, asla: işte bir şekilde bu doğrultuda yönlenmiş olmanız gerekiyor ve tavrınızı, duruşunuzu, özgünlüğünüzü, yazmak istediğiniz tema, daha da önemlisi İzlek ve iz düşümlerinizi, nasıl yoğurmak ve yorumlamak istediğinizi vs gibi teknik, kuramsal şeyler… tabi bu benim açımdan çok zor bir oluşumdu ve bu süreçte deneyiminiz kadar olgunsunuz. Dolayısıyla eksiklikler kaçınılmaz. Çünkü bu bilgi birikimine erişmem her zaman kolay değildi. Bir kere hani bu yönde eğitim göremiyorsunuz, dilbilgisi bilginiz bile belki de yeterince güçlü değil. Sadece ve sadece okuyarak, gözlemleyerek ve analitik algınızla yol almaya çalışıyorsunuz. Bir yolun başındasınız ve sağlığınız z/aman verirse ilerde basamakları çıkmayı hedefliyorsunuz. İşte çok basit yaratıcı yazarlık kurslarını takip edemiyor, bu işin nabzını her an tutamıyorsunuz falan… Yinede derim ki, söyleyecek sözünüz hiç tükenmiyorsa ve yazma güdümüz yeterince güçlüyse bunun hiç bir şey önüne geçemiyor. Ha bu noktada şunu da eklemek isterim: umarım ki, insanlarım açısından “bunu zaman gösterecek” işte bundan yüz yıl sonrasında: tamam, yani bu el yordamı ilerlemelerim yeterince güçlüdür, izlenimlerim ve öngörülerim yeterince sağlamdır da, kalıcı bir şeyler ortaya koymuşumdur ve benden sonraya da kalır. Ama daha da önemlisi insanlarımın mutlak benden alması gereken bir şeyler olmasını isterim.
Umarım bunu bulurlar ve alırlar. Yani demek istediğim her zaman, toplum benimle evrilsin, bir şeyler değişsin istedim. “Sezgilerimde yola çıkış nedenim kesinlikle buydu”: Ki benden sonra da, benim bıraktığım noktadan ilerlere taşınsın. Düşünce değerleri, sistemler işte ismine her ne derseniz deyin, kültürel yapı vs. umarım ki bu yönde bir şeyler başarabilmiş olabileyim.

Deniz- “yaratıcı yazarlık kurslarını takip edemiyor…” şeklinde süren serzenişinin sebebi ya da eksikliğini duyumsadığınız şeyler nedir?

Nurten- Ben derim ki engellenmek, kendin olamamaktır! Bu sosyal açıdan kendimi geliştirebilme ve eğitim sürecim için de böyle. Her ne kadar çoğu şey benim sorumluluğum dışında gelişse de, ben ilerde bunların göz ardı edilerek, başarabildiklerimle değerlendirileceğimi düşünüyorum. Bu bakımdan eşit koşullara sahip olmak isterdim desem de, olası sürece karşıda sorumlu gelişme gösterebilme çabasındayım. Umarım başarırım. Örnekleyecek olursam, geçenlerde Nurullah Çetin Hoca’m şiirlerimin yer aldığı dergilerimi yollamış teşekkür için aradım. Sohbet ederken konuyu yaratıcı yazarlık kursları ve kuramsal gelişim kitaplarına getirerek: Öneriniz nedir ne yapmalıyım? Zira bu iş kuramsal kitapları zihninize doldurmakla olmuyor. O teoriği nerde nasıl pratiğe dökebileceğinizin de uygulaması gerekiyor. Bu da yol yordam işi, el yordamı sizi ancak bir yere kadar götüre biliyor. Aslında Uğur Mumcu Vakfı ve Özgür Üniversite gibi sivil toplum kurumlarının bu yönde kurslarından haberdarım. Ama biliyorsunuz, bana bu kadar yakın olmasına rağmen sizin kursunuza dahi gelemiyorum. Aslında pekala dersleri Internet üzerinden takip edile bilinir, hatta mnsle katılımımız sağlanabilir hale getirile bilinir. Bunu dillendirebilir misiniz? Dedim. “Nurten: biliyorsun biz çok şeyi dillendiriyoruz, dinletemiyoruz. Bunun için çoğunluğun talep etmesi ve bastırması lazım, ancak o zaman gerçekleştiriyorlar”, dedi. Hocam bununun içinde geçen yılki gibi gidip gelip ısrarla istemem gerekiyor ki, bunu yaptım. Yine yapabilirim ama işim ve sağlık sorunlarım arasında birde ardımdan birilerini sürüklemem gerekiyor. Geçen yıl annem benim için haftada üç gün dörder saat ders dinledi. Mimari düzenleme yetersiz olduğu için biri bana refakat etmeli. Bu da psikolojik olarak yıpratan bir şey, bunu zorda kalmadıkça istemiyorum. Ayrıca Nasrettin Hoca’ya eşeğinin turşu dedirtmemesi misilali lavabo, kaldırım, merdiven ve ulaşım gibi en temel haklarınız sorun olgunca talep etmek için diğer düşünsel faaliyetlere sıra gelmiyor. “Haklısın Nurten ne diyebilirim. Çoğunluk illaki şart! ” Nurullah Hoca’m sorunda bu ya, bizler dünyanın en büyük azınlığıyız! Babında aramızda bir diyalog geçti. Fikir vermesi açısından aktardım ki, anlaşılacağı üzere çoğu zaman kendimi; eli kolu bağlı hissederek bu konuda da engellenmeyi duyumsuyorum!

Deniz- Yazılarınızı takip ediyorum. Yaşama dört elle sarılmak çok güzel! Okudukça karşımda kendini çok iyi yetiştirmiş bir Nurten Hanım görüyorum. Bu azmi nasıl elde ettiniz? Bu başarıyı nasıl sağladınız? Size destek olanlar var mı? Destek olunsa bile bu kadar gelişim nasıl sağlayabildiniz?

Nurten- Evet, dışarıdan bakınca galiba inatçı ve ne istediğini bilen biriyim. “Bu çok önemli! Bedel ödemeyi seven”. Bir kere önüme hedefler koymadığım zaman ve bu hedefleri aştığımda yenilerini belirlemediğim zaman, inanılmaz bir boşluğa düşüyorum. O kadar alışmışım ki teker teker hedefler aşmaya ve yeni yeni hedefler koymaya; öyle bir yapım var. Bunu oluşturabilmişim! Sonra, tabi ki tüm bunları tek başıma yapmıyorum. Çünkü sonuçta mevcut sistem beni bağımlı kılan… Bu anlamda aslında her ne kadar zihinsel olarak özgürsem de, duruş olarak, tavır ve davranış olarak o kadar özgür de değilim: Çünkü bağımsız değilim! Bana öyle geliyor ki, doğal olarak, bağımlılığım zihinsel özgülüğümü ve duruşumu da etkiliyor. Kendinizden önce size yardımcı olan insanlara yük oluyor muyumu düşünüyorsunuz falan. Yeterince kendim olamıyorum. Bu yönde bana emek verenlerin karşılığında, özgürlüğümü aldıklarını düşünmeden de edemiyorum: Onlarsız olamasam da, bu bir gerçek. Örneğin durmaksızın kendime sormadan edemediğim sorulardan biri de şu: gerçekte ben bu muyum yada ben ne kadarıyla gerçekten olmak istediğim kişiyim? Buradan varoluşumu borçlu olduğum emeğe bin selam… Ama buna rağmen, her zaman tavır ve duruşu olmayan, sıradan bir insanı yadırgamışımdır! Ben kendimi ve toplumsal engellerimi çoğunlukla tepeleyebiliyorsam, onlar neden yapamasınlar ki, diye düşünmeden edememişimdir? Dahası bu rehaveti asla anlayamamışımdır da…
Diğer taraftan “Yaşama dört elle sarılmak” deyiminizi sevdim. Dışarıdan bakınca öyle mi gözüküyor? Evet olabilir. Aslında bunu kendime çok sordum: güçlü müyüm, yeterince direngen miyim falan? Galiba evet. Çünkü güçlü bir insan olmasaydım sanırım şu an olduğum noktada bulunmazdım. Daima hayatta yaşanmaya değer güzel şeylerin olduğunu… bir kere acelem yoktu. Dahası hep yeni yeni şeyler keşfetmeyi, yeni şeyler yaşamayı, yeni engeller aşmayı düşleyerek, hiçbir zaman kendimi bırakmadım. Bırakmak içinde acele etmedim. O son nasılsa gelip beni bulacaktı. Çünkü çaresizlik ve elinden bir şey gelememesi ölüme eşti birazda, ölünebilinirdi de belki. Bu yüzden zamana karşıt, daima yapacak şeylerim oldu. Sonuçta yoksa eğer amacın, yaşaman için nedenin de yok: İşte bütün mesele bu...
Yazar birazda sıra dışılığı düşünebilen ve sonuçtan sonuçlar, yeni kurgular ve yaklaşımlar sunabilen değil midir? Yani yaşamın karşısında ne vardır?
Ölüm…? Aslında birazda bir protesto, yani karşı koyumun diğer adıdır. Asidir, çekicidir! Bazen “karşı koymak neyi halleder ki, yerine konulabilecek yoksa şeyleriniz” dersiniz. O can alıcı monolog sizi hiç terk etmez.”tüketmekten üretemiyoru/m/z, tükeniyoru/m/z böylece vs” dersiniz. Söylüyorum sonuca varılamıyor. Yapıcı bir çözüm üretilemiyor! Söylemeden olmuyor, yapamıyorum. İnsanların umarsızlığı yaşantımı/zı çekilmez kılıyor. Bu hareketleriyle beni hayatın kıyısına itiyorlar. Bir birey nasıl, nasıl bu kadar yok sayılabilinir? Orda, orada sorun dağlarca, ama görmezden gelirsem sorun yok! Gerçek çözüm bu mu? Böyle bir hayatı sürmek istiyor olabilir miyim? Ölerek onların vicdanlarını acıtmak, bir şeyler anlatmak istiyorum. Yaşarken anlatamadıklarımı anlatmak... Yeterince güçlü müyüm? Acı çekmekten yoruldum. Peki, hangi seçim gerçekte güçlü olmaktır? Neden insanlar, bu gün sevgilim beni bir kez eksik aradı gibi sudan sebeplerle sızlanırken? Bizlerse on yıllık mesai arkadaşınız, kupanızı istediğinizde; inanamıyorum onca bardak arasında senin bardağını mı kullanmışım diyebiliyor ve bu salakça bu ayrımcılığı, sosyo-psikolojik bir takım nedenlere vererek, bir kendim hariç herkesi ve her şeyi bir tanrı vakurluğuyla anlayarak içselleştirmek durumundayım/z? Neyim ben bir vebalı vs? …neyse. Bense sanki bir bilimsel buluşa imza atmaya çalışıyormuşçasına, basit, ama en temel ihtiyaçlarımı hak etmek için mücadele ediyorum.
Ben bu noktada daima ölüme bile bir bilinç, bir farkındalık misyonu yükleyebileceğimi düşünmüşümdür! Yani yaşamda üretmeyi ölümüne seviyor ve çözümsüzlüğü asla kabullenemiyorum! ! !

Deniz- Bunu başarmak hayranlık uyandırıyor. Bu hayranlığı çevrenizden alıyor musunuz? Çok yol kat edilmiş, çoğu sağlıklı insanın başaramayacağı bilince ermişsin. Fiziksel olarak seni engelleyen beynin diğer bölümlerini müthiş geliştirmişsin kimseyi dinlememişsin. Senin gelişmene insanların bakışları engel olamamış. Takmamışsın her şeye rağmen, gerçekten taksan bile öyle odaklaşmışsın ki kendini geliştirmeye, barikatları tekmelemişsin. Kendini aşmışsın analitik bakıyorsun meseleye!

Nurten- Doğrusu hayır, hani çok cılız alkışlar olmuyor değil. Onlarda gerçekten sanata ve düşünceye değer veren, duruşu ve tavrı olan insanlar. Cahil bir kesimin içinde olduğumu düşünüyorum. Cahilin zaten sizi anlama gibi bir derdi yoktur: Tavırı ve duruşu olan, zaten de farklı bir birey olduğunuz için, yadırganası ve dışlanası birisisiniz! Ama diğer taraftan küçük de olsa sizi algılayan elit bir kesim, entelektüel bir algılayış şekli olan kendini geliştirmiş, kültürel açıdan farklı düşünüş sistemine sahip bireylerle nadiren karşılaşıyorum. Bazıları da yinede korkak oldukları için, yine sizi yadırgaya biliyorlar. Sonuçta sanırım oldum olası ait olma sıkıntısı çektim. Özetlersem, ne şundandım. Ne bundan. Ne şuraya aittim. Ne de buraya ait.

Devamı gelecek sayıda…

ANKARA

Nurten Aktaş
Kayıt Tarihi : 15.8.2009 19:59:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Sevgi yolu Derginde yayınlandı

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Salim Erben
    Salim Erben

    paylaşımlarınızın devamını dilerim
    güzel bir konuya değinmişinz

    Cevap Yaz
  • Türkiye Cumhuriyeti Yukselakcum
    Türkiye Cumhuriyeti Yukselakcum

    Her anlamda sohpet şeklinde gelişen diyaletik bir akışın felesefenin olmadığı yaşam biçimlerinde bunu okuyacak ve anlıyacak insanlarımızın izlenmesi zor bir yaşamın içinde değişkenliklerimizin akıl ve ilimle yol alması ve edebiyatımızda ki insan faktöründe bağımsız önyargısız gelecek kuşaklara özgür dünya bırakmaz zor gözürküyor ama bu makalelde insanın kendini ve özgüvenini sorguluyarak toplumsal yansımalara kendi objektifiğimizde dünya görüşümüzü geliştirek bakmamız gerektiği yadsınamaz.harika bir yazın dizini farklı ve çok güzel devamını ilgiyle takip edeceğim.

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (2)

Nurten Aktaş