Benim Engelim Toplum -3 Şiiri - Nurten A ...

Nurten Aktaş
140

ŞİİR


4

TAKİPÇİ

Benim Engelim Toplum -3

Deniz- Böylesine farklı ve ince bir şekilde
düşünmeye seni iten nedir?

Nurten- Aslında düşünmek kendimizle baş başalıktan başka nedir ki? Daima kendimle baş başaydım ben ve hep özümü yokladım, gözlemledim, öngörülüydüm çünkü kimsenin aklına bile getiremeyeceği olguları düşleyerek sorguladım. Doğru düşünmenin ve dolayısıyla felsefenin de temeli de sorgulamak değil midir? Ama başka bir şeyin daha, yani “delirmenin” yolu da bu bildim. Hatta sınırlarında gezdim. Yalnız henüz erişemedim! Daha çok velilikle delilik arasında bir dengeydi, engellenmeye karşın kurduğum.

Deniz- Düşünmenin sende özel bir olgu olduğunun farkında mısın? Yani, bedensel bir engelin var. Ama beyinsel bir engelin yok. Bu durumun üzerindeki etkileri?

Nurten- Varoloşum bana öğretti ki, aslında hayat bir denge ve yaşam ancak bu dengeyi sağlayabilmekle dingin, güzel. Oysa ben kendimi bir boranın içinde, kutuplarda gezerken keşfettim. Özde hep bir içsel çatışmaydım. Çünkü oturduğunuz yerden dünyanın bilgisini ediniyor, gözlemliyor, kuruyor, istiyor, kendi görüngünüzü oluşturuyorsunuz. Ama eyleme gelince yapamıyorsunuz: bu da ruhunuzla, bedeninizin çatışmasını getiriyor. Fizik tedavide sosyal hizmet uzmanıyla haftada bir gün hastalarımıza, günlük hayat bilgisi ve yasal bilgilendirmeler veriyoruz. Bu seanslarda tuttuğum bir not: “Durhanım der ki, gövdem burada, gönlüm her yeri gezer. A kızım bu da stres, dert, bana yeter! ” Nasılsın Durhanım Teyzenin cevabı bu, ne kadar duru ve çarpıcı değil mi? Gerçi artık anladım ki, sistem sayesinde olan sağlığımı da kaybetmeye başladıkça başka türlü acıları da daha yoğunluğuna keşfettimse de… tinsel ve tensel acılar/da ha bir de yazmak denklikte birbirlerini öteleme gibi bir faydasını yakaladım tabi! Hayat öylesine iç içe bir denge ki, işte bu tezat akıl sağlığımı beklide koruyan!
Diğer taraftan yazmanın ilk adımı da bunlar. “Gülümsemeyle” şiirimin “-aynadaki yansıma-“ bölümünde bunu şöyle betimlediğimi anımsıyorum: zamanın donduğu anlarda varmış/ şimdi bildin mi kırılma noktalarım ana baş kaldırımmış/ ben bildim, ki/ yazmak yüzleşmekmiş kendimle/ gerçeğe erdin mi.
Kendimiz ile yüzleşmek, kendimizle barışıklığı da getirebilecekse peşi sıra: işte ayna...

Deniz- Aynı yerden devam edelim mi? Sayın Aysel ÇOBANIN sözüyle devam ediyorduk.

Nurten- Sayın Çoban’ın değindiği üç can alıcı temanın ikincisinde: Bunun yanında bilmediğimiz başka engelli olma durumu vardır ki, söylenecek söz kalmaz. Başkalarını düşünmeden, insanların hayatlarını zorlaştıracak kararlar almak ya da gerçekleri görmezlikten gelip insanları ihmal etmek ise en büyük yanlıştır. Ki asıl bu engeldir insanlar için. Engelliğin en kötü yanı onlara karşı çoğu zaman vicdanımızın ve duyarlılığın olmamasıdır. Ve üçüncüsünde: Kendimiz için birçok şeyi isteyip yerine gelmesi adına mücadele verirken, onları hep unuturuz. Bu çıkış, benim “bizler engelli değil, fırsat eşitliğinin olmadığı yerde; engellenenleriz” söylemimi destekler bir tavır ki, adı “yok saymadır” derim. Söylenecek söz bu: Devletiniz ve insanlarınız gerekli düzenlemeleri üstüne düştüğü standart şekliyle yerine getirmiyorsa, bu ayrımcılıktır; dahası umarsızlıkla gelen yok saymaktır. Günümüzde başkalarının hayatını bir şekilde çekilmez kılmak, artık suçtur, çağ dışılıktır. Modernizim kendi haklarımız kadar, başkalarının haklarınıda gözeterek, koruyup, kolamızı gerektirir. Bunlar kabaca neler bilmeyenimiz var mı? Kaldı ki şeytan ayrıntıda gizli. Çok doğaldır ki, herkes kadar benimde gücüme gidiyor: İnsanlarımın kendileri için güzeli isterken, bizlerin yalnızca engellenmeyi yaşaması! Bir anlamda bizlere yalnızca engellenmeyi layık görülmesi, ırkçılık ötesi bir durum.

Deniz- Toplumumuzda engelli olmak bu denli trajik midir? Nedir bunca içinden çıkılmaz olan?

Nurten- Henüz gelişmekte ve inadına cahiliz. Fakat daha da kötüsü toplumun bize biçtiği feodal, şablonu farketmeksizin, bundan şikayet etmesi gereken genelin de, rolümüzü oynamanın doğallığıyla içselleştiri vermesi. Oysa bir kereliğine izleyici koltuğunda kendimize dışardan bakabilince durum ne kadar da trajik ancak o zaman kavrarız. Önce yüreğimizdeki cevheri sakladığımız kuytuluktan aydınlığa çıkarak, insanlığımızı yeniden keşfetsek; bakış açımızı değiştirsek. Bu yürek bunlukla ama her gün, “belki fırsat olursa anlatacaklarım gibi“ ne ayrımcılıklar yaşıyor bir bilseniz ve her yaşanmışlıkla nasıl ölüp ölüp diriliyorum.
İşte engellilik bu, engeli yaratan ise toplum genelinin bakış açısı: ama bunları en çağdaş, hatta entelektüel geçinenlerimizin bile anlamalarını sağlamak için, önce varolan yanlış bilinç altı bilgi kalıplarını, sanki bir buz heykel tıraşçısıymışcasına uygun dereceyi yaratarak kazıyıp, yeniden şekillendirmek gerekiyor! Kim engelli..Engel ne? Fakat daha da önemlisi; Engelli olmak mı zor, engellenmek mi …sanırım en zor olanı engellenmek … Çünkü engelli olmak insanı daha bir insan yapıyor …yaratılanları yaradılış özellikleri ile gözleme fırsatı bulabiliyorsun, düzeni fark ediyorsun ve o düzen içindeki yerini…O zaman işte soruyorsun: bu savaşlar, bu incitmeler, bu hırs niye diyorsun. Seni kimse anlamıyor. İç dünyanda yalnızlaşmalar, dış dünyanda engellemeler başlıyor…Öyle ki özgürlüğün düşlerinle sınırlı kalıyor, sabah gözünü açtığında başlıyor bu engellemeler ta ki gece o düşlerine dalana kadar devam ediyor … ve bedensel engel insanın iç dünyasını da ele geçiriyor, yalnızlaşıyorsun ve yalnız kalıyorsun. Bu duyguyu anlatmak çok zor, bana ve benim gibilere bakarken insanlar “ bizden farkınız bir sandalyemi “ diyecekler ….. Suyu, bardağı üst rafa koydukları için şişeden içmek zorunda kalmanın, bir dört santimlik eşik yüzünden balkona dahi çıkamamanın, kendinden çok arabanın bir yerine bir şey olacak diye korkuyla yaşamanın, varsa, sevdiğine seni seviyorum diyememenin (örnekler o kadar çok ki) ne demek olduğunu anlatamıyorsun: İşte o zaman insan soruyor “ neden ben kendimim “ neden düşlerimdeki ben değilim?

Deniz- Dışarıdan bakınca hayatın içinde ve tüm bunları geride bırakmış, direngen bir yapınız var!

Nurten- Tabii ki öyleyim. Hem hayatın bütünü karmaşalar toplamındaki denge değil midir? Aslında gün geçmiyor ki birey daha umutlu ve yapıcı bakmayı öğrenmesin. Sevgiyle ve olumlu bakıyorum emin olun. Sıradan bir bireyden çok daha güçlüyüm. Bu aştığım zorlu süreci unutarak, toplumu çağıl dönüşüme yöneltmeye engel mi? Duruyorsanız, geriliyorsunuzdur da… buradan bakınca, haklı ve vurucu bir sorgulayış benimkisi! Aksi ne kadar da kadar sığ olurdu. Evet başlangıçta öyle sanıyordum ki benim sorunum beni engelleyenlerle... ama hayır benimleymiş. Çünkü kendimi engelli değil, her ne kadar engellenen görüyorsam da: genel yargı beni bir tanrı kadar yalnız kılan, anlıyor musun? Önce kendimizden çıkarız yola, kendin olabilme isteminden. Ama sonra görürüz ki bu tümümüzün istemi ve sorunu. Bu da kendi görüş ve tepkimizi, yani güzeli kuran, asi yanımızı oluşturur. Artık tarafızdır! Yalnız kendimiz için değil, insanlık için bir şeyler isteriz. Bu evrensel bir duruştur da…

Deniz- önümüz seçim ve engelliler için sürekli “pozitif ayrımcılık vaadlerinden” bahsediliyor, ne diyeceksin?

Nurten- Çok doğal olarak her kavram karşıtını doğuruyor. Yani ayrımcılığın olumsuzluğundan (negatif) bahsetmek zorunda olmasaydık, olumlu (ki pozitif) ayrımcılık diye bir saçmalığı tartışmıyor olmayacaktık! Ama madem ki böyle bir iddea var: Birincisi, her bir söylem kendi ideasından asılır! Öyleyse sonuç isteriz. İkincisi, sadece negatif ayrımcığı ortadan kaldırarak fırsat eşitliği yaratın yeter. Üçüncüsü, “pozitif ayrımcılığın” en yakın anlam eşleşimi, bana göre “ayrıcalık-imtiyaz tanımaksa” bu da bir çesit ayrımcılık ve insanlara hedef göstermedir. Zaten bu ulus ne çektiyse bu bakış açısından çekmiştir. Dördüncüsü, gasp edilen hakkınızın teslim edilmesine, pozitif ayrımcılık denmesinin karşısındayım! Bunun adına kimse pozitif ayrımcılık demesin. ENGELSİZ ULAŞIM HAKKI VE KAYNAŞTIRMA isimli ve 2006 tarihli yazımdan örnekleyeyim: “…Eğitimde kaynaştırmadan bahsediliyor. O halde pekala ‘ulaşımda’ da kaynaşa biliriz. 15 otobüs 10 yıldır (Karayalçın döneminden kalma) çürüyeceğine normal insanlar, engellilerle aynı otobüse binseler ne olur, veba mı bulaşır? Bu neye varır biliyor musunuz? ABD’nin yoz tarihinde beyazlar otobüsün önünde oturarak giderlerken, zencilere reva görülen ayakta ve arkada gitmeleriymiş. Bir gün, bi’zenci önlerde bir yere oturarak kalkmayı reddetmiş... Sonrasında gelişen toplumsal özgürlükler hareketini bilmeyeniniz var mıdır bilmem? Ama kesin olan şu ki, kanımca bizlere anlaşılan aynı otobüste bile olmak çok görülüyor. Daha da vahimi ise bizlerin bu duruma ses çıkarmıyor olması. Ayrımcılığı öylesine kanıksamışız ki, normal olanı görmüyor, kendimizce çözümler arıyoruz.(...)
İşte bu ayrımcılıktır ki, vebanın ta kendisi. Semtomlarına gelince, son derece bulaşıcı ve düşünsel ölümle sonuçlanıyor. Tedavi: toplumsal eğitimin kültürel etkinliğe dönüşmesi. Yani ancak ne zamanki, yasaklar öyle olduğu için değil de, kültürden gelen davranış biçimimiz bizlere insan olmamız gerektiğini söylediği için, birbirimizin hakkını gözete biliyor olmamızdır! Bu da en az üç eğitimli nesil gerektirir derim. Koruyucu tedaviye gelince: Çocukların ve gençlerin önyargı denen bulaştan korunmaları. Politik çaba ve daha da önemlisi bizlerin anayasal haklarımıza ne kadar sahip olabildiğimizdir...“
Demek istediğim, gerçek çözüm ikinci pragrafta. Yoksa örneğin bir belediyenin, olması gerektiği gibi kendi kentinin tüm otobuslerini (lift sistemli) asansörlü olmasını sağlamasında değil. Bu zaten olması gereken en temel hakkım! Şimdi gelelim ayrıntılara: Peki ama nedir bu pozitif ayrımcılık? “Sosyal, ekonomik ve politik alandan doğuştan taşıdıkları özellikler yüzünden dışlanmış azınlıkların dışlanmışlıklarını bir ölçüde azaltmak ve uzun vadede engellemek adına ortaya çıkan pozitif ayrımcılık kavramı, ayrımcılıktan kaynaklanan eşitsizliği, dışlanmış gruplara problemin kaynağına göre daha farklı haklar vererek çözmeyi hedefler” deniyor. Uygulamada ise öyle olmuyor tabii. Bir örnek: Eğer genelimiz üçrete tabiyken, engellilerin toplu taşımdan ücretsiz yararlanmaları pozitif ayrımcılıksa ve benim tekerlekli sandalyemle bu uygulamadan yararlanmamın münkünü yoksa, eh her hal de bunun adı da iki yüzlülüktür. Toplumun diğer kesimine bedavacı olarak hedef gösterilmemdir. Oysa isterim ki imkanım varsa ödemeli olsun, yeter ki toplu taşıma araçlarımız bizlerinde yararlanabileceği yeterli iso standartlarını taşısın. Zanledilmesin ki pozitif ayrımcılığa karşıyım. Bende farkındayım ki, geçmişten bu güne öyle bir engellenmişiz ki, çoğumuzun okuma yazması bile yok. Dört duvar arası bir bakışa sahip. Bu noktada dezavantajlarımızın hiç değilse bir süre, genelle eşitleninceye değin desteklenerek rehebilite edilmesi kesinlikle şart. Yoksa sende anayasaca herkesle eşiştin, öyleyse rampaya, engelli tuvaletine, kısaca düzenlemelere ne gerek var: bu sana ayrıcalık tanımaktır diyemeyiz değil mi? Bu noktadan hareketle, bizi emekle toplumda geliştirerek bir yere getirmek zor geliyorsa, sadece maşa bağlamakla yetinmek kolaya kaçmaktır.

Deniz- Bu gün, bu konuda dünyanın neresindeyiz?

Nurten- Yalnız bu konuda değil, her konuda gelinen nokta: Niyet neyse akibet o’dur.

DEVAMI GELECEK SAYIDA…

Nurten Aktaş
Kayıt Tarihi : 23.4.2009 22:31:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


'sevgi yolu dergisin'de yayınlandı

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Nurten Aktaş