Benim Engelim Toplum- 2 Şiiri - Nurten A ...

Nurten Aktaş
140

ŞİİR


4

TAKİPÇİ

Benim Engelim Toplum- 2

BENİM ENGELİM TOPLUM -2

Geçen sayımızda belirttiğim gibi onlar mı engelli yoksa, toplum mu onlara engel oluyor? “Sağlık yalnız hastalık ve engelli olmaması değil, aynı zamanda bedensel, ruhsal ve toplumsal yönden tam bir iyilik durumudur. Engellilik ise bedensel, zihinsel ve ruhsal özelliklerinden belirli bir oranda ve sürekli olarak fonksiyon ve görüntü kaybına neden olan organ yokluğu veya bozukluğu sonucu kişinin normal yaşam gereklerine uyamama durumudur. Bu durumdaki kişiye engelli denilmektedir.” Sayın Nurten Aktaş ile kaldığımız
yerden devam edelim.

Deniz-Nurten tekrar merhaba. Hoş geldin.

Nurten- Merhaba, hoş buldum.

Deniz- Söyleşimizin ilk bölümünü değerlendirirken: “Engelli, özürlü ya da sakat. Onlar her ne kadar kendi aralarında bir kavram birliğine varamasa da” yaklaşımıma eleştiride bulundun, neydi hassasiyetinin temel dayanağı?

Nurten- Evet bu çelişki devletten kaynaklı, biz engellilerden değil. Devlet kaynaklı bir sorun çünkü devletlerin dili ve uygulaması, toplumlar gibi çabuk dönüşemiyor. Zaten önce toplum dönüşerek talep etmedikçe, devletler hep uyur!

Deniz- Devlet, ses gelmeli ki sese uymalı…

Nurten- Toplumsal evrimleşme, kısaca aydınlamanın özü bu! Bu doğal bir olgu, yadırganası değil! Beni engelli kılan genelin anlayış şekli, bu noktada “engelli” terimi özü itibari ile, “engellenen”e yapılan vurgudur da. Böyle işlenmeli beyinlere, anlıyor musun? Çünkü dost, toplumun hafızasına kazınan yanlış ve önyargılar kolay kolay doğrusuyla değiştirilemiyor. Ve hiçbir şeyden çekmedim bu yanlışlar ve önyargılardan çektiğimi!

Deniz- Günümüz Türkiye'sinde engellilerin toplumla bütünleşme yönünde yoğun sorunlar içinde yaşadıkları bilinmektedir. Sorunu adlandırmadan başlarsak ve yaşamın pek çok alanına yayılan bu sorunlara değinelim ne dersin?

Nurten- Öncelikle “çiş yakma hakkiniz” bile yoksa, varın gerisini siz düşünün. Siz de benimle tanık oldunuz ki, iki “yıldır sırf bu nedenden” beni derdest edip götürmeseniz şiir dinletinize bile katılacağım yoktu. Oysa yine biliyorsunuz ki, ne çok istediğimi her hafta sizlerle birlikte kaynaşırken, emeğinizi onurlandırarak, onurlanmayı. Geçen bahar üç ay İbrahim İmer’ le Mamak bilgi evinde şiir atölyesine katıldık. O haftada üç gün, dörder saatlik ders süreleri boyunca bir kere bile lavaboya gidemedim. Ulaşım sorunumu tutun ki şahsi bir sorun varsayarak (oysa hayat ulaşımla devamlıdır ve bunu sağlamak da devletin temel görevidir.) bunu geçtim diyelim. Başkentimin en temel kütüphanesinin de bulunduğu belediye binasında ne bir asansör ne de engelli tuvaleti mevcuttu. O kütüphaneye üst katta olduğu dolaysıyla canlara yük olamamak için “içimde kalsa da” gidemedim. Merdivenleri insan gücüyle çıkıyorsunuz falan. Sağ olsun hocalarım ve canlar derslere onurla taşıdılar beni. Tabi bu insanlık onuru da olsa bir yerde mahcup oluyorsunuz. Ben kimim ki insanlara yük oluyorum diyor ve kahroluyorsunuz. Ezilmeden bağımsızlığı tatmak istiyorsunuz. Bunu da geçin her yerde böyle entelektüel kültürden nasibini almış kalender insanlarla iç içe değilsiniz: Örneğin hiyerarşik bir ortam olan iş yerinizde bu söz konusu bile olamaz. Bu çalıştığım üniversite ortamı için böyleyse hayal edin artık.

Deniz- Kendini eşit görebiliyor musun?

Nurten- Elbetteki görüyorum. Ama toplumun eşitlik anlayışı benimkiyle örtüşüyor mu? Derseniz ki, hayır derim! Çocukluğumdan bu tarafa kendime vermiş olduğum bir sözüm var. İsmine “kendi devrimim” de dediğim bir hayalim. Hala orada çırpınan bir misyon. Aslında her ne kadar geriye dönüp baktığımda; özellikle “yazma” olgumun başlangıcına (evet şair: Ve biz! / Söyleyecek sözü olanlardanız hayata...) “kendimden çıktım yola” desem de, görüyorum ki çoktandır toplumsal tavır noktasındayım. Çünkü bende bu toplumun birleşenlerini oluşturan unsurlardan birine, bireye dahilim. Dolayısıyla farkındayım ki, genel aydınlık içinde ve mutluysa bende, ancak o zaman payıma düşeni alabilirim!

Deniz- Gerçekleşmesini istediğiniz ya da kendinize verdiğiniz ardından gerçekleştirdiğiniz bir hayaliniz var mı?

Nurten- Evet “Bir hayalim var” korkarım artık fenomene dönüşen. Ha dersen ki, bu yolda neler yaptın? Derim ki öncelikle daima “hayatta sığıntı olmaktansa”, hayatın içinde yer aldım. Tabi olabildiğince… dahası üretimden hatta, tüketimden
gelen gücümle! Bir kere kanımca bu çok önemli. Ancak böyle günlük yaşamda bende varım diyebiliyorsunuz. Arz talep ilişkisinin şartlarından biride bu. Bu şekilde bir değersiniz vs… Yaşamda ihtiyaçlarınız daha da belirginleşerek evriliyor.

Toplumun artık gözüne batar oluyorsunuz.: Sizi daha ne kadar görmezden gelebilirler ki, (ama her zaman yeniliğe karşı cahilce son çırpınışlar oldu, oluyor, Atatürk devrimlerine dahi olduğu gibi) bu dik duruşu sergileyemediğiniz zaman siz bile kendinizi işe yaramaz, atıl hissediyorsunuz. Çünkü öyle hissettiriliyorsunuz. Bu bizler için zor bir denge: imkansızı başarmakla eş. Ama ancak böyle “eşit” olabiliyorsun! ? Çaresi yok!

Deniz- İsyan ediyor musun?

Nurten- İsyan etmiyor muyum? Ediyorum elbet. Hemen hayatın içinde bir çalışan kadın olarak şunu belirtmeliyim ki, yetkinin tiranlaşmış, kırılamaz erki (güçü) bizleri her kesimden daha fazla vurarak engellemeye, ayrımcılığa daha açık hale getiriyor. Bu iş yerimden tutunda ama aklınıza gelebilecek her alanda böyle. Örneğin amiriniz klozet isteminize “her yeri sana göre düzenlemek zorunda mıyım? ” diyebiliyor. Oysa biliyorsunuz ki yasaya göre asıl amirimin böyle keyfi davranma hakkı yok. Tabi bunu amirinize böylece söylemek cehennemi karşına almakla eş! Cici olmak zorundasınız?

Deniz- Toplum size sözlerle olmasa da bu tür açıkça tavrıyla ne diyor olabilir? Ve en belirgin olumsuzluklar?

Nurten- Böylelikle size dolaylı yoldan hayatınızı cehennem azabına çevirerek “duvarlarınızın ardına dönün” deniyor. Tercih sizin, ya kalıp savaşarak varolan sağlığınızı da bu yolda harcayacak, umarsızca harcanacaksınız, yada duvarlarınız sizi bekliyor. Seçiminiz her ne olursa olsun, sonuç toplumsal yalnızlık. Hele bir de düşünenseniz, sorgulayansanız! Dahası yazıyorsanız, vay halinize! ! !

Deniz- Yazdığınız ve yazacaklarınız özellikle içinde bulunduğunuz durum, tema olsa gerek?

Nurten- Kısmen evet, yaşadığım sorunlara duyarsız kalmam beklenemez değil mi? Değer taraftan engelim benim gerçekliğimin ancak küçük bir parçası. Asla bütünüm değil. Ama üzerinde asıl durduğum olgu, “engellilik” toplumun boynuma astığı bir yaftaysa, neden bu gerçekliği görmezden gelmek yerine; entelektüel anlamda aslında engelliğin ekonomik, sosyal, cinsiyet farklılığı gibi bir çok normları olduğunu: yani tümümüzün engelli olduğunun farkındalığını kulaklara fısıldamayayım. Belki bir şey değişir, her şey değişir! Bütüne gelmeden, örneğin Aysel Çoban’ın söyleşinin ilk bölümündeki derinlikli metni hala içimde kanıyor. Konuya dair öyle can alacı üç temaya değinmiş ki, ben de bu kısacık metinin ruhumda yansımasına değinmeden geçemeyeceğim. Katkılarından dolayı öncelikle yürekten teşekkürler Aysel dost, içimi dağlayarak ısıttın. Çünkü burada en öz haliyle “dünyanın gerçekliği” var. İşte “yaşanmışlığı” yüreğimizi kanatırcasına yazmak böyle bir şey. Sözüm dışarıdan ahkam kesenlere…
Aysel’in kardeşinin yerinde olabilmeyi ne çok isterdim: Hani, Engelin farkında olmayanlar ilk doğdukları gibi tertemizdir. Engelli olduğunun farkında olanlar ise engelli olmayanlar gibi bir yaşam sürmek için mücadele ederler. Bunu yaparken de yalnızdırlar, diyor ya! İşte Bunu dört yaşlarında keşfetmek ölümle eş canlar. Demek nasıl bir öteleme sezilmedim ki, …neyse! Aslında duyarlılık öncelikle içinde duyumsamaktır! Akıl, algıysa ve duyarlıktan da öte farkındalık algılayabilmekle başlıyorsa, terettütsüz “mutlak deli olmak” en büyük bahtiyarlığım olurdu. Çünkü ben her zaman o kadar duyarlı ve farkındalığı yüksek bir düşünüş sistemine sahiptim ki, henüz okul öncesinde gerçekten düşünemeyen dahası sorgulamayan bir “deli” olmak istediğimi hatırlıyorum da: bu gün bile özlemle keşke diyorum. Çünkü düşünmek açı çekmeyle eş! Sanki düşünemesem bu kadar acı çekmezdim gibi geliyor. Gariptir, şimdi tüm bunları söyleyince bir yerinde “...düşünme denen olgunun miladı tuvalette unutulmama denk düşerde…” şeklinde not aldığım karalamamı anımsadım.

Devamı gelecek sayıda…
[email protected]

Nurten Aktaş
Kayıt Tarihi : 31.1.2009 19:19:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Sevgi Yolu Dergisi 2008 kasım-aralık sayısında yayınlanmıştır.

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Dinçer Demirel
    Dinçer Demirel

    İnsanlara insanca yaşama olanağı sunmayan ve sunamayan düşüncelerin kendileri engellidir,onlar her şeyi sadece kendilerine göre düşünürler,gören gözleri çevrelerinde olup biteni görmez,görmek istemez,duyan kalıkları tüm olanlara sağır kalır,hepsi işlerine öyle geldiğindendir .

    Anlamlı yazıydı,emeğine yüreğine sağlık,tebrikler

    Cevap Yaz
  • Kazım Doğan
    Kazım Doğan

    Güzel ve duyarlı yürekten güzel bir yazı okudum ve engelsiz engellilerin çok olduğu ülkemde, anlamlıydı kutluyorum saygılar...

    Cevap Yaz
  • Yunus Karaçöp
    Yunus Karaçöp

    Üstadem..

    Konunun ehemmiyeti yanında yazının uslubu
    vede akıcılığı harikaydı kutlarım sizi ve usta
    kaleminizi TEBRİKLER..

    Selamlarımla..yunus karaçöp

    Cevap Yaz
  • Haydar Bibinoğlu
    Haydar Bibinoğlu

    Yazılarını okuyorum. Hem de imrenerek... Birikimini gönülden kutluyorum.

    Yüreğin ve bilincin susmasın.

    Cevap Yaz
  • İbrahim Şahin
    İbrahim Şahin

    Segi yolunda yüğrüyen azimli yüreğin yazısının böyle bir dergide çıkması son derece öçnemli. Yüreğinizi, azminizi kutlarım.

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (8)

Nurten Aktaş