Düşle sevişen yüreklerin koynundaki prangadır hüzün. Avuç içimizdeki yabanıl rüzgârı okşadıkça biz, kendimiz olmaktan çok ötelere solgun bir yaprakça düşeriz. Kırık aynalar ararız derin sularda çığlığımızı süzecek ve bizi kendimizden aşırıp yüzyıl sonrasına götürecek.
Devrilmiş bir günün ekseninde bağdaş kurup otursam diyorum kendimle baş başa kalınca. İnsanlar derme çatma kulübelerine öteberi taşır iken, ben yüzyıl sonralarına gidecek bir geminin saklanma odalarına atıp kendimi okyanuslar aşıp, yeni çehreler görmek istiyorum. O bıkkın bedenimin gölgesinde geceleyip, değişken iklimlerin gizemli coğrafyasında terlemek istiyorum.
Nicedir unuttum masal dinlemeyi. Nicedir kendi kabımdan içtiğim sularda izledim asık yüzümü ve bir başınalığımı. Kaygılar sağıp, hüzünler astım kuru dallara. İltica güneşler geçirdim bekleyişlerin kanlı tülbendinden. Kıyım sesler çoğalttım gönlümün derinliklerinde ve kendime her yüzümü dönüşümde nefessiz kaldım.
Aynı yatağın karanlık dehlizlerinde üşümüş ellerimle okşadım kimi aşka dargınlığımı. Kelimeler akıp geçti usumdan, sözcükler yamalı bir ağaç gibi rüzgârım oldu, dudaklarımdaki o efsunlu mırıltılardan şiirler sayfalara aktı. Dilim acıyla paydaş oldu, kanadımdaki o hayali perdelerde nice düşler dile geldi.
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.