Benden olmayan - Damat Ferit, Dürrizade ...

Akın Akça
1865

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Benden olmayan - Damat Ferit, Dürrizade ve Mustafa Sabri

Osmanlı Şeyhülislamları Listesi:
http://tr.wikipedia.org/wiki/Osmanl%C4%B1_%C5%9Feyh%C3%BClislamlar%C4%B1_listesi
Cuma, 14 Eylül 2007
Yazıyı birkaç kez dikkatle okudum...
İslamcı düşünür olarak öne sürülen, Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç 'ın, 'Sömürge olmamak' başlıklı köşe yazısına şaşırmadım, güldüm! .. İslamcı ya da önemli bölümü soldan çark etmiş liberal etiketli yazarların tarihi ne denli kolayca çarpıttıklarını bu sütunda defalarca sergiledim.
Ancak, Ali Bulaç'ın yazısı, bu alanda benzeştiği diğer kalemleri bir çırpıda geride bırakıverdi! .. Yazı, 'İslam dünyasının yüzde 80'inin 19. yüzyıldan başlayarak 20. yüzyılın neredeyse son çeyreğine kadar sömürge olmasına karşın Türkiye ve İran'ın bundan kurtulduğu, ancak bu durumun aslında dezavantaj olduğu! ' anafikri üzerine kurgulanmış... Neden dezavantajmış? Çünkü böylelikle, sömürge olanlar totaliter yönetimlerden kurtulmuş, ancak bağımsız kalan iki ülkede totaliter yönetim anlayışı sürekli hale gelmiş! Öyle ki, bugün Mısır ve diğer Ortadoğu toplumları sivil alan ve medeni özgürlükler konusunda Türkiye ve İran'dan çok daha iyi konumda bulunuyorlarmış...
- Pes! ..
Bu kadar çarpık bir anlayışın neresini düzelteceksiniz? Sömürge olmayı ilerlemenin motoru olarak gösterecek denli zavallılaşmak bir yana, bugün örnek gösterdiği ülkelere kısaca göz atmak bile yeter aslında, ama konumuz bu değil. Bulaç, yazısında 'Vahşileşmiş kapitalizmi savunanların en çok sol kökenli aydınlardan geliyor olması tesadüf değildir' dedikten sonra cümlesini şöyle tamamlıyor:
- Bunların Kurtuluş Savaşı sırasındaki temsilcileri mandacı aydınlardı...
Burada duralım...
***
Kurtuluş Savaşı'nda mandacılar, işbirlikçiler kimlerdi acaba? ..
Bulaç, çalakalem yazdığı yazısında yanılmıyorsam, 'Sıvas Kongresi sırasında Amerikan mandasına yakın duran aydınları' işaret ediyor. İnsaf, o aydınların tamamı bu hülya sonrasında Kurtuluş Savaşı'na sonuna dek destek verdiler. Politik hesaplar ve ihtiraslar ayrı bir yazı konusu. Ali Bulaç ve onun teknesine binenlere kısa bir tarih dersi vermek gerekiyor, bakalım mandacı ve işbirlikçiler gerçekten sol kökenli miymiş? ! ..
- Bağımsızlık savaşı veren Kuvayı Milliyecileri din dışı, hain ilan edip, uşağı Şeyhülislam Dürrizade 'nin fetvasıyla idama mahkûm ettiren, Anadolu'yu işgal eden Yunan ordusunu ise 'Hilafet ordusu' olarak selamlayan, kurtuluş sonrası bir İngiliz zırhlısıyla ülkesinden kaçan Vahdettin mi solcuydu? ! ..
- 1918 Kasım'ında Associated Press muhabirine, 'halifenin egemenliğini tehdit etmeyen herhangi bir manda yönetimini memnuniyetle kabul edeceğini' söyleyen veliaht Abdülmecit mi sol kökenliydi? ! ..
- İşgalci Yunan hükümetine başvuran, başkanlığını eski Şeyhülislamlardan Mustafa Sabri 'nin yaptığı Anadolu Cemiyeti, Yunan işgali altındaki Batı Anadolu'da bir 'Batı Anadolu Özerk Hükümeti' öneriyordu. Yönetimin başında Hıristiyan bir vali bulunacaktı. Bu öneri Yunanistan Başbakanı Gunaris 'in önüne geldiğinde şu yanıtı vermişti: 'Bu hain Türklere ihtiyacımız yok! .' Bu cemiyetin başındaki din adamlarının etiketinde solcu mu yazıyordu! ..
- Edirne Selimiye Camii'nde, 13 Ağustos 1920'de, Yunan Genel Valisi'ni, Yunan generallerini, Rum metropolitini ağırlayıp, Venizelos 'un sağlığı için dua okuyan Müftü Hilmi Efendi mi, yoksa bu haberi manşetten veren Te'min gazetesi mi solcuydu? ! .
- Yunan ordusunun halifenin ordusu sayılması gerektiğini söyleyecek kadar alçalan Teali-yi İslam (İslamı yüceltme) Cemiyeti mi sol kökenliydi? ! .
- Alemdar gazetesinde 'dünyanın en adil, en namuslu, en haşmetli devleti' diye yazan Refii Cevat Ulunay mı, kurtuluş hareketini uydurmasyon bir blöf olarak tanımlayıp, 'Kuzum Mustafa, sen deli misin? ' diye alay eden Refik Halit Karay mı, 'fenalığın kaynağı Kuvayı Milliye, ateş olsa cirmi kadar yer yakar' diyen Ali Kemal mi, yoksa başta padişah olmak üzere tümünün üye olduğu 'İngiliz Muhipler Cemiyeti' mi solcu geçmişe sahipti? ! ..
Yalanın, tarihi çarpıtmanın da bir sınırı vardır. Belgeler olanca açıklığıyla ortada, bağımsızlığa düşman olanların, işbirlikçi ve mandacıların neredeyse tümü dinci, padişahçı ve liberal takımdandı! .
- Yazık, İslamcı düşünürü böyleyse..

http://www.kuvayimilliye.gen.tr/index.php? option=com_content&task=view&id=872&Itemid=34
damat Ferit
Damat Mehmet Ferit Paşa (1853 - 1923) , Osmanlı diplomat ve devlet adamı. VI. Mehmet Vahidettin saltanatında 4 Mart 1919 - 30 Eylül 1919 ve 5 Nisan 1920 - 17 Ekim 1920 tarihleri arasında toplam bir yıl bir ay onbeş gün sadrazamlık yapmıştır. Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki ulusal harekete muhalefetinden ötürü vatan hainliği ile suçlanmış ve yurt dışına gitmiştir.
Sadrazamlık Öncesi Kariyeri [değiştir]
Şura-yı Devlet üyelerinden, 'Gülistan' mütercimi Hasan İzzet Efendi'nin oğludur. Ailesi Karadağ (Montenegro) kökenlidir. İstanbul’da 1853 yılında doğdu. Tahsilini tamamladıktan sonra Hariciye Teşkilatında görev aldı. Paris, Berlin, Petersburg ve Londra elçilikleri kâtipliklerinde bulundu. 1885'te Sultan Abdülmecit’in kızı ve Vahidettin'in ana bir kızkardeşi Mediha Sultan'la evlendirildi. Üç yıl sonra vezir rütbesine yükseltilerek 'paşa' ünvanını aldı. Londra Büyükelçiliğine atanma isteği II. Abdülhamit tarafından reddedilince, kamu görevlerinden uzaklaşıp, eşinin Baltalimanı'ndaki konağında özel yaşamına çekildi.
Meşrutiyet'in ilanından sonra Ayan Meclisi'ne atandı. İttihat ve Terakki Cemiyetine karşı muhalefetin yükseldiği 1911-12 döneminde Hürriyet ve İtilâf Fırkası'nın kurucuları arasında bulundu. Fırka içte liberalizm fikrini ve Osmanlı toplumunu oluşturan unsurlar arasında uyum ve beraberliği, dışta ise İngiltere yanlısı bir politikayı savunuyordu. 11 Kasım 1911 günü kurulan fırkanın ilk başkanlık görevini 25 Kasım 1911'den Haziran 1912'ye kadar Ferit Paşa üstlendi. [1]
1912'de Balkan Savaşı'nı sona erdirmek üzere Londra'da toplanan barış konferansına Damat Ferit Paşa'nın gönderilmesi önerildi ise de, sadrazam Kâmil Paşa 'bu adam delidir' diyerek karşı çıktı.[2]
Sadrazamlığı [değiştir]
Ferit Paşa'nın siyasi kariyeri, kayınbiraderi olan VI. Mehmet Vahidettin'in saltanatında parladı.
İttihat ve Terakki iktidarının devrilmesinden sonra Vahidettin, 24 Ekim 1918'de Mondros'ta yapılacak mütareke görüşmelerine Ferit Paşa'nın murahhas olarak gönderilmesini önerdi. Ancak bu öneri İzzet Paşa kabinesince reddedildi.[3] Rauf Orbay'a göre padişahın bu teklifinin nedeni, mütareke anlaşmasının Bulgaristan, Avusturya ve Almanya'da olduğu gibi bir saltanat değişikliğiyle sonuçlanmasından çekinmesi ve Ferit Paşa'nın kendisine sadık olacağına inanmasıydı.
Ferit Paşa, Tevfik Paşa kabinesinin 3 Mart 1919’da istifası üzerine ilk defa sadarete getirildi. İhtiyar Tevfik Paşa'nın Savaş sonrasında kurulan kabinesi galip devletlerin çeşitli baskıları karşısında etkisiz kalmış ve yalpalamıştı. Kabine değişimine yol açan kriz, savaş suçluları ve 'tehcir ve katliam' sorumlularının yargılanması için kurulacak olan Divan-ı Harb-i Örfi'nin, müttefik devletlerin ısrarına rağmen kurulamayışı idi. Fransız Generali Franchet d'Esperey'in yaşlı sadrazama yönelik sert çıkışı, hükümet değişikliğinin dolaysız nedeni oldu.
Ferit Paşa hükümeti, İzmir'in Yunanlılarca işgali üzerine 15 Mayıs'ta istifa etti. Ancak aynı gün Ferit Paşa tekrar kabineyi kurmakla görevlendirildi. Paris Barış Konferansı'nda Türk delegasyonunun uğradığı şiddetli muamele üzerine 20 Temmuz'da tekrar istifa eden paşa, ertesi gün üçüncü kez başbakanlığa getirildi. Nihayet Sivas Kongresi'nde Müdafaa-yı Hukuk hareketinin Anadolu'da yönetimi ele geçirmesi üzerine 30 Eylül'de Ferit Paşa kabinesi üçüncü kez istifa etti. Ertesi gün işbaşına gelen Ali Rıza Paşa hükümeti, Sivas Kongresi'nin isteği doğrultusunda, genel seçimlerin yapılmasına karar verdi.
Ferit Paşa yaklaşık yedi ay süren ilk üç hükümeti döneminde, bir yandan İstanbul'u işgal altında tutan müttefik devletleri memnun edip yatıştırmaya, diğer yandan içte İttihat ve Terakki rejiminin kalıntılarını temizlemeye yönelik bir politika izledi. İktidara gelir gelmez, eski İttihat ve Terakki liderlerinin birçoğu tutuklandı. Hemen ardından savaş suçları mahkemesi kurularak, Ermeni tehcirindeki görevinden ötürü yargılanan Boğazlıyan kaymakamı Kemal Bey'in idamına karar verdi. İzmir'in işgaline karşı oluşan geniş ulusal tepki karşısında hükümet mesafeli durmayı tercih etti. Sıvas Kongresi'nde başlayan ulusal isyana karşı Ahmet Aznavur adlı bir Çerkes çetecisinin yönetiminde Kuva-yı İnzibatiye adıyla derme çatma bir zabıta gücü oluşturulması, toplumun hemen her kesimince tepki gördü.
16 Mart 1920'de Meclis-i Mebusan'ın işgal kuvvetlerince basılması ve iki gün sonra tatil edilmesiyle başlayan krizde Damat Ferit Paşa bir kez daha sadrazamlığa getirildi. 5 Nisan 1920’de kurulan ve 17 Ekim 1920’de sona eren bu son hükümet döneminde Ferit Paşa fiilen tükenmiş bir yönetime başkanlık etti. Osmanlı hükümetinin bu dönemde gücü, sadece müttefik devletler işgalinde bulunan İstanbul ve çevresiyle sınırlıydı. Mart ayında yapılan San Remo Konferansı'ndan sonra, Paris'teki barış görüşmelerinde de Osmanlı delegasyonunun söz hakkı kalmamıştı. 11 Nisan 1920'de Mustafa Kemal ve arkadaşları aleyhine çıkarılan idam fetvası ve 10 Ağustos 1920'de Sevr Antlaşması'nın imzalanması, Damat Ferit Paşa'nın altıbuçuk ay süren son sadrazamlık döneminin bellibaşlı olaylarıdır.

Bu makale ile ilgili orjinal metin, VikiKaynak'ta bulunmaktadır:
Atatürk Hakkında Vahdettin Tarafından Verilen İdam Fermanı

Milli Mücadele liderleriyle anlaşmaktan başka çare kalmadığını düşünen müttefik devletler temsilcilerinin saraya giderek Ferit Paşa'nın çekilmesini istemeleri üzerine Ferit Paşa kabinesi 17 Ekim 1920'de istifa etti.
Ferit Paşa Milli Mücadelenin zafere ulaşması üzerine, 21 Eylül 1922' de Avrupa’ya kaçtı. 6 Ekim 1923’te Fransa’nın Nice şehrinde öldü.
Kişiliği [değiştir]
Ferit Paşa, konu hakkında yazan hemen herkes tarafından şiddetle eleştirilmiştir. Kendisini beş kez sadrazamlığa getiren Vahidettin'in bile eniştesinden hiç hoşlanmadığı ve başına gelen felaketlerin nedeni olarak onu gösterdiği rivayet edilir.
Özel yaşamında Paşa, batı kültürüne hayran bir snob olarak anlatılır. Vahdettin'in kızı Seniha Sultan'ın anılarına göre:
'Çok azametli ve haris bir zat olan Ferid Paşa [Baltalimanı'ndaki] yalıyı bir saray teşrifatına sokmuş, suareler, yemekler, sefirli toplantılar tertiplemiş ve yemeklere bile kendisi smoking, halam [Mediha Sultan] açık dekolte tuvaletle inmeye başlamışlardır. Hiç unutmam. bir gün halamı ziyarete gittiğimde salona aldıkları zaman halam bir koltukta oturuyor ve Ferid Paşa da ona org-piyanoda Haydn çalıyordu. Bunun bir gösteriş, tesir yapmak için bir mizansen olduğundan eminim.'[4]
Son sadrazam Tevfik Paşa'ya göre Ferit Paşa 'alafrangalıkta Frenkleri bile geçmiş idi.' [5] Vefatında Tevhid-i Efkâr gazetesinde çıkan bir yazıya göre:
'Londra'dan avdetinde alafrangalaşmış ve nihayet adeta Müslümanlığa düşman kesilmişti. Evindeki erkek ve kadın hizmetçileri kâmilen Rum idi. Sözlerinde, nutuklarında, yazılarında hep Yunan ve Latin darbımesellerinden, hurafatından ve rivayetlerinde [mitolojisinden] bahs ederdi. (...) Hulasa tamamen garpleşmiş, fakat milliyet hislerinden tamamen mahrum kozmopolit ruhlu bir adam idi.'[6]
Sultan Vahidettin'in, kızkardeşi ile evli olan Ferit Paşa hakkında 'Dünyada üç mel'un vardır. Bunlar bir sacayağıdır. Biri bizim hemşire, biri zevci olan Ferid, biri de oğlu Sami' dediğini, saray başkâtibi olan Ali Fuat Bey anlatır. [7] Buna rağmen padişahın eniştesini defalarca en yüksek makama ataması ve oğlu Sami Bey ile sürgün yıllarında yakın ilişkileri sürdürmesi, açıklanmaya muhtaç bir olgudur.
Kaynakça [değiştir]
1. ^ Ali Birinci, Hürriyet ve İtilâf Fırkası, Dergâh Yay. 1990, sf. 48-49 ve 55-64.)
2. ^ Murat Bardakçı, Şahbaba, Pan Yay. 1998, sf. 110. Ancak başka kaynaklarda aynı anekdot 1918 Mondros Mütarekesi bağlamında ve sadrazam Ahmet İzzet Paşa'ya atfen anlatılır.
3. ^ Rauf Orbay'ın Hatıraları, ed. Cemal Kutay, 4.187-188.
4. ^ Murat Bardakçı, a.g.e. sf. 110.
5. ^ İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Son Sadrazamlar, IV.2081.
6. ^ Son Sadrazamlar, a.g.y.
7. ^ Ali Fuat (Türkgeldi) , Görüp İşittiklerim, s. 297) .
http://tr.wikipedia.org/wiki/Damat_Ferit_Pa%C5%9Fa

Atatürk Hakkında Vahdettin Tarafından Verilen İdam Fermanı
VikiKaynak, özgür ansiklopedi
Dosya Tasnifi
Harbiye-Divan-ı Harp
DOSYA No: 70
Harbiye Nezareti
Adliye-i Askeriye Dairesi
Şube:
Adet: 705
PADİŞAH BUYRUĞU

Mehmet Vahidüddin

ONAY

“Kuvayı Milliye adı altında çıkardıkları fitne ve fesatla, anayasaya aykırı olarak halktan zorla para toplamak, asker almak, bunun aksine hareket edenlere işkence ve eziyet ederek şehirleri yakıp yıkmaya kalkışmak suretiyle iç güvenliği bozanların tertipçisi oldukları iddiasıyla haklarında dava açılan, Üçüncü Ordu Müfettişliğinden alınarak askerlik mesleğinden çıkartılmış bulunan Selanikli Mustafa Kemal Efendi, Eski yirmi yedinci fırka kumandanı miralaylıktan emekli İstanbullu Kara Vasıf Bey, Eski yirminci kolordu kumandanı Mirliva Salacaklı Fuat Paşa ile Eski Vaşington elçisi ve Ankara milletvekili Midillili Alfred Rüstem ve sıhhiye eski müdürü İstanbullu Doktor Adnan Bey ile Üniversite Batı Edebiyatı eski öğretmeni Halide Edip Hanımın, ayrıntıları 11 Mayıs 1336 (1920) tarihli ve 20 numaralı karar tutanağında yazılı olduğu üzre, Mülkiye Ceza Kanunu’nun kırk beşinci maddesinin birinci fıkrası delaletiyle elli beşinci maddesinin dördüncü fıkrası ve elli altıncı maddesi uyarınca, sahip oldukları askeri ve mülki rütbe ve nişanlarla, her türlü resmi ünvanlarının kaldırılmasına ve idamlarına, halen firarda bulunmaları dolayısıyla kanun hükümleri gereğince mallarının haczedilerek, usulüne göre idare ettirilmesine dair İstanbul bir numaralı sıkıyönetim mahkemesi tarafından gıyaben verilen hüküm ve karar, ele geçirildiklerinde tekrar yargılanmak üzere tasdik edilmiştir.
Bu Padişah Buyruğu’nu yürütmeye Harbiye Nazırı görevlidir.
24 Mayıs 1336 (1920)
Sadrazam ve Harbiye Nazırı Vekili
Damad Ferid
http://tr.wikisource.org/wiki/Atat%C3%BCrk_Hakk%C4%B1nda_Vahdettin_Taraf%C4%B1ndan_Verilen_%C4%B0dam_Ferman%C4%B1

Mustafa Sabri Efendi
Mustafa Sabri Efendi
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Mustafa Sabri Efendi, Şeyhülislam, Osmanlı Mebusan Meclisi Mebusu (d. 1869 Tokat, ö. 1954 Mısır)
Kayseri Medresesinde din eğitimi aldı. 1890 yılında 22 yaşında Fatih Camiinde din dersleri vermeye başladı. Beşiktaş Asariye camii imamlığını yaptı. 1900 ve 1904 yılları arasında Sultan II Abdülhamit tarafından taltif edildi ve onun kitaplık memurluğunu yaptı. 1908 yılında Memleketi Tokat'tan Osmanlı Mebusan Meclisine Milletvekili seçildi.
Konu başlıkları
[gizle]
1 Hürriyet ve İtilaf Fırkası, Gerçekleştirilemeyen Bab-ı Ali baskını planı
2 İttihat ve Terakki'ye Karşı devrim girişimi, Sadrazam Mahmut Şevket Paşa suikastı
3 Kurduğu ve üyeliğine geçtiği cemiyetler, Şeyhülislam olması
3.1 Teal-i İslam Cemiyeti (Cemiyet-i Müderrisîn)
3.2 İngiliz Muhipleri Cemiyeti
4 Teal-i İslam Cemiyeti (Cemiyet-i Müderrisin) Beyannamesi
5 Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey'e idam fetvası
6 Kuvayı Milliye kuvvetlerine verilen ölüm fetvası
7 Mustafa Kemal ve Ankara Hükümeti'ne hakaretler
8 Kurtuluş Savaşı'nın bitişi ve yurttan kaçması
9 Fikirleri
10 Kaynakça

Hürriyet ve İtilaf Fırkası, Gerçekleştirilemeyen Bab-ı Ali baskını planı [değiştir]
Siyasî hayatında ilk önceleri İttihat ve Terakki Partisini desteklemekteydi. Sonra Ahali Partisine(1910) girdi. Daha sonra ise İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne muhalif Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nın kuruluşunda yer aldı(1911) . Prof. Dr. Ali Birinci, Hürriyet ve İtilaf Fırkası isimli kitabında İttihat ve Terakki Bab-ı Ali baskını yapmasalardı Hürriyet ve İtilaf Fırkasının bir ihtilal komitesi halini almış olduğunu ve içlerinde Gümülcineli İsmail, Basri Bey ve Mustafa Sabri Efendi bulunan bir hizbin tesiri altında ve planlamasıyla Sadrâzam Kâmil Paşa hükümetini devirmek için darbe yapmaya hazırlandıklarını yazmıştır.[1] O dönemde hükümetteki İttihat ve Terakki Partisi aleyhine muhalif Beyan-ül Hak dergisinde başyazarlık yaptı. Hürriyet ve İtilaf Fırkasında oluşan komita hükümeti 25 Ocak 1913 tarihinde devirmeye karar vermişken İttihat ve Terakki bunu 2 gün önce 23 Ocak 1913'de kanlı bir biçimde gerçekleştirmişti. Bab-ı Ali baskını neticesinde birçok Hürriyet ve İtilaf Fırkası yöneticisi gibi Mustafa Sabri Efendi de yurt dışına Romanya'ya kaçtı. Sonra Romanya'dan Yunanistan'a geçti. Diğer bazı parti yöneticileri ise yeni hükümetçe sürgün edildi.
İttihat ve Terakki'ye Karşı devrim girişimi, Sadrazam Mahmut Şevket Paşa suikastı [değiştir]
Bu dönemde Almanlar İttihat ve Terakki ile iyi ilişkiler kurmak isterken İngilizler, İngiliz hayranı olduğu bilinen Damat Ferit ve Hürriyet ve İtilaf Fırkasını desteklemekteydiler. Mustafa Sabri Efendi de İngiliz Himayesinden başka kurtuluş yolu olmadığını düşünenlerdendi. [2] Bab-ı Ali baskını sonrasında Padişah hükümeti kurma görevini İttihat ve terakki'nin gösterdiği Mahmut Şevket Paşa'ya verdi. Bu sırada bir bombalı saldırıda Mahmut Şevket Paşa öldürüldü. Prof. Dr. Ali Birinci, Mustafa Sabri Efendi'nin bu cinayetin arkasında olduğunu iddia etmektedir. İddiaya göre cinayetin olduğu gün Yunanistan'dan İstanbul'a gelmiş, suikastçılarla görüşmüş ardından olayın basit bir suikast olarak kalması ve istenen sonucu alamaması nedeniyle hemen Pire'ye geri dönmüştür. [3]
Kurduğu ve üyeliğine geçtiği cemiyetler, Şeyhülislam olması [değiştir]
I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı İmparatorluğu yenilince, 1918 yılında İttihat ve Terakki hükümeti bırakmak zorunda kaldı. Yeni hükümeti kurma görevi Hürriyet ve İtilaf partisi'ne; Damat Ferit Paşa'ya verildi.
Teal-i İslam Cemiyeti (Cemiyet-i Müderrisîn) [değiştir]
Partisi tekrar hükümete gelince kaçak olarak bulunduğu Mısır'dan İstanbul'a döndü. 15 Şubat 1919'da daha sonra Teâli-i İslâm Cemiyeti adını alacak olan Cemiyet-i Müderrisin derneğinin kuruluşunda bulundu. 4 Mart 1919'da Şeyhülislam ilan edildi.
İngiliz Muhipleri Cemiyeti [değiştir]
20 Mayıs 1919'da İngiliz himayesini ve mandacılığını savunan, başkanlığını Kamil Paşazade Şevket bey, İkinci başkanlığını Adliye Müsteşarı Said Molla'nın yaptığı kurucuları arasında kendisi dışında, Filozof Rıza Tevfik, Gümülcineli İsmail gibi kimselerin bulunduğu İngiliz Muhipleri Cemiyeti'nin (İngiliz dostları derneği) kurulmasına öncülük etti. Atatürk Nutuk'da Sultan Vahdettin, Sadrazam Damat Ferit, Dahiliye Nazırı (içişleri bakanı) Ali Kemal, Âdil ve Mehmet bey'lerin ve İngiliz Rahip Frew'un da bu derneğin üyeleri arasında bulunduğunu yazmış ve derneğin iki amacının olduğunu belirtmişti. Birincisi işgal günlerinde İngiliz'lerle iyi geçinmek ve onların sempatisini kazanarak Sevr antlaşmasına dayandırılarak başlatılan yabancı işgalinden en az zararla çıkmak. Atatürk' göre bu amaç su üstünde görünen amaçtı. Derneğin asıl ve gizli olan amacı halkın yabancı işgaline ve kendisine yapılan zulüm, baskı ve haksızlıklara isyan etmesini önlemek ve millî şuuru yoketmekti:
Yapılan işlemlerden ve gösterilen faaliyetlerden anlaşıldığına göre, derneğin başkanı Rahip Frew idi: Bu derneğin iki yönü ve iki ayrı niteliği vardı. Biri açık yönü ve usulüne uygun teşebbüslerle İngiliz himâyesini sağlama amacına yönelmiş olan niteliği idi. Öteki de gizli yönüydü. Asıl faaliyet bu gizli yöndeydi. Memleket içinde örgütlenerek isyan ve ihtilâl çıkarmak, millî şuuru felce uğratmak, yabancı müdahalesini kolaylaştırmak gibi haince teşebbüsler, derneğin bu gizli kolu tarafından idare edilmekte idi. Sait Molla 'nın derneğin açıktan yaptığı çalışmalarında olduğu gibi gizli çalışmalarında da ondan daha çok rol oynadığı görülecektir. Bu dernek hakkında söylediklerim, sırası geldikçe yapacağım açıklamalar ve gereğinde göstereceğim belgelerle daha kolay anlaşılacaktır. [4]
Teal-i İslam Cemiyeti (Cemiyet-i Müderrisin) Beyannamesi [değiştir]

Bu makale ile ilgili orjinal metin, VikiKaynak'ta bulunmaktadır:
Cemiyet-i Müderrisin Beyannamesi
Kurucusu olduğu İslam Teali Cemiyeti (Cemiyet-i Müderrisîn) tarafından 25 Eylül 1919 tarihinde Kuva-i Milliye'ciler aleyhinde çok şiddetli ifadeler içeren bir bildiri yayınlandı. Bu bildiride Kuva-i Milliye'cilere kudurmuş haydutlar şeklinde hitap edilmiştir.[5] Bildirge dönemin İkdam gazetesinin 26 Eylül 1919 tarihli baskısında yer aldı. Hükûmet, Anadolu'da Yunan mezalimi'ne ve Fransız işgali'ne karşı oluşan direnişi dindirmek için bildiriyi uçaklardan atarak dağıttırdı.
Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey'e idam fetvası [değiştir]
8 Kasım 1919'da Ermeni techirinde Yozgat bölgesinde ihmali bulunduğu gerekçesiyle işgalici devletlerin baskısıyla yargılanan Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey'in[6] [7]idam kararı Sultan Vahdettin'in önüne geldiğinde Vahdettin idam kararını imzalamadı; intikam duygularıyla olayların büyüyebileceğini öne sürdü ve Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'den fetva istedi. Şeyhülislam Mustafa Sabri'nin Fetvasıyla Nisan 1919'da Kemal Bey idam edildi. Daha sonra 14 Ekim 1922 tarihinde müstevli devletlerin baskısıyla idam edilen Kemal Bey, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Milli Şehit ilan edilmiştir.
Kuvayı Milliye kuvvetlerine verilen ölüm fetvası [değiştir]
11 Nisan 1920 tarihinde Milli Mücadele başlatmak için kongreler düzenleyen içlerinde Mustafa Kemal Paşa'nın da bulunduğu Milliyetçi ileri gelenler hakkında ölüm fetvasını kaleme aldı.[8] Bu tarihte Şeyhulislam olan Haydarizade İbrahim Efendi, Mustafa Sabri'nin kaleme aldığı fetvayı okuyunca imzalamayı reddetti ve istifasını verdi. Ağdalı bir dille yazılan fetvada özetle şunlar denmekteydi: Padişah'ın aksi emrine rağmen istilacılara karşı direnişe geçen milliyetçilerin öldürülmeleri caiz olmakla kalmayıp hatta her müslümanın dini görevidir. Bu uğurda ölenler şehit, kalanlar gazi sayılır. Haydarizade İbrahim Efendinin istifasının ardından fetva meselesinden vazgeçilmedi. Fetvayı imzalayacak birisi arandı ve Dürrizade Abdullah Beyefendi bulundu. Mustafa Sabri'nin yazdığı fetva Dürrizade tarafından verildi, Damat Feritin Onayı ve Padişah Vahdettin'in buyruğuyla duyuruldu.
Mustafa Kemal ve Ankara Hükümeti'ne hakaretler [değiştir]
Mustafa Sabri, Sadık Albayrak'ın yeniden basımını yaptığı ve sunuş bölümlerini yazdığı Hilafet ve Kemalizm[9] kitabında Milli Mücadele, Türklük ve Mustafa Kemal Paşa hakkında hakaretamiz ifadeler kullanmıştır. Mustafa Kemal Paşa'nın padişahın fermanıyla gönderildiği Anadoluda kuvvet ve nüfuz kazandıktan sonra padişahın emirlerini dinlemediğini iddia etmiş, kendi namına hareket etmeye başladığını, İstanbul'da müstevli devletlerin esareti altındaki Hilafeti kurtaracakmış gibi davranırken ve faaliyetlerini hilafet makamına hizmet şeklinde gösterirken peşinden sürüklediği kuvvetle daha sonra Hilafetin kaldırılmasına karar verdiğini söylemiştir. Bunu dile getirirken Üslûbunu iyice bozmuş ve kitabında şu ifadeyle Mustafa Kemal Paşa'ya hakaret etmiştir:
Yani bütün hareketlerini hilafet makamına hizmet şeklinde göstermiş iken, nasıl kahpelik ve hayasızlıktır ki hilafetin en çirkin tezyifler ve tahkirler altında birden bire ilgasına cesaret etmiştir.[10]
Sadık Albayrak'ın yeniden basımını yaptığı Hilafet ve Kemalizm kitabında Mustafa Sabri Efendi'nin Mustafa Kemal Paşa hakkındaki tenkitlerinde hakaret sınırlarını da aştığı ve düpedüz sövgü yoluna gittiğini görülür.
Mustafa Kemal'in ve Ankara Hükümeti'nin kahpeliklerini, sahtekarlıklarını şu ufacık mukaddime'ye sığdıracak değilim. Demek isterim ki bu şekil değiştirmeler, bu zıtlıkları işleyebilmek için insan utanmamazlıkta da kahraman olmalıdır. Hele dinsizlik olmadan haksızlığın, hayasızlığın bu derecesi tasavvur olamaz.[11]
Sadık Albayrak'ın yayına sunduğu Hilafet ve Kemalizm kitabında Mustafa Sabri Efendi, çok ilginç bir iddiada bulunmuştur. Atatürk'ün İngilizlerle işbirliği yaptığı için Musul'u İngilizlere bırakıp karşılığında kurşun atmadan İstanbul'u aldığını iddia etmiştir. Bunu yazarken hakaretamiz üslubunu sürdürmüştür:
İki paralık Mustafa Kemal kuvvetinin baskısına boyun eğerek İngilizlerin, Fransızların, ve sair devletlerin İstanbul'dan çekilip gitmelerini ancak Kemalistlerin idam ettiği Türk aklı kabul edebilir[12]
Kurtuluş Savaşı'nın bitişi ve yurttan kaçması [değiştir]
1922 Ankara Hükümeti, İtalyan ve Fransızların kurşun atmadan Anadoluyu terk etmelerini sağlamasından ve Mustafa Kemal Paşa komutasındaki Türk ordusunun, Yunan ordusunu trajik bir hezimete uğratıp Anadoluyu kurtarmasından sonra Mustafa Sabri Efendi ailesini alarak İngilizlerin temin ettiği bir yük gemisiyle Mısır'a gitti. [13]
Bir ara tekrar Yunanistan'a sığındı. Burada Oğlu İbrahim ile birlikte Yarın ve Peyamı-ı İslam gazetelerini çıkardı. İtalyan gazetelerinde yer alan bir bildirisinde Türklere Müslüman barbarlar dedi Ankara Hükümetinin Musul üzerinde hak iddia etmesinin gülünç olduğunu yazdı.[14]
Yüzellilikler listesinde yer aldı ve vatandaşlıktan çıkarıldı. Yunanistan'dan sonra gittiği Mısır El-Ehzer üniversitesinde din dersleri verdi.
1954 yılında Mısırda öldü.
Fikirleri [değiştir]
Şapka kanununa, Medeni kanun'un kabulüne, Harf Devrimine, Halifeliğin kaldırılmasına, Kuran'ın Türkçeye tercüme edilmesine karşı çıkmıştır.
Türk Milliyetçiliğine karşı çıkmış, Yunanistan'da çıkardığı Yarın gazetesinde 1927 yılında yazdığı şiirde Türklüğüne tövbe ettiğini, Türklükten istifaa ettiğini söylemişti:
Yalnız Müslüman ve insan
Olarak kalmak üzere, Türklükten,
Şeref ve izzetimle istifa
Ediyorum Allah'ın huzurunda! ...
...
Tövbe yarabbi tövbe Türklüğüme
Beni Türk milletinden ad etme
Bir yazısında milliyet hakkında Milliyet önemli bir şey idiyse, bir Türk dili veya bir Çerkes dili yanında Arap dilinin çok daha üstün olduğunu belirterek, bunların yanında daha büyük olan Arap milliyeti ile iftihar etmenin daha akla uygun olacağını söylemiştir.
...Arapça'yı lisan ittihaz etmek derecesinde kendimize mal dinmek isterim. Amma bundan Türklüğümüz mutazarrır olurmuş... Biz müstefid oluruz ya! ...
Yukarıdaki sözünden de anlaşılacağı gibi milliyetin önemsiz birşey olduğunu önemli olanın sağlanacak fayda olduğunu ifade etmiştir.
Kaynakça [değiştir]
1. ^ Turgut Özakman Vahdettin M. Kemal ve Milli Mücadele (Prof. Dr. Ali Birinci'nin Hürriyet ve İtilaf Fırkası kitabına referans)
2. ^ Turgut Özakman Vahdettin M. Kemal ve Milli Mücadele (Celal Bayar, Ben de Yazdım 8.Cilt kitabına referans)
3. ^ Turgut Özakman Vahdettin M. Kemal ve Milli Mücadele (Prof. Dr. Ali Birinci'nin Hürriyet ve İtilaf Fırkası kitabına referans)
4. ^ Nutuk, Mustafa Kemal Atatürk
5. ^ Prof. Dr. Tayyip Gökbilgin, Milli Mücadele Başlarken (4 Eylül 1919 - 23 Nisan 1920)
6. ^ Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey'in idamı
7. ^ İdam edilişinin 80. yılında Milli Şehit Kemal Bey
8. ^ Turgut Özakman Vahdettin M. Kemal ve Milli Mücadele (Celal Bayar, Ben de Yazdım 8.Cilt'e referans)
9. ^ Hilafet ve Kemalizm, Hazırlayan:Sadık Albayrak, Yazar:Mustafa Sabri, Temmuz 1992 2.basım
10. ^ Hilafet ve Kemalizm, Hazırlayan:Sadık Albayrak, Yazar:Mustafa Sabri, Temmuz 1992 2.basım
11. ^ Hilafet ve Kemalizm, Hazırlayan:Sadık Albayrak, Yazar:Mustafa Sabri, Temmuz 1992 2.basım
12. ^ Hilafet ve Kemalizm, Hazırlayan:Sadık Albayrak, Yazar:Mustafa Sabri, Temmuz 1992 2.basım
13. ^ Turgut Özakman Vahdettin M. Kemal ve Milli Mücadele kitabı (Rıza Tevfik, Biraz da ben konuşayım kitabına referans)
14. ^ Turgut Özakman Vahdettin M. Kemal ve Milli Mücadele kitabı (Prof. Dr. Ergün Aybars, İstaiklal Mahkemeleri, 2.Cilde referans)
'http://tr.wikipedia.org/wiki/Mustafa_Sabri_Efendi''dan alındı

http://tr.wikipedia.org/wiki/Mustafa_Sabri_Efendi

Cemiyet-i Müderrisin Beyannamesi
VikiKaynak sitesinden
← Tarihî belgeler
TEÂLİ-İ İSLÂM CEMİYETİNİN BİRİNCİ BEYANNAMESİ
(25 Aylül 1919)
Milli Mücadele Dönemi Beyannameleri ve Basını,
Hazırlayanlar Zekâi Güner- Orhan Kabataş, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Merkezi Yayını Sayı: 33, Ankara, 1990, s. 218-223) .

Bu kütüphane maddesinin biçim olarak VikiKaynak standartlarına ulaşması için elden geçirilmesi gerekmektedir.
Düzenleme yapıldıktan sonra bu açıklama silinmelidir.

ANADOLU’nun muhterem ve masum ahâlisi!
TEÂLÎ-İ İSLÂM
Cemiyetinin işbu beyannamesini nazar-ı dikkat ve ehemmiyetle okuyunuz!

Ey Anadolu’nun masum ve mazlum ahâlisi!
Bir zamanlar ne kadar şen ve bahtiyar idiniz. Hemen hepiniz çoluğunuz ve çocuğunuzun yanında, tarlalarınızın, bağlarınızın başı ucunda, çiftinizle, çubuğunuzla uğraşıp vaktinizi hoş geçirmeye çalışır idiniz. Bir müddetten beri size ne oldu? Niçin öyle boynunuz bükük tıpkı bir yetim gibi mahzun duruyorsunuz? Hakkınız var. Çünkü kiminiz yerinizden yurdunuzdan mal ü menalinizden, kiminiz, çoluğunuzdan çocuğunuzdan oldunuz. Vaktiyle gürül gürül tüten ocaklarınız şimdi söndü ve her akşam tarladan gelirken keyifli keyifli türkü söyleyen babalarınız ve yavrularınız şimdi öldü. Acaba şu halin neden ileri geldiğini biliyor musunuz; şüphesiz ki bazılarınız bilir fakat içinizde bilmeyenler de bulunur. Bunun için cümlemizin yani aziz milletimizin ve mukaddes vatanımızın bir vakitten beri başına gelen belâların ve tâunden beter olan âfetlerin esbabını size biraz anlatalım:
Oniki sene evvel “İttihâd ve Terakki” namıyle memleketimizde bir bid’at çıktı. Selanik dönmeleriyle aslı nesli, mezhep ve meşrebi belirsiz ecnâsı muhtelife türedilerden mürekkep olan bu cemiyet; istibdadı kaldıracağız, meşrutiyet ve hürriyet getireceğiz, hükümet ahâlîye zulmetmeyecek, halk rahat edecek, devletlerin yanında kadrimiz, itibârımız yükselecek diye bizi aldattılar. O zamanki padişahımız Sultan Hamid’i de aldattılar. Padişah ile millet baba evlât gibi birbirine ısınacak, yakacak dediler. Arası çok geçmedi, iptida padişahı aldattıkları meydana çıktı. Bir “Otuzbir Mart” desisesiyle Sultan Hamid’i bîgayrihak tahtından indirdiler ve sarayını Bulgar eşkiyasıyla birlikte yağma ettiler. Hatta bu eşkiya ile beraber harem-i hümâyûna kadar girerek oradaki muhadderât-ı muhteremenin üstünü başını aradılar, ziynetlerini soydular. Otuz bu kadar sene makam-ı hilâfet ve saltanatta bulunmuş bir padişah-ı zîşânın kendine ve ailesine karşı reva gördükleri o hakaret bu denilenin nasıl cibiliyetsiz ve hayasız bir eşkiya çetesi olduklarını göstermişti; padişaha yaptıkları muameleden milletin başına neler getireceklerini anlamak güç bir şey değildi. Fakat biz o zaman anlayamadık, Cenâb-ı Hak basiretimizi bağlamıştı. Yine “Otuzbir Mart” hadisesini bahane ederek Selânitk’ten İstanbul’a gelen düzme Haraket Ordusu yani İttihâd çetesi Pây-i taht’taki asker neferlerini zavallı vatan kuzularını din hadimleri olan talebe-i ulûmu, ulemayı sokak ortalarında süngülemişler ve birçok mazlumları darağacına asmışlar ve Fatih camii şerifine kurşun yağdırmışlardır. O vakalardan da bu heriflerin maksat ve mahiyetlerini anlamak lâzım gelirdi. Fakat yine anlayamadık. O günden sonra bu eşkiya Devlet-i Osmaniye’nin idaresini ellerine aldılar. Ellerine geçirdikleri devlet ve saltanat-ı Osmaniye’nin hududu Bağdat, Basra, Hicaz, Şam, Halep, Diyarbekir, Musul, Yemen, Erzurum, İzmir, Bosna, Arnavutluk, Edirne, Trablusgarp, Rumeli gibi büyük vilâyetleri ve ülkeleri cami idi. Sonra gaflet ve cehaletleri yüzünden iptida Trablusgarp gibi milyonlarca İslâm memleketini elden çıkardılar. Biraz sonra Arnavutluk’taki din kardeşlerimize de fena muamele ederek Rumeli’nin kalesi mesabesinde olan o yerleri karıştırdılar, ateşe verdiler. Bu yüzden kendilerinin de mevkii sarsıldı. Arnavutların gayreti ile ve İstanbul’da çalışan mücahit ve muhaliflerin muâvenetiyle İttihatçılar devrildi. Gazi Muhtar Paşa ve Kâmil Paşa hey’etleri hükümete geçti. Fakat İttihatçılar el altından çalıştılar. Balkan Harbi’ni ihdas ettiler ve Kâmil Paşa hükümetini küçük düşürmek için bu muharebede Osmanlı ordusunun içine girerek Allahtan korkmadan ve vatana acımadan bin türlü yalan dolan, hile ve desiselerle İslâm askerlerinin bozulması için çalıştılar. Daha sonra apaçık eşkiya gibi Bâb-ı Âli’yi bastılar. Harbiye nazırı Nâzım Paşa’yı şâir bigünah devlet memurlarını öldürdüler. Ve tekrar hükümete geçerek eski zulüm ve şiddetlerini kat kat ziyadesiyle tekrara başladılar. Mahmut Şevket Paşa hadisesi vesilesiyle yine darağaçlarını kurdular. Damad-ı Şehriyari Salih Paşa merhum ile beraber sürü sürü insanları astılar. Vapurlar dolusu binlerce halkı Sinob’a sürdüler. Sözde hürriyet verilen ahâlinin ve efrâd-ı milletin ağızlarını kapadılar, kilitlediler. İstediklerini yaptılar ve bir kelime itiraz edeni boğdular, susturdular. Yapılan mebûsân intihâblarında sopayla silâhla halkı tehdit ederek ve bazı yerlerde adam öldürerek milletin reyini cebren istediklerine verdirdiler, bu suretle intihâb olunan mebuslar da milletin hukukunu müdâfaa edecek yerde, İttihatçıların dalkavukluğunu yaptılar, hak ve hakikati ketmettiler, millete söylemediler. Eğer millet, bu gibi intihâb esnalarında biraz daha gayrete gelerek İttihatçılara karşı mücahede eden muhaliflerle elele verip de bu zorbaları vaktiyle başından defetmiş olsaydı bugünkü felâketlere maruz olmayacaktı. Mateessüf öyle zamanlarda yalnız muhalifler çalıştı. İttihatçıların cebir ve çevrine göğüs gerdi, fakat milletten hakkıyla yardım göremeyen o bir avuç erbâb-ı hamiyyet ve muhalefet ordusunun bir kısım zâbitânına istinâd eden İttihatçılarla başa çıkamadı; kahroldu, perişan oldu ve zavallılar vaktiyle İttihatçıların ne kadar muzır ve muhlik bir mahlûk olduğunu anlamak üzere her türlü belâlara maruz olurken beri tarafta milletin ekseriyeti seyirci gibi duruyor ve güya; bize dokunmayan yılan bin sene yaşasın der gibi aldırmıyordu. Harb-i Umûmî ihdas olunup da harb ve açlık sebebiyle her evden bir ölü çıkmağa başladığı gün millet ve memleket vaktiyle İttihatçılarla çarpışan mücahitlere yardım etmemesini cezasını re-yelayn müşahade etti, fakat iş işten geçmişti.
Filhakika İttihat ve Terakki’nin kıpkızıl cahil ve kanlı elleriyle, bütün dünya için bir tehlike olan o Harb-i Umûmiyye istemeye istemeye sürüklendiğimiz zaman, millet ve memleketimiz için kıyamet kopmuştu. Bu muharebeye karışmayıp uzakta durmak eşlem ve elzem iken Almanların teşviki ve Enver ve Talât gibi çılgınların delâtiyle kendimizi öyle bir tehlike-i uzmâya ilka ettik; bütün dünya ve bütün âlem-i İslâm bizi ayıpladı, artık bizim işimiz daha o gün bitmişti. Koskoca saltanat-ı Osmaniye beş on serserinin keyif ve arzusuna feda edilmişti. Artık hudutta ve muhtelif cephelerde milyonlarca evlâd-ı vatan su yerine kırılıyordu. Halbuki bu kadar fedakârlığa rağmen İngiliz ve Fransız gibi muazzam ve muntazam devletlere karşı bu muharebede katiyen bizim için kazanmak ihtimâli yoktu. Bir taraftan da meydan-ı harblerdeki zayiatımız kadar ve belki daha fazla olarak ahâli açlıktan ve sefaletten zayiat veriyordu. Efrâd-ı millet bu hal-i felâket ve sefalette kıvranırken, biçare Anadolu yavruları anababa kuzuları kızgın çöllerde ve karlı dağlarda mihnet ve meşakkat altında aç ve susuz can verirken İttihatçılar İstanbul’da ve tehlikeden uzak yerlerde zevk-ü sefa ile vakit geçiriyor, istediği gibi yiyor, içiyor, yüz milyonlarca lira borca soktuğu hazine-i milletten, beytümâl-i müs-limanden, nafaka-i masuminden para çalıyor, zengin olmaya çalışıyor ve milletin hali pür-melâliyle adeta istihza ediyordu.
Çünkü bu herifler, bu hinoğluhinler memleketin başına kendi elleriyle getirdikleri her belâda, her muharebede âlemi ölüme teşvik etmek, halkı kırdırarak kendi canlarını beslemek ve evvelkinden daha zinde ve kuvvetli bir mevcudiyetle muharebenin sonuna çıkmak usulünü pek iyi biliyorlardı. Muharebe olur, harbi kendisi çıkarmayan her sınıf halk zayiata uğrar, cidden azalır; fakat İttihatçılar sanki eskisinden fazla çoğalır. Bu hal gözbağcı ittihatçılara mahsus bir sinirdir. Harb-i Umûmi’den evveli İttihatçılarla sonrakiler arasında bir mukayese yaparsanız bu dakika vakıf olursunuz. Bu sır ve sihrin miftâhını da, arzettiğimiz veçhile başkalarını harbe ve ölüme sevkederek kendileri geride yaygara ile vakit geçirmek ve tehlikeden kendilerine iltica ederek kul köle yazılanların adediyle kendi mevcutlarının adedini artırmak usulünü maharetle idare etmelerinde aramalıdır. Nitekim bu defa da Anadolu’da Mustafa Kemal ve Kuvâ-yı Milliyye maskaraları Yunan askerlerinin önünden nâmerdâne bir surette kaçarken, zavallı saf ve gafil ahâlî ve askerden cem’ ettikleri kuvvetleri düşmanla harbe tutuşturarak ve “siz mevkiinizde sebat edin, biz şu taraftan onların arkasını çevireceğiz” tarzında yalanlar ve hilelerle savuşup kaçarak zavallı neferlerimizi ve ahâlimizi boşuboşuna kırdırmak usulünü takip ediyorlar. Biçare millet! bu yankesicilerin hilelerini, desiselerini hâlâ tamamen anlayamamıştır. Yazık, bin kere yazık ki gerek harp içinde ve gerek mütârekeden sonra memleket bunların fitne ve fesadı uğruna milyonlarca evlâdını telef ediyor da Talât, Enver, Cemal, Mustafa Kemal vesaire gibi beş on şakînin vücudunu ortadan kaldırmak için icap eden küçük fedakârlığı göze al-dıramayarak memleketi ve kendilerini ebedi tehlikeden kurtarmak ve selâmete çıkarmak tarikini idrâk edemedi ve hâlâ da edemiyor! Millet Meşrutiyeti kabul ettiği zaman bunun ahkâmını ve Kânun-ı Esâsi’sini kendi muhafaza edecek ve hukukunu zorbalara ve yalancılara, dolandırıcılara kaptırmamak üzere kendisi olanca kuvvetiyle ve bütün azim ve dikkatiyle çalışacaktı: uyumayacak ve yaldızlı sözlere aldanmayacak, mazarrat ve menfaatini bihakkın takdir edecekti.
Halbuki millet hâlâ aldanıyor, aldatılıyor, lüzumsuz yere girdiği ve mağlubiyetle çıktığı bir muharebenin ferdasında da aklını başına toplayamıyor! Kendisini hâla aldatmağa çalışan heriflere niçin diyemiyor ki: “Ey hainler, Ey Allahtan korkmayan ve peygamberden haya etmeyen mahlûklar, muharebe ettiniz, başımızı bin türlü belâlara soktunuz, mağlup oldunuz, bizi de o yolda mahv ve perişan ettiniz, devletlere karşı mağlûp olduk” dediniz mütâreke imzaladınız, silâhlarımızı, boğazlarımızı, Pây-i tahtımızı teslim ettiniz. Şimdi neye tekrar gücünüz yetmediğini ikrar ve imza ettiğiniz devletleri yeniden kızdırarak üzerimize husumet ve gazaplarını davet etmekten ve istilâ olunmayan bakiye-i memleketimizi de istilâ ettirmekten başka bir fa-idesi olmayacak surette mecnunane hareketlere kalkışıyor ve bizi de eskisi gibi boşuboşuna kırdırıyorsunuz? !
İngilizleri kızdırdınız, üzerimize Yunanlıları musallat ettiler. Harb-de mağlup olduktan sonra uslu oturmak ve mağlubiyetin netâyicine katlanarak telâfisini sabr ü sükûn ve akl ü tedbir dâiresinde izâle etmekten başka çare var mıdır? Yunanlılarla harbe tutuşuyor, sonra da bir taraftan kaçıyor ve bir taraftan şöyle mukavemet ettik, böyle zayiat verdik gibi yalanlarla halkı iğfale çalışıyorsunuz! Düşünmüyorsunuz ki Yunanlılara fazla zayiat verdirmek bile bundan sonra bizim için hayırlı ve menfaatli bir şey olmaz: hudânegerde sizin yalanlarınızı şahit tutarak işgal ettiği memleketimizde; “bu kadar kan döktüm ve şöyle fedakârlık ettim, böyle emek çektim” diyerek hakk-ı feth davasına kalkar! Hem sizler ey yalancı ve deni şakîler! Kendi milletimize karşı ecnebi milletlerden hiçbirinin yapmadığı şekavet ve şenaatleri irtikâp edip dururken milleti, eşrafı memleketi, ulemâyı asıp keserek mallarını yağma ederken kendinize ne hakla, ne yüzle, ne utanmazlıkla Kuvâ-yı Milliye namını veriyorsunuz? Milleti öldürerek, mahvederek hukuk-ı milleti müdâfaa edeceksiniz öyle mi? Utanmaz hâinler, artık yetişir, yakamızı bırakın: Cenâb-ı Hakk’ın gazap ve laneti sizin üzerine olsun! ”
Şimdi sulh imzalandı Kuvâ-yı Milliyye belâsının tevlit ettiği mecburiyetle galip devletlere karşı yeniden taahhüt altına girdik. Devletler şimdi bize: “Eğer Anadolu’da Kuvâ-yı Milliyye isyanını devam ettirir ve bastıramazsanız İstanbul’u da elinizden alacağız” diyorlar. Kuvâ-yı Milliyye eşkiyası ise İstanbul’u da elimizden çıkarmak ve memlekete son hizmet şeklinde son ihanetlerini de yapmak için çalışıyorlar.
Ey Anadolu’nun mazlum ve muhterem ahâlisi!
İyi biliniz ve emin olunuz ki bu hal böyle devam edemez ve memleketin her sancağına ve her bucağına sarmış olan bu ateş-i vahşet ve şekavet böyle sürüp gidemez! vaktimiz pek daraldı; ve bu âsilerin, ba-ğilerin, şekavetlerinden, cinayetlerinden halk bunaldı kaldı. Eğer bu ateşi kendi kendimize söndüremeyecek ve Anadolu’da asayişi temin ile biçare vatandaşlarımıza refah ve huzur vermeyecek olur isek galip devletler tarafından bildirildiği veçhile Pây-i tahtımızdan, sevgili İstanbul’umuzdan mahrum edileceğimiz gibi Anadolu’nun da ecnebiler tarafından istilâ olunacağı şüphesizdir. Binâenaleyh bu bağileri, bu âsileri mümkün olduğu kadar az zaman zarfında tedip ve tenkil etmek cümlemiz için bir farizedir. Bâlâda münderiç resmî ve kat’î vesikalardan anlayacağınız veçhile İstanbul ahâlisi ve hükümet-i mekeziyye nasıl vahim ve elim dakikalar yaşamakta olduğumuzu nazar-ı dikkate alarak kemâl-i azm-ü ciddiyetle lâzım gelen tedâbire tevessül etmiş olduğunu size bildiririz; ve haber aldığımıza göre halife-i zîşânımız ve sevgili hakanımız efendimiz hazretlerinin de âsileri tedip etmek ve sizin rahatınızı ve saadetinizi temin eylemek için cem’ edilecek kuvvetin başında olarak bizzat oralara geleceklerini sizlere tebşir ederiz. Hazır olunuz! ve hâinlerden, bu canilerden vatanı kurtarmak için size düşen vazifeyi ifâda kusur etmeyiniz.
Ey kahraman askerler!
Harb senelerinde sizi cephe cephe sürükleyen ve aç susuz süründüren ve din kardeşlerinizin, hemşehrilerinizin beyhude yere ölmelerine sebebiyet veren birkaç kişi arasında Mustafa Kemal, Ali Fuat, Bekir Sami gibi zâlimler de var idi! İşte bu hâinlerin harb cephesi haricinde kalmış olan efrâd-ı alinize kanlı elleriyle ne kadar fecâyii irtikâb etmiş olduklarını harbden avdetinizi müteakib gördüğünüz! Bugün yine o şakiler, bağilerdir ki elleri birtakım yetimlerin, dul kadınların kanlarına mülamma olduğu halde kalbgâhınıza sokularak sizi mahvetmek ve evlâd u iyâlinizi yetim ve dul bırakmak ve servet ve saadetinizi külliyen çalmak için şeytanın dahi hatırına gelmeyen hiyle ve desâisi irtikâb ediyorlar. Siz bu zâlimleri cinayetlerine daha ne kadar göz yumacaksınız? Elinize aldığınız fetvâ-i şerif ki Allanın emridir, okuduğunuz hatt-ı münif ki halifemizin, padişahımızın bir fermanıdır, siz Allanın emrine halifenin fermanına ittibâen bu canileri, bu katil canavarları daha ziyade yaşatmamakla memur ve mükellefsiniz. Şu alçaklar ve hempaları bu cinayetleri hep sizin sayenizde yapıyor; bunları vücudlarını külliyen dünyadan kaldırmak beşeriyet için, Müslümanlık için bir farz olmuştur.
Memleketin başına bu kadar felâket getirmiş olan bu hâinler daha yaşatılacak mı? Siz daha ne kadar böyle gafletle bunların gayri meşru emirlerine ittiba edeceksiniz? Korkuyoruz ki sizin bu aklınız, bu gafletiniz körükörüne hâinlere itaatiniz daha pek çok mescitlerimizi ve mabetlerimizi harab eyleyecektir!
Askerler! Bu kadar uyuduğunuz artık yeter, bu zâlimlere âlet olduğunuz artık kifayet eyler!
Padişahımız halifemiz efendimiz hazretlerinin merhamet ve şefkat kucağı size açılmıştır. Hepiniz koşunuz, geliniz dünya ve ahiret saadetini ihraz ediniz: İşte size ihtar eyliyoruz. Allahını, peygamberini ve padişahını seven bu tarafa gelsin!
'http://tr.wikisource.org/wiki/Cemiyet-i_M%C3%BCderrisin_Beyannamesi''dan alındı

Dürrizade Abdullah Bey Efendi
Dürrizade Abdullah Bey Efendi (1867 - 1923) [değiştir]
1920 yılında Osmanlı İmparatorluğunda İstanbul İngilizlerin işgali altındayken şeyhülislamlık yapmıştır.
1920 yılında Sadrazam Damat Ferit tarafından kurulan hükümette Şeyhülislam ilan edildi.
Milli Mücadele'ye katılan Mustafa Kemal ve diğer Kuvvayı Milliye'ciler hakkında ölüm fetvasını Mustafa Sabri Efendi yazdı Dürrizade Abdullah Bey Efendi Şeyhülislam olarak onadı, Sadrazam Damat Ferid imzaladı, Sultan Vahdettin yürülüğe koydu.
Kurtuluş Savaşı sonrasında ülke düşman işgalinden kurtalrılınca önce Rodos adasına gitti ordan da Hicaz'a Suudi Arabistan'ın kurucusu Şerif Hüseyin'e sığındı.
1923 Yılında Hicaz'da öldü.
'http://tr.wikipedia.org/wiki/D%C3%BCrrizade_Abdullah_Bey_Efendi''dan alındı
_________________
“Akrabalarımın maymun olması beni utandırmaz ama zekasını doğruları çarpıtmak için kullanan bir insanın soyundan gelmek (fikri) beni gerçekten utandırır.” T. H. Huxley

Akın Akça
Kayıt Tarihi : 29.2.2008 07:20:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Akın Akça