Gittiğin yer uzak bana, kaldığım yerse karanlık ve ıssızlık…
Tükettiğimiz şehirde, tükendiğimiz zamanları yaşıyorum…
Başıboş kalmış bir sevdanın sonsuza uzayamayan zamanlarında, tekrar tekrar her gün tükeniyorum…
Kendimi haklı zannettiğim her düşüncenin peşinden koşarken, bir daha ve yine bir kez tükeniyorum…
Ama bu sefer beynime kilitlediğim binlerce cümle kendi halinde çoğalırken, bense bu cümlelerle tükenip yığılıp kalıyorum diz üstlerime…
Zorlamasına geçtiği apaçık ortada olan zamanları boşa harcanmış hissederken de tekrar düşüncede uzayan zamanlarla bitip tükeniyor yaşam…
Her şeyin başı büyük bir umutla tutunduğum sen sevgili, sen her şeyle ortada salınımlarla dolanırken, bense seni görmeze gelerek cümlelerin bam teline basıyorum. Hayıflanıyorum, kendi çıkmazlarımı rastgele olaylara yamayarak kendi kendine konuşan bir benlik oluyorum. Tekrar tekrar bu saçmalıklarla baş etmeye çalışırken, bu sefer yaşamın içinde hınçlı ve dağınık bir ruhla dolanıp duruyorum…
Hak etti miydim tüm bunları, yoksa hâlâ kendimi haklı zannederek veryansın mı ediyorum hayata?
Bir bilinmezlik bu iç benliğime yapışan ruh hali.
Çıkmazların içinde lâbirentlerle baş etmeye çalışmak gibi bir şey bu… Mantık dışı davranışların üzüntülere sebep oluşu kabul edilir gibi değildi belki ama aitlik duygusuyla hâlâ seni ben sanmamdı asıl hazmedilemeyen…
Körlenesine bir zamanda kaybolmalar bunlar… Sahipsiz ve değişken duyguların yıpratıldığı bir beden yorgunluğu veya bir ruh pişmanlıkları bu kaybolduğumu sandığım şehrimin körfezlerinde bile hâlâ dingin bir yaşama dönüşemiyorum… Ki hâlâ…
Tükettiğimiz şehirde, tükendiğimiz zamanları yaşıyorum…
Her şeyin başı senin gitmenle başlayan şaşkınlıklarım ve de geri dönemeyeceğini bilmemdeki telaşlarımın sonunda unutma çabalarıma bir çıkar yolu bulmam telaşımdı…
Her şeyin senle başlayan bir çıkmazdaki tükenişlerimle son buluyordu…
Büyük bir istekle umuda ve kurtuluşa sarılmam inanılması güç bir direniş olsa da bu boşluğun dibindeki girdapta kendimi döner hissetmemdi aslında asıl sorun…
Her şey geçmiş yaşamımın her karesi boş döndürücü bir hızla ters dönüyordu ve ben bu çevresel hareketle savruluyordum baş edilemez bir hızla…
Bence her şeyin bir bahanesi vardı ve her yaşam karesi ters köşe bir noktada sıkıntı verecek bir güçle birleşiyordu…
Pişmanlıkların artık bir çare olmadığı ve de belki de çarelerin tükendiği bir an zamanlarını kısım kısım ve de tekrar tekrar yaşamam da apayrı bir yaşamın merkezine atıyordu beni ve çaresizlikle uzayıp giderken bu döngü perperişanlığın merdiven basamakları teker teker yükseliyordu…
Bunların tümü iç sese yapışıp, iç huzuru zorluyordu…
Oysa ben çaresizlikle sadece bakınıyordum…
Sana çoğu yolculukta sessiz ve de ıssızlaştığın anlarda, deniz kenarlarında yaptığımız yolculuklarda aniden sorduğum “ ne düşünüyorsun gene böyle buğulanmış gözlerinin ardındaki düşüncelerin ne ” diye sesimi incelterek ve de kısarak sorduğumda, sadece, “ bakınıyorum” deyip ilave ile “ dalga üstü köpüklerde ruhen yürümek nasıl bir şey “ derken sen, bense sadece “ düşüncede sörf yapmaktır ” deyişim geldi aklıma. Kısır bir gülümseme yapıştı dudaklarıma… Garip değil mi, yıllar sonra bile tek bir kelimen gülümsetti beni, işte şaşkınlığım da bu zaten, bitmeyesiye, bitirilemeyesiye bir varlığın sarmışken bedenimi ben nedendir ki duramayasıya acıların sörfündeyim?
İşte yeniden bir düşünce girdabı bu sanırım ama her köpüklü bir deniz suyu görüşüm bende “bakınıyorum” kelimesi ile düşünce sörflerimi hatırlatır oldu…
Geçmiş zaman kareleri bunlar, gölgesi olmayan karelerin düşüncede kayboluşları bunlar ama bedensel yaralar iç acımalarına dönüşünce acı da sörfe dönüşür oluyor zaman kovalamacalarında…
Kırık ve kesik zamanlar bunlar, anıların sörf yaptığı köpüklü sular gibi birbiri peşi sıra beyin diplerine ulaşıyor ve içsel acılanmalara sebep oluyor şüphesiz…
Biz kaybolmuş mutlulukların peşinden daha ne kadar koşacağız?
Bir vebal bu, bunlar taşınması şart olan bir vebal kümesi, bunlardan kaçalım derken aniden düştüğümüz boşlukların girdaplarında ömür eskitmeleri bunlar…
Çıkışı olmayan düşüncelerin çaresizlikleri bunlar…
En kolayı unut gitsin demek ama hangi konuyu unutacağımızın bilinmediği bir hayat yığılmalarının ardında kalanlar bunlar…
Günlerdir rotasını kendimin çizdiği ve yelkenlerini rüzgârlarla kendimin şişirttiği bir deniz üstü yolculuktaki yalnızımsı düşüncelerle baş etmeye çalıştığım, nerede durduğum ve ne yediğimin önemi olmayan bir kaçış bu…
Daha ne kadar uzayacak rüzgâr ve deniz, daha ne kadar ben eşliğinde olacak, daha önce yaptığım kara yolculuklarına hiç benzemeyen bir yaşam tarzı bu, içinde olduğum şartlar beni ne kadar mutlu ediyor ve ne kadar uyum sağlıyorum bu yolculuğa farkında bile değilim…
Ay Dolunay olalı çok oldu. Kaç gece baka kaldım bu berraklığa ve kaç gecenin tümünde gözlerim asılı kaldı bu düşüncelerle gökyüzüne…
Yıldızımla konuşuyorum gecenin geç saatlerinde. Küçük Ayı’nın dördüncü yıldızı bu, benim çile yıldızım ve dermansızlığımda tutunduğum, diğerlerine göre daha az parlaklığı olan bir yıldız bu…
Seni anlatıyorum ona, beni nasıl dermansız bıraktığını, nasıl da gidişinin muhteşem hazzını yaşadığını, yıllardır kelimelerin cümle halindekileriyle ezilişlerimi, sabahı zor olan gecelere nasıl bir azapla uzandığımı, kâbuslarımı, bedensel titreyişlerimi, korkularımı, korkusuzluk korkusuyla zaman zaman ruhsal bozukluğa uğradığımı, darlıklarla nefes zorlanmalarımı, sessizlikteki sessiz hıçkırışlarımı, daha doğrusu çektiğim azapları ve de şaşkınlıklarımı, nedense her şeyin senle bağlantılı olduğunu, artık sorunlara çözüm arayışlarımdaki yetiksizliğimi, adınla başlayan her şeyin bende sonsuz ıstıraplara dönüştüğünü, kendimi, hayatın yarış atına benzeterek, yılların ardında gün be gün çöküşlerimi, sadece iç sesimle hayata tutunduğumu, kahredici bir yalnızlaşmanın sonunda, başı boş yılkı atları gibi yaşamdan uzaklaştığımı, kendimi kimsesizler
mezarlıklarında seninle konuşur buldukça, derin bir girdapta nasıl dolaştığımı, var olan olaylardaki kendi suçumu ararken perperişan olduğumu, yılların ardında kalan sevgiyi korumak için verdiğim uğraşlardan artık yorulduğumu, yorgunluğun tüm damarlarıma işleyip nefes alışlardaki zorluklarımı, ritmi bozulan kalbimin artık sevgi yorgunluğu ile umutsuz çarpışlarını. Gene de hayattan vazgeçmediğimi, senin dönemeyecekliğin de artık önemini yitirdiğini anlatıyorum ona… Bazen parlaklığını kısarak sanki dayan bu sevda uğrunda çile çekenlerle dolu dercesine teselli veriyor bana…
Tüm kaybedilmiş zamanların tüm seslenişlerimi parlaklığına ekleyerek, beni sadece ben olarak dinleyen gökyüzü arkadaşım…
Oysa senin de arkadaşındı o yıldız bir zamanlar, gözlerimiz ayrı ayrı yerlerde olsa da bizi göz göze birleştirirdi ve dünyanın neresinde olursak olalım, o yıldızda birleşirdi kalbimizden akıp giden, gözlerimizde buğulanan iç seslerimiz… Kimse duymazdı bizi, kimse ne konuştuğumuzu bilmezdi, biz nefeslerimizi aynı anda tutarken, gözlerimizden akan yaşları kimse bilmez ve görmezdi, sadece biz yüreğimizdeki yanmalarla anlardık birbirimizin söylediklerini, anladıkça daha da çok konuşur daha da çok hislenirdik, hayatın son perdelerinin de kapandığını sanarak bu oyunun artık ayrılıkla sonlanacağını hissettikçe avazımız çıktığı kadar bağrınırdık, bilirdik er geç bitecek, bilirdik ki bu şehirden gidişler başlayacak, bilirdik ki ağıtlarımız saracaktı bu körfezi, bizden yana şarkılar susacak, ayrılık şarkılarının son perdeleri açılacaktı ve biz o şarkılarla her gün bir kaç kez tekrar tekrar ölmek isteyeceğiz… Ve biz her gün yeniden başlayan sabaha yorulmuş, acılanmış olarak çıkacaktık…
Dedim ya biz birbirimize adanmış iki yaşam yüreğiydik.
Şimdilerde ise tüm hınçlarımız ve gözyaşlarımız birleşiyor dolunayın çoktan olduğu gecelerin birinde yıldızımızda… Ama Dolunay’ın ömrü birkaç günde bitiyor ve biz defalarca beklerken tekrarını, ömür daralıp gidiyor ve sevgi dediğimiz de eskiyip gidiyor acılara bulanarak yüreğimizle…
Hayat bu sevgili, kaybettiklerimizin peşinden koşarken, artık yoruyor bizi.
Evet, beni hâlâ ölesiye sevdiğini biliyorum ama ben tükettim artık peşinden koştuğum umutlarımı.
Ve de heyecanlarımın senle başlayan kısımlarını…
Yoksunluğa adım attığımız bir zamanların tüm imkânsızlıklarının peşinden de koşmak o ilk heyecanları vermiyor artık… Biz heyecanlarımızı bile bile belki de fark etmeden tüketmişken, tutunmaya çalıştığımız hayatımızın ipleri ile uğraşıyoruz…
Perde kapandı oyun bitti diyor Maestro, çaresiz biz de bitiyoruz, istesek de istemesek de, artık yeni umutların da olamayacağı bir yaşam kesitinin ilk perdeleri açılacak belki ama o eski heyecanlar, o eski çılgınlıklar olmayacak artık, durulacak yüreğimiz acının verdiği kılıfla sarınacak tüm heyecanların içinde kaldıkça…
Geçmişin güzellikleri ve de çirkinlikleri ile bu günlerde boşu boşuna uğraşırken, artık yeniden o heyecanları yeniden duyma şansımızı da boşu boşuna tükettik…
Gittiğin yer uzak bana, kaldığım yerse karanlık ve ıssızlık, garip bir sessizlik bu gecenin karanlığında. Mavi tuzlu ve köpüklü, biraz sakin, biraz hırçın denizin suyunun köpükleri üstüne düşen bu yalnızlık, sadece iç burkan bir garipsenmeye atıyor insanı…
Gittiğin yer yaban bana, kaldığım yerse tamı tamına yabancı duygularla yamandığım, iki ters savruluş arsındaki kalışla bedenin çarpılması bunlar…
Ben hayatı zorlarken bu yaşam kareleri ile oysa aslında sahipsiz duygularla baş etmeye çalışıyordum, sense evet sense bir meçhulde nefes alıyorsun…
Gözlerine bakarak yoruldum ben sevgili, oysa sen kendi dünyanda kulaç atıyorsun…
Geçmişin anılarından sıyrılıp, bir anda gözlerine kayıyor gözlerim…
Bu ne hüzündü, bu ne dayanılası olmayan kayboluştu, bir denizdi sanki diplerinde kaybolduğum, bir sesti sanki içinde kıvrandığım…
Deniz ve kızgın güneş altındaki kavurucu tuzlu su, en çok yalnızlığımı ıslatarak intikamını ıssızlığımda ölgün çırpınışlarla alıyor…
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 11.8.2012 13:22:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
BU KEZ YOLLAR VE DE LASTİK SESLERİ YOK... SADECE KAVURUCU GÜNEŞ ALTINDA ÇABUK SİLİNEN İZLERİ İLE DENİZ ÜSTÜ KÖPÜKLERDE, YELKENİ HIRÇIN RÜZGARLARLA ŞİŞMİŞ SAÇLARIM DAĞILARAK KÖPÜKLERİN ÜSTÜNDE DÜŞÜNCEDE SÖRF YAPAN BİR BENLİKLE BEN...

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!