Bence İki Utancın Tekrar Ediş Anatomisi: ...

Bayram Kaya
2924

ŞİİR


13

TAKİPÇİ

Bence İki Utancın Tekrar Ediş Anatomisi: “”Batı Taklitçiliği”” 5

Başlangıçta, toplum ve halkın iç içe yaşamı sürerken; tabiri caizse çekirdek olan toplum, kendini bellileştirecek seçici zarın, halk ve toplum alanlarını öyle keskin bir ayrım değil ama kendisini hissettiren bir var oluş, zorunluluklar alanı, belli belirsiz çekirdeğin (toplumun) çevrelenmesi, gereği kendisini duyurtuyordu. Ama toplumu halk tanımından ayıran bilinçli anlama ve soyutlaması daha yapılamıyordu henüz.

Fakat bu ikili yapı, zaman zaman; yönetimde halkın küçümsenmesine varan anlama anlatımlarla kendini duyurtan bir zorunluluk olmaktan da her dönem kurtulamıyordu. Bu yüzden hala bu ayırdımı bilmeyen; ikili gözetim ve değeri oluşturup, geliştirip, ilişkiselliği içinde tutamayan kafalar, bu küçümsemeyi halk dalkavukluğu biçim yansıması ile ortaya konmasına sapıyorlar, bu abartı ve genelleme yanlışlığına, bilerek yada bilmeyerek sapıyorlardı. Bu; “”halkı sürü görme”” cahillik anlayışı tüm dinlerde, görüleceği gibi, en sonda Padişah Vahdettin'in, huzurundakilere açık açık çıkışıp bağırdığı hatırlanmalı.

1-Başlangıcın bu yapısında ilk gelişmenin bu belisizlik geçişenliğinde; önce erdemlerimiz (inanç ve ahlaklarımız) vardı. Sonra erdemlerimizin (inançlarımızın, ahlakımızın) izin verdiği müddetçe bilimimiz vardı. Bilim, zaten sihir Ya da büyü karışımıyla yol alıyordu. Bilim bu anlamda ahlakın içinde idi! Sonraki doğumlar, bu yarı uyku, yarı uyanıklık geçişmesindeki ayrımı yapacaktı. Bu öznellik bilim açısından bilimin konumu yerine, inançlar; başın önüne alınmış, yerli yerinde olmayan bir terslikti. Yani objektiflik (nesnellik) yerine, sübjektiflik (öznellik) kısırlığı, ağır aksaklığı; rol model taklidi olmuştu!

Erdemler halk ve toplumla elbette vardırlar. Ama toplumsal gidişi okuyamayan genel seyir, kopyaları da, asıl olanın suretlerini de, ters okuyup, çalıyı baştan sürüyecekti. Gelişme kendi genişliğince, oturtulmuş tabanı üstündeki esneklikle değil de, ağır aksak, ama yinede gerçekle çatışarak zorlama çalışacaktı. Bu ara, erdemler kendi tabanı üstünde iken, olması gereken halk üzerindeki egemenliği, topluma da yaygın edilmişti. Toplumda da vardı. Örneğin; başkasının haklarına riayet etmek gibi.

Bu tür zorunluluklar, yapay kılınışla, insanın kendisini, toplumunu, halkını yanlış okuyup, gerçeği sistemleştiremeyip (ki bu da gelişmenin seyiri idi) yabancılaşmıştır. Bu ayrımsanamayan ikili oluştaki olumsuzlukları, çatışaraktan da olsa; nesnel öznel oluşun toplum ve halkın üzerindeki işlerlik avantajını, soyutlanmış erdemlerimiz egemenlikle kullanır olacaktı. Nesnelliğin yerini, abartılı ve soyutlanmış, tek yanlı erdemlerimiz (inanç ve ahlakımız) , bazen gülerekten teşvikle, bazen dayataraktan buyurganlıkla sürdürür olacaktı.

2-Şimdi batıcılık (bilimsellik ve aklı öne alış) erdemlerimizden, ahlak ve inançlarımızdan ayrılacak, bilimsel tutuma bağlantı yapılacaktı. Erdemlerimiz buyrularak değil, yaşamın deneyimlerinden içkin çıkartılacaktı. Bilim üretmek için, hiç de buyrulan, vaaz edilen ahlaki tutum içinde olmak gerekmiyordu. Bilim kendi disiplinini (erdemlerini, ahlakını ve inancını) , kendi nesnellik ve somutluğu içinde, çatışarak gelişerek, değişerek ve sürekli zorunlu kılıyordu.

3-Şu da açık ve kesin olmuştu: batıcılıkta akılı kullanmak deyimi ile akılı vahinin üzerinde tutan açık seçiklik ilkesi getirilmişti. İşte tüm kavga bundandı. Bunu dile getirmeden, buna karşı oluşun altında sürüp gidiyordu. Bunları gizliden ifade ediliyor, cehaletin kullanım yararını aldatıyorlardı. Ama alenen söyleyemiyorlardı.

4- Yüzyıllarca hep ahlak denmiş. Ahlaklı toplum düzenlenmek istenmiş. İyide gereği gibi ürettirip paylaştırmıyorsanız, nasıl ahlaklı toplum yaratacaktınız? Ahlaklı toplum başarılmış mıydı? Siz buna, bu söyleme; kolay yönetmenin, uyutmanın aracı diyebilirsiniz. Bu bağlam içinde bilim, icazetli (izinli tutumun) bir lütufun, ihsansılaştırılmasından öte gidememiştir. Adeta bir sergerde (göze alınan kararlı bireysel tutum) işi gibi kısıtlı alanlarda olmuş ve gelişmiştir.

Batılı olurken doğulu yanımız, doğulu olurken batılı (yapay, suni ayrım yanımız) yanımız küsüyor, bizi; adeta kendi alanlarına çekip hapis ediyordu! Oysa bu ikili anlatım bir işleyişin olay durum karşısında diyalektik yöntemin aracı olacakken, doğululuk sadece yüzyılların içinde kalmış, inanmaların içine girdap oluşun damgası olmuştur. Batılı oluşta, aynı kof anlayışla; güya ahlaksızlığın odaklaştığı anlayış yapılıp çıkılmıştı.

Yollardan birisi; her anın, elimizde mazileşen, ama deney ve akıl olmanın, tekrarlanabilir diğer tür tutumlaşma etkinlik eylem kılavuzluğunu, akıl etmeyi yöntemli yordu. Bu zenginlik olaraktan biriktirirken, yeniye de temel yapılan somutluktu. Diğeri ise, yeniyi; yani değişip gelişmiş olanı, eski olmayan, ama eskidende çok temeller taşıyan bir olgu olduğunu, şimdiki değişmişin, yeni olduğu unutturup, malzeme ile inşayı çatıştırılmaktadır. Aydın! Kimliğimiz bir bunu, bir diğerini kaşımaktadır. Bu bütünlüğün, biri diğerini tamamlayan, diğerine göre, iki ayrı utanç yol gibi gören, algılatan, anlamsız bir ifade ve tutumlar takınmışız.

Bu hal, batılı oldukça doğululuktan (geçmiş bilgi birikim ve deneyimden, tarih ve kültürden) doğulu oldukçada, batıdan, batılı oluştan (gerçekle yüzleşip alışkanlıklardan kopamamaktan, kendini başka şekilde ürettirir oluştan yüzleşmekten korkarak) uzaklaşılıyordu. Dünya’ya farklı da bakıp, kavrar olmaktan ürkütüyordu. Neydi bunun sebebi? Niçin ikisi bir arada, öznede yararlandırıcılıkla kullanılmıyordu. Oysa bu ikilinin olumlanıp olumsuzlanmasını, seçme ve ayıklama ilkesi, yaşamın içinde kendiliğinden gerçekleyecekti.

Bu dayatır ve ayrımlandırır oluş, neyin nesi idi? Yani evrenseli (batılılığı) yerel ölçeğe değerlemek, yada yerli ölçeği (doğululuğu) evrensele götürmek başarılmıyordu? Bu, götürülme veya evrene açık oluşunuz; sizin meydan alışınızla, seçme ayıklama ilkesi ile bir anlamda kendiliğinden ve akıllıca olacaktır. Bunun saçma yapılırlığı şurada, ahlakı bile iyice mücerretleştirerek (soyutlaştırarak) doğulu yapmıştı! Batı ve batılı; akılcı yöntemle yansıyış, hepten ahlaksızdı! Bu mantığın varacağı yer, böyle bir aptalca tutum olmaktan kaçınamayacaktı.

Böyle bir tutumsal mücadele, verimsiz amaçsız; boş ve fayda vermeyen; bir emek zahmeti, hatta zarar ziyanı olacaktır. Bu ikili ayrı ayrı gözetilmiş boş efor sarf eder olmanız; bir araca, birbirine bağlantı yapılmayan, ama aracın ön ve arka kısmına iki dinamik motor takmak gibidir.

Bu motorlar zamanca ve üretimsel değer olarak; yönelim ve güç olarak; birbirini tamamlayan iki etkinlik olmayıp, birbirini dışlayıp, sönümleten boşu boşuna bir çalışma olacaktır. Bu hal sizin dinamik olmanız anlamında anlamsız ve saçmadır. Oysa bu iki düşünce, iki ayrı polarma gibi mıknatıslanmalı. Bazen de çoklu ayrı yöne ama aynı yönlü (Polarmalı) eşgüdümlü akım gibi, Kirşof’un Kanunları gibi, düğümlerde (yerelde) , aynı ve ayrı yönlere de yöneyleşebilmelidir.

İkinci bir benzetme yapar isek, bir insan beyninin bir yanı farklı, diğer yanı farklı çalışıyor. Bu gerçektir. Ama birbiri ile bağlantısının olmaması yapay ve sunidir, yapmacıktır. Bu nedenle doğulu davranırken batıya, batılı gibi davranırken doğuya, ancak şekil olaraktan yönünüzü dönebiliyordunuz. Bunun bilincinde oluşla da; suçluluk duyuyordunuz. Oysa bunun bileşkesel yönelimi çok farklı olacaktır. Bu nedenle randıman alınamıyor, rota bir oyana, bir bu yana sapmakla hiç yol alamayan; bir ileri bir geri, yada bazen iki ileri bir geri verimsiz, devinen sistem olup çıkıyordu.

Utancımız, muktedir olacakken, olamamanın bilinir olması ruh halidir. İkili çakışmanın doğası; senkronize ile bir sonraki sisteme (Toplumsal birime) kuple edilememesidir. Bir sistemin çıktısı, birlik girişim olması gereken, birliğin düğümlerle yöneyleşeceği kontrol merkezleri ile (Kirşof deneyi ile) ikilemleşmeler, iki, üç gibi çoklaşmalar ve tekrar düğüm odakları ile kontrol ve denetim sağlanmalı. Bunu toplumsal özgülülüğü korunmalı. Utanç, bu ikileşmenin farkında olunmayan, kendini kaptırır olan eylemlerimizin, kendi tek yanlılığının hüsranından duyuluyordu.

Sistem ilişkileri ile davranır. İlişkisizlikler sistemin kör noktalarıdır. Birikimleri şiddeti ve kör dövüşünü akimlik kılar. İnançların yaptıkları iş, olayları saltıklaştırmak ve abartmaktır. Bu iki kör dövüşünde de yapılan iş; unsuru abartmaktır. Yani parçayı bağıntılarından koparıp saltıklaştırmaktır.

Halbuki sisteme, nasıl davranacağını, kendi işleyişi belirtirdi. Bir uçağın, yada roketin şekli; sizin isteğiniz, estetik anlayışınız ve tercihiniz değildir. Kullanım koşullarının zorunlu ilişkin gerektirmesi, onun ahlakını (karakterini, huyunu ve biçimini) kendisi belirliyordu. Bu ahlaka siz dıştan müdahale edemezdiniz. Ona ram olup (yasallığını anlayıp, bilip varlaştırarak) , egemenlikle ancak onu kullanırsınız. Bu da sizin akılcılığınız olmaktadır. Ancak sistemler de; bir sistem, ilişkisini ortaya koyduklarında başlangıçta birbirinin belirleyen, destekleyen girişimler; zamanla ayrılaşıp köstek olurlar. Bu sistemin yenileşme doğum sancılarıdır. Ariflik burada başlar.

Sistemlerde akıl koyuşta, yada bilimsel yol tutuşta İNANÇ gibi bir varsayıma hiç gerek yoktur, gerek güdülmez. İşte sapla samanın karıştığı yer burası. Bu yanılsama ile: burada halka ait olan inanç, toplumsal işleyişin odağına oturtulur. Topluma ait olan hak ve özgürlük de, halkın odağına oturtulur. Hiç bir şey yapılamayan kavgalar, kamplaşmalar, cahilliğin ve cehaletin daniskasını ortaya çıkarırlar.

Bu kabaca, toplumda uçak üretimi ve kullanımı için gerekli olan, uçağa ait yaptırımları, disiplinleri, halka uygulamaktır. Halka ait olan; ibadet yerine gitmeyi, evindeki her türden pozisyonlarını, sokaktaki tutumlarındaki disiplinlerini de; uçak mühendisliği ve kullanım alanına uygulamaktan hiç bir farkı yoktur.

Oysa halk; bir havra, yada kiliseye veya mabede yada camiye, giderken, tamamen halka ait sınır ve davranımlılıklar içinde iken, aynı halktan kişiler tarlaya, fabrikaya, ofise giderken toplumdan bireylerdir. Artık bilmektedirler ki tarlada iş yaparken, meleğin kanat sayısını bilir olmak hiç bir işine yaramayacaktır. Aynı şey camiye giderken de geçerlidir. Camide artık kişinin, çiftçilik yada uçak mühendisliğini bilirliği bir işe yaramayacaktır. Bu tutumların sistemleri farklı, kuralları farklı, bunların işleyişleri farklıdır. Bunu uygulayıcısı ve uygunlaştırıcısı -kişi halk insan yön- ile -birey toplum insan yön, kendi sistem ve alanları içinde uygulayacaktır. Kilisede bir inanır ve mümin olurken; fabrikada bir emekçi olacaktır.

İşte sapla samanın karıştırılmaması buradadır. Doğulu, batılı oluş akılcılığı ve yararı buradadır. Toplumsal ve halka ait işleyişlerin ayrılığı ve gözetilmesi buradadır. Ne halk her şeydir ne toplum her şeydir. İlişkileri kalktığında ortada ne halk ne toplum kalır. İlişkindik olan yerde de üstünlük soyutlaması sui zandır. Bu abartılar çözüm sağlamadığı gibi, üretimde yapamaz. İlişkilikleri yerli yerinde varlaştırıp, sistemlerin akışını sağlamalıyız. Sistemleri tıkar olmak, bireysel yada grupsal oligarşik kin, gaflet, dalalet, ikbal ve ihanetlerin eseridir. Cehalet de bunların arkasında akan seldir.

Sürecek

Bayram Kaya
Kayıt Tarihi : 3.9.2008 14:01:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Bayram Kaya