Batı taklitçiliği söylemi aslen, akıla ve akıl koyuşa karşı çıkış olup, yerine doğmaları (nasları) ikame etme yanıltmacısıdır. Kitleler analitik düşünme yerine açık konuşulanın, kendi dil anlama anlatım becerilerinin sınırlılıkları ile söylenenin biçimsel anlamını anlamayı ve bunu sürüp gitmeyi yeğlerler. Bu halksal işleyiş yaşantılaştırmasına, yani “”Arşimet paradoksuna”” uygundur (bu tamlama bana ait ve yukarıda görüngü olan suyun kaldırma kuvvetini insanların; vakayı adi yeden, vakayı olağandan sayıp, akıl etmeyişleridir) . İşte kurnaz ve opurtunist kişiler halkın bu özelliklerine seslenirler. Halkın bu temel özelliğini her şeyin üstüne sayarlar. Bunu da halka saygı, halkla uzlaşı diye yaparlar. Burada iki yalancılık ve sahtekarlık ortaya çıkar.
Birincisi hiç bir şart ve zorlama yokken ve hiçbir toplumsal oluş bunu gerektirmez iken, bir olayı ilişkisel bütünlüğünden çekip abartarak; o olayı bütün ilişkilerin üzerine çıkaran, aslı ve gerçekçiliği olmayan, halk her şeydir deme şarlatanlık yalancılığıdır. Ne halk her şeydir, ne halk hiç bir şeydir. Kendi ilişkiliği içinde devinen anlamlar yüklenen bir kavramdır. Yani ne Ali her şeyin ölçüsüdür; nede Ali her şeye göredir; ne de her şey Ali’ye göredir. Böyle bir şey olabilir mi? Bu tam aptallık, tam bir hile, tam bir baştankara bodoslama ve bilgisiz kılıştır. Alabildiğine içi boş ve aslı olmayan bir çıkarsal siyasi abartıdır.
Siz bir bütünlükte gözü koparıp, göz her şeydir derseniz böbreğin görevini ne yaparsınız, kalbin işlevine ne dersiniz? Esasen bütünlükten koparılan ilişki, artık o ilk işlevselliğini de sürdüremez. Vücutta alınan kıymetli göz, artık göz değildir. Bütünsel ilişkiden kopmuş bir et yığınıdır. İşte halkı da tüm kurum ve kurallarında koparıp, halk her şeydir dediğiniz an, her şey biter. Kurumlar, kurallar, ilişkileniş, üretiş, huzur, insan oluş, ideolojiler biriktiriş her şey biter ve tahrip başlar. Halk, her şey olmadığı için bu kurum ve kurallarla ilişkilenerek ancak üreterek varlık kazanıp bir şey olan, bir sosyolojik durumdur. Halk her şeydir denerek cehalet, sefalet, bilmezlikler vs. nin halkta taban tutması revaç edilmektedir. Oysa Ali'nin elinde bilgisini araç gerecini aldınız mı Ali bitiktir! Bitki yeşermedi mi Ali'ler bitiktir. Demek ki Ali ve Ali'ler ilişkileri ile bir bütün ve işleyiştir. Bunların karşılıklı etkinliği ile varlık bulmakta bunların zorunluluklarını gerçeklemekle onlar üzerinde egemenlik kurmaktadır.
İkinci olaraktan ve doğal olaraktan da, halkın ilgi ve donanım bilgi alanında olmayan ve olamayacak olan konulardaki bilmezliklerini kullanmaktır. Her insan her şeyi bilmez, bilemez. Bilmek zorunda da değildir, ilkesini görmezden gelirler. Halkta insanlardan ve insanların tutumlaşışlarından, gelişen oluşan bir kavram olduğuna göre; halkında bilmez olacağı aşikardır. Halk, hem her şeyden az çok bilenlerden, hem de hiç bilmeyenlerden oluşan bir kümedir. Halkın gündelik yaşantısını ve sosyal ilişkisini düşünmeden tutumlaştığı ve bir alışmalar silsilesi olan “”vakayı adiye, vakayı sıradan ve vakaydı alelade, vakayı sürgit”” gibi algıladığı süreçler yönlendirmektedir.
Bu süreçler “”Arşimet paradoksu”” niteliklidirler. Yani herkesin bilip sıradan bulduğu, açıklama gereği hissetmediği, ama çok önemli alışmaların rahatında olması durum algılamasını sömüren, alçakça bir hile oluştur halk her şeydir demek. Halk bir yerde; refahın bölüşücünde, belirgince olması gerekirken, maalesef oradan da hiç yoktur. Orada ilke: “”toplumun malı deniz, yemeyen domuzdur””. Bu bir değer veriş olmayıp, yönetimle halkı karşı karşıya getiriştir. Halktan da sağ olsunlar bir sağ duyulu çıkışta, kral çıplak demiyor:
”” Yahu ben her şey değilim. Dünya, benim eksen oluşumla ve benim etrafımda dönmüyor. Örneğin: İkinci Dünya Savaşını ne ben istedim, ne de bana sen her şeysin diye sordular! Ve Vietnam Savaşı, benim için ve bana göre yapılmamıştır, ben istedim diye çıkmamıştır. Ormanların yağmalanıp yapılaşmasını, ormanın 2 B'leştirilmesini ben istemedim. Üstelik ben, orman vasfını yitirmiş yerin yeniden ormanlaştırılmasını yasal zorunluluk kılar, kesinlikle yapılaşmasını yasaklardım. Böylece de yangın çıkarma suçunu işlemeyi önlerdim. Irak’a ansızın girmeyi ve ansızın çıkmayı ben istemedim. Demek ki ben her şey değilmişim denmiyor. Ve aslen de zaten olamazda. Ve de bunu diyenlere, nanik yapılmamaktadır. Nanik bir çocuğun bile, rahatlıkla ikinci kez kandırılmayacağını anlatmak için yaptığı, karşıyı, kendine gel diyen, ciddi olmaya çağırıştır.
Üstelik halkın duygu ilgi ve ihtiyaçlarının bir türden uzlaşılmış bir şey olmadığını bilmiyor gibi, ben halkla uzlaşırım diye bol keseden atışlar, bu topluma alabildiğine zarar vermektedir. Oysa yasalar neyle nasıl uzlaşılacağını, açık açık yazmışken! Yasalar halksal ve toplumsal mutabakatın ortak kriteri iken. İşte aklı kullanmamak buradadır. Bu şişirmelerle yelken açan aldanmalardadır. Kendi ciddi olmayan, başkasında ciddilik bekleyemez. Halk her şeyin üstünde ise, neden halk çevre ile bir ilişkiye grime üretme ihtiyacı duyar. Böyle bir eksiklik, sizi her şeyin üstünde yapar mı? Yapar, hile ile aldatma ile yalan ile. Her şeyin üstünde olan sadakalık olur mu?
Kültür ve üretim. Bunlar birbirinin tamamlayanı, birbirini bütünleştiren süreçleşen sarmallarıdırlar. Aslında bir soyutlama ile ve birbirinde koparılmış olan bu iki kavramla yanlış olarak üretemeyen ama kültürü olan doğu yada Arapçılıkla, kültürü yozlaşan ama teknik üreten batı (Avrupa) kast edilmekte. Bu kökten yanlış bir dezenformasyon giydiriştir. Gerici yobaz çevrelerin algılatma ve propagandasıdır. Halbuki Japonya, Tayvan, Çin, Hindistan vs gibi doğulu ülkeler kültür ve üretimini başarmıştır. Osmanlının coğrafya olarak pek çokta darbe yiyip etkileştiği alan kendinden üstün coğrafya Avrupa olunca, bu nesnel üretememe ezikliğini kendisinin batısındaki ülkelerin hal durumunu ortaya koyan batı gibi oluş, batılılaşma, düşman gibi silahlı olma hareketleri kemikleştirip Avrupalı gibi olma ile özdeşleşmiştir.
Oysa bilim birdir, ama aynı konuda, aynı nesnel yasalara bağlı oluşla, bilimsel üretiş yolları çok ve çeşitlidir. Böyle olunca bilim sırf Avrupa’dadır, demek kadar saçma, akıldışı ve görünen duruma aykırı saptama olabilir mi? Bu çeşitlilik Dünya coğrafyasının her yerinde bir şekilde belirmektedir. Tüm ilişkilerimiz Dünya sathına ve buralardaki farklı anlama ifade eden teknolojileri taklidini anlayıp, karşılıklı bağımlılık ilkesi gereğince akıl (patent) koyuş alış verişi, yapılmasıdır. İşte anlamamız gereken batılılaşma: yurdumuzun bizim dışımızdaki, tüm yöneylerine ilişkileniş olmalıdır.
Osmanlı’nın sıkıntısı; uğraşı verdiği düşmanı olan Avrupalılar denginde, bilim ve teknoloji ile donanır olamayışıdır. Batılı olmak istemesi, düşmanın gücüne erişecek yol ve yönteme sahip oluşun açığa vurulması isteğidir. Burada; ayı olmakla, ayı gibi olmak, arasındaki fark da karıştırılıyor. Buradaki sıkıntı, düşmanıyla bilim ve üretiş bakımından güç denkliği sağlar olmak istemesi, batılılaşma olarak tabir olundu. Bu güç, o günlerin Dünya’sında sesini duyuran, tek Emperyalist güç olduğundan, bizim dışımızdaki doğulularca da bu “”batılıların tutumu”” diye algılandı. Tabi ki süreçle izafi olacak bir düşünme ve görüştü. Nitekim de öyle oldu. Değilse “”bir Avrupalı oluş”” istemekle; “”bir Avrupalı gibi”” olmak istemekte çok farklı. Gibi sözcüğü, Avrupalının kullandığı yol ve yöntem akılcılık ve pozitif bilimi içerip ifadelemektedir. Olmak istenen “”gibi”” benzetimi, bir taklidi, yani yol ve yönteme ait tutumun bilimsel olmasını isteyiştir. Değilse biyolojik ve ahlaki heveslenişi ister oluş değildir. Bir Avrupalı gibi üretip refahı kendi kullanım koşulları ile tüketmektir.
Birde yeri gelmişken benzer ahlaka sahip olmaya yol açan, bir değerleme yapayım. Davranışlarda ister istemez benzeyecektir. Denizi olan yerde insanlar, başka denizi olan yerdeki insanları görüp taklit etmese de yüzme benzer davranışını gösterecektir. İki nedenle. 1- Çevrede yüzen canlıları görüp taklit edecektir. 2-Suyun kendi kullanım koşul özelliğinin bir zorunluluğu olarak bu davranış çöpün yüzmesinden, yada bir kazara düşmenin çırpınış panik tutumunun sonradan akıl edilişi gibi bir yığın davranış destekler ve ortaya çıkartır tutumlardan dolayı, aynı davranışlar bir birinden habersiz kişi ve toplumlarca üretilecektir.
Bu halkların davranışça benzeşmesidir. İnsan davranışının, aynı olanakların elvermesi ve kullanımı ile aynı temelsel ilkelerin, aynı süreçle, dışa vurumun deneysel zenginliğinin ortaya konmasındaki benzeyiş olacaktır. Tıpkı denizi yada akar suyu olmayan yer insanının da yüzmeyi bilmez oluş ortak davranışları gibi.
İşte bizdeki, iki ara bir derede kalış özleminin, ne İsa’ya, ne Musa’ya yaranamayışını, iki ayrı yol gibi gören şaşmadaki özlemdir bence bu batı taklitçiliği algılatışı. Tabi optimistlik bakışla söylüyorum! Kültürce özümüze has birikimleri, doğulu diye ayrı bir zaman ve mekan ile soyutladık. Madem batılı gibi olamazdık veya olamıyorduk, kültürümüzü acaba doğulu gibi; halk içinde yaşayamaz mıydık? Bu mantık yaşantıca değişip, davranışça değişememe kısır döngüsünü içermektedir bir. Birde halksal yaşayış istemle toplumsal yaşam ister oluşu tamamen karıştırmaktır. Batılı gibi olmak toplumun uygulayacağı referanslardır. Doğuluca algıların ve anlamaların, böylelikle nesnelden soyutlandığı, bir anlayış egemen olmaya başladı. Bu iki yoldan birini seçmek gibi bir suni yaptırım ortaya çıkarıldı. Birincisi doğuluca kültür idi! İkincisi de bizi tehdit eden ve bize güçlü olup; ayakta kalmanın, var olmanın, gereği olan bilimsel tutum alıştı. İstenen buydu.
Güncelin, bilimsel yaşantısı ile devraldığı ve yeni güncelle ürettiği kültürünü bağdaştıramayan özümseme sorunluların, kısırlığının kavgasında çıkıyordu “”batı taklitçiliği”” aşağılaması söylemi. Bir kısırlığın suçu üzerinden savuşturmasıydı.
Batı ülkelerinde görüldüğü gibi, deneysel bilimin, gözleme ilişkin anlamaların öne çıktığı tutumlaşma olan, batılı gibi olmak isteyen ikinci yol; bilimsel oluşu özleten, ama bir türlüde ne doğulu ve ne de batılı gibi olamayan özlemin utancını yaşar oluşunuzdur. Bir kere sorun tersten ortaya konmuştu. Kültür sizin sosyal miras olarak taşıdığınızın yanında, yeni yaşam nesnelerinin getireceği kullanım durumlarının bir dayatması ile de zenginleşecekti. Buna da alışıp hazmeder olmalıydınız. Kültür tek başına doğululuk ve batılılıkla açıklanıp, yaşam nesnelerinden ayrılarak ele alınamazdı. Bu yanlış, bir kere yapılmıştı. Artık roller bu yanlış dağılım üzerinde bir türlü birbirini anlayamaz şekilde tartışılacaktı.
Sürecek
Bayram KayaKayıt Tarihi : 1.9.2008 17:59:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!