Bir yansıtılma ya da yansılama, bir benzetileme, bir örnekseme olan, bilinçli bilinçsiz taklit, adeta batı taklidi olarak, aşağılama ve küfür haline getirilerek; vurun abalıya dercesine bir değersizleştirme sorumsuz duyarsızlığı yaratılmıştır. Elinde hiçbir akıl koyuş ve üretiş gelmeyen kesimlerin, güya zeka pırıltısı ortaya koyuşlarının, bir meydan okuyuşu gibi olup çıkmıştır! Ya da, şu da bizim insanlığa armağan örnek kıldığımız taklit edilirliklerdir, diyecek bir çağdaş somutluğu örnek koyamamış oluşumuzun, ezikliğinin, dile vurum şeklidir. Ki ben bu çizgide olmaya bile eyvallah derim. Çünkü bu bir eleştirel süzen var oluş bilinç halidir. Bir kendi kendini dinleyiştir.
Batılılaşma, önde olanla geride olanın, var olanla yeni doğanın, şeriatla neşriyatın, nasla deneysel felsefenin, gözleme, araştırma ve incelemeye dayalı, çözümleyici ve bireşimsel metotların kıyasıya giriştiği bir kavgaydı. Yani aydınlıkla karanlığın savaşıydı. 1450'lerde matbaa ile Avrupa’da bilimsel bilgilerin ve felsefi gelişmelerin, ucuz ve hızla kitap basımlarıyla bilgilerin ülkelerden ülkelere ve çok sayıda kişilere ulaşır olmasının yarattığı toplumsal etki ve depremlerle, ışıyan batı; aydınlanma sürecine girerken Dünya, Avrupa’nın bir çok halk hareketlerine imza atışına tanıklık ediyordu. Bu teknolojinin ahlakı ve zaferi idi.
Oligarşi, monarşi, monark yönetimler, kutsal krallıklar ve derebeylikler yerle bir olurken, kilise kabuğuna çekilmeyi yeğler olacaktı. Tabiî ki yüzyıl sürecek kanlı dinsel savaşlar sonunda. Bu uyanışla yerinde oynayan taşlar, bu uğur alınmış yollar, Avrupa’da yerli yerine neden sonra oturacaktı. Astronomik gelişmeler, dinsel saltanatların taç ve tahtını yerle bir edecekti. Artık Dünya’nın düzeni, yeni düzendi. Endüstri devrimi de denen, buğu gücünün sanayide kullanıldığı, yepyeni bir üretim ve paylaşım tarzının belirdiği, tarım serf ve köleliğinden sanayi işçiliğine (yeni ve biçim değişmiş köleliğe) geçilmişti. Dünya grevlerle tanışmış, tarım alanlarının dokuma sanayisine yapağı üretimi sağlayan koyun otlak alanlarına dönüşmesi gibi, çok farklı sorun, olay ve gündemleri tartışır yaşar olmuştu.
Tabii ki Osmanlı bunlardan, genel olarak, seyirci anlamazlıklarla bihaber olacak 17. Yüzyıl padişah yetkilerinin şeyhülislam fetvalarına göre geriletildiği tam bir teokratik devlet yönetimine dönüşecekti. Artık Osmanlıda her devlet işi “”eşref saatine “” göre şeyhülislama sorulup, yetkilenilip yapılır olacaktı! Hatta Avrupa’nın bu akıl almaz gelişmesini anlayamayan zayıf ve basiretsiz bazı yöneticilerini, şeyhülislam; buradaki yöneticilerin çok güçlü cinlerinin olduğuna padişahı ikna edip, o yöneticilerden padişahın cin isteme zavallılaşmasına yol açacaktı. Osmanlı etkili ve yetkilileri Dünya’daki bu gidişi, özel olarak tanda Avrupa’daki konjonktürü, böyle okuyaraktan şeriata sıkı sarılaraktan kendini güya daha bir sağlama alıyordu!
Süreçleşen bu yol alınışı; bizde matbaanın kullanımı ve matbaanın olanaklarının yaygınlaşması ile oluşacak aynaya bakıştaki aksediş silueti, çok azda olsa aydınlanmacı kafalarca Batılılaşma bu diye okunacaktı. Gölgeler kaybolacak, gölgelerin yerine, bilim ve bilim felsefesi konacaktı. Ta ki Cumhuriyet dönemine değin, ağır aksak yol alıp nicelenen, bir kayda değer varlaşmaların süreçsel birikimi olacaktı.
Taklit doğada, sanatın ve eylemin başlangıcıdır. Bu da, var ve meydanda olanın, aşikar olanın; doğanın, doğada görülen ses, gürültü ve eylemlerin insanlar tarafından, taklit edilmesi ile bu günkü plastik anlayış ve gelişmişlik düzeyine gelindi. Şimdi siz kalkıp da, falan notada, yunus balığının, filan sesi çıkaran yinelemesinin taklidi var, biz taklitçiyiz derseniz, hem iyi bir çam devirmiş olursunuz, hem de cehaletin tohumunu filizlendirerek yaygınlaştırırsınız. Doğada temel yöneliş ve davranış koyuşlar ortak zeminlidir.
Ancak bilinçli taklit ve bilinçsiz taklidin, kullanım yarar ve zararları üzerinde mütalaalar yapabiliriz. Ama önce taklidi tu kaka yapıp, sonra da, o taklit ile gelen kavramın icabına bakıp kenara çekilirseniz, bu sorumsuzluk, bilgisizlik aymazlık ve kafa karışıklığı olmaktan öte gitmez. Doğada oluşumuzu nasıl ve ne şekilde olacağımızı, doğa belirlemişse nasıl yol tutup neleri taklit edebileceğimizi de doğal süreler belirleyip zorlamaktadır.
Taklit edilmek elbet iyidir. Kötünün taklidi bile iyidir. Çünkü kötü hareket, taklit edenin üzerinde izlenip gözlenirken, izleyende algılar yaratarak, o deneyi yaşamda edinmeden, olumlu olumsuz tecrübesini soyutlanma ile edinmiş olacaktır. Ancak kötü olan, yüzyıllarca taklit etmenin sevinmesinde kalarak, taklit edilir olmaktan çıkıp, sürekli taklit eder durumunuzu bozmamanızdır. Ulusların yararı açısından bu bir zafiyettir. İnsanlığın gelişimi açısından ahlaki olaraktan da hep alıcı bir parazitler durumda kalışınız olur.
Taklitçilik iyi iken, insanın çıkarsal eğilimleri ile bu üstünlüklerini kullanımı, sizin bu taklitsel izlemenizi sömürüye dönüştürmez mi? Elbet dönüştürür. Aslında dinler, inançlar; iyi ve sağlam bir taklitçilik örneğidir. Bazılarının, batılılaşmaya karşı oluşlarıyla, takındıkları suratlarda da, insanların inanç olarak uyguladıkları taklidilerden, insanların kurtarılır olmalarına itiraz vardır. Reaksiyon, refleksifik karşı oluştan başka, hiçbir akılcı tutum koyuş nedenleri yoktur. Değilse, enine boyuna bir eleştirel sağlamlık, elbette yeğler olduğumuz bir tutum olmalı. Tu kaka ettikleri taklitçilik, inançlarda gözetilen en uygun öğrenme ve öğretme yöntemidir. İnancın kendisi bir taklittir, yetinilmez sünnet olaraktan da, Eyüp şunu yaptı, Musa bunu yaptı diye taklidi yapılır. Hem taklidi bol bol yapar, sonrada bunu görmezden gelir akıl kullanışı taklitçilik diye yerer! Bir insanın bilmediğine düşman oluşunun apaçık örneğidir, bu hal.
Örneğin Hıristiyanlık kendinden önceki semitik inançların bir taklididir bileşkesidir. Bunu iyi anlayıp, analiz eden, bunun içer timini ve farklılaştırışını, aynı sosyal benzer sonucu almaya matuf bir düzenleme oluşunu görür ve bilir. Hiç bir inanç ve dinsel sistemler bu taklitten asla ve katiyen kurtulamamıştır. Siz birine taklitçi diyerek, kendi taklidinizi siyaseten ve zımnen güya örtersiniz. Ancak bu tutumunuz bir inanırın göremeyeceği bir hassaslık ve inanır yaratma prensibidir. Taklit ederek dışlama bir sosyal oluşum ilkesidir. Bu inançsal benzerlikleri de aynı kaynaktan geliyor olmayla (ki öyledir) örterler. Tabi asıl kaynağın bir gün kil, kum çakıl taşlarının konuşturulup ortaya çıkacağını bilemezlerdi. Tıpkı Kumran Yazıtlarının İsa’dan 100 yıl önce aynı İsa olaylarını öyküleyip insanların sosyal dağarcıklarına yükleyip bu beklentileri yaratıp, sırasının geldiği bir günde, sanki yaşamış İsa gibi öyküleneceği çok geriden bakan ve çok ileride konuları hıfzeden birinin, bakıp göreceği gibidir.
Eskiden Frenk icadıdır, gavur icadıdır demenin, eskimiş ve iler tutar yanı kalmamışlığın, bir direnişinin, şimdilerdeki versiyonu, batı taklitçiliği (küfrüdür) denmesidir. Şu unutulmaya, hiç bir şey, ne saltık iyidir ne saltık kötüdür. Aksamalar; kullanılışın, yolun yürümesinden çıkarılacak ve yine yürümeye uygun hale getirilecektir.
Buna diyecek bir şeylerimiz olabilmeli mi? Ama siz daha baştan, içi dolmamış, ya da her yansıma ile doldurulabilecek bir baştan kara savunma ile “”batı taklitçiliği”” der, işin içinden sıyrılır çıkarsanız, yapacak bir şey yoktur. Tüm sorun sizsiniz demektir.
Her içerim bir dışlamanın kıyaslanması ve onun karşıtı yapılanmasıdır. Yani karşıtı ile vücut bulup, meydan alır. Bu somutta böyle iken, soyutta da somutun iz düşüm yansıma uygunluğu olaraktan bu böyledir. Siz batı taklitçiliği derken, zımnen ve altarnatifen karşıtı olaraktan da doğu hayranlığı demiş olursunuz. Birini yererken birini översiniz. Bu benimsetildi mi, bir adım ötesi, bunun biraz tıraşlanmış hali de: doğu kültürü ile de, Arapçılık ve Arap kültürü (dinde bunun içinde) kast edilmektedir.
Şu unutulmasın ki her taklide, bir hayranlık mutlaka vardır. Ama her hayranlıkta taklit değildir. Taklit somutlanıp soyutlanan bir dizgeler olgusu olup, sonunda akıl erdirme ve akıl koymaya giden süreçtir. Hayranlık ise tam bir vecd halidir. Hoşlanıp sevmeden, tutunda; ilginçliklerinin sizi, hayran olunanın kendisi ile körlük yaptıran bir tutumlaşmasıdır hayranlık. Adeta benliği kaplayıp sarhoş eden, hayran olanı kendinden geçirten bir beğeniştir ki körlük yapan akılı ketleşende burasıdır. Hayranlık bir çeşit harika ve ilizyondur.
Şu halde batı taklitçiliği ile doğu hayranlığı; mitsizim, oryantalizm baştan kara cahilce bir ortaya koyuş olup karşıtlık bile değiller. Şu bakımdan; aynı düzlemde ve aynı zamanda buluşamaz iki bakıştırlar. Biri akıl kullanma üzerine, diğeri akılı bastıran bir kendinden geçişin tutulumunda (cezbesinde, kendinden geçişinde) , olmaktır. Biri deneyin pratiğin araçlarını çok yönlülüğünü, yol yordam kılar, diğeri doğmanın hayranlığından, alternatif dahi düşünemez. Zıtlar, ister uyuşsun, ister uyuşmasın, aynı zaman düzleminde, aynı paradigmaları kullanır. Oysa bunların paradigması aynı bile değil.
Sanatın taklidi kendini iki şekilde dışa vurur denebilir. Birisi hayranlığın belirme ve ortaya konmasıdır, ikinci biçimde de eleştirelliğin öne çıktığı yamulama ve en temel karakter temalarla benzetileme yapmadır. Bunun ikisinin sonunda da öğrenme vardır taklit burada insansal amacı gerçekler. Burada ki hayranlık bir teslim oluş bir kendinden geçişin ram olması (boyun eğer olması) değil, hayranlığı misyon görüp yükleniş akıl seriş vardır. İkinci hal taklitte ise asla bir kopya tıpatıp oluş yoktur. Zaten tıpatıp olsa, sanat ve karikatürize ve eleştirellik olmazdı. Taklit edilenin şöyle böyle toplamasal bir ortalamasını yuvarlayıp ortaya koyan bir akıl erdiriştir, buradaki taklitte olup biten.
Sürecek
Bayram KayaKayıt Tarihi : 30.8.2008 11:33:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

TÜM YORUMLAR (1)