Taklit şudur budur gibi, saçmalamanın aptal oluşuna dahi gerek yoktur. İnsanın basitlikle olan taklitleri dahi; alışmaların verdiği usanmalardan sonra, gerek kendisini (kendi kendini) , aynı şeyi ve olumsuzu taklit eder olmasını; sonunda olumlu taklide mutlaka götürecektir. Bunun aksi de olası ve mümkündür. Olumlu taklitler bile, kendi alışmasının usanma bıkkınlığı ve sürekliliği ile eş deyişle kendi kendisi ile aynı kalma tekdüzeliği, olumsuz taklitlere gidecektir. Bu hırçınlık ve bunalmalarımız, bir doğallığın, kendi yasallığını, olay ve olgular üzerinde süreçleşmesidir.
Aslında taklitçilik derken, bir kin ve nefretin, bir garezin, bir adam olamamanın, bir ussal, eylemsel yetersizliğimizin, kendisini dışa vurmasıdır. Bu dışa vurum, psikolojik ezikliği ve bilinç altını, kör alışmaların açıkça kendini, böyle bir; güya küçümsemeyle ile dışa ser dümen etmektedir. Aslında aklındaki takıldığı, çevresel uyumsuzluklara akıl erdiremeyişini, inandığı başka inançsal saplantısını, ikrar edemeyip, inançları kendisine şiar bürünerek, dilinin altındaki baklayı döndürerek söylemesidir.
Bunun temelinde de yatan, salt bir gerçeklik vardır. O da, gericilik nevrozu travmasıdır. Bu taklit denen yöneliş aslında, Dünya’yı aynı noktadan, yeniden ve yeniden birkaç kez, tekrardan tekrardan keşfeder olmayış yararcılığıdır. Yani ''bizim oğlan okur, döner dolaşır yine bina okur'' boş ve yararsız tekrarlamalardan kaçınmaktır. Aklı kullanmanın, daha açığı toplumsal üretim ve toplumsal yönetimin, nesnel esaslara dayandırılıp, naslara (doğmalara) , toplumsal alanda itibar edilmemesidir.
Toplumdaki akılı kullanmanın ve laik prensipli olmanın bazı halk çevrelerindeki şoku, yine güya laikliğin batıda taklit ile öğrenilmiş zararlı bir anlayış olması, telakkisidir tepki koyuşun nedeni! Hırsının öfkesinin temeli budur. Bunu ikrar edemediğinden, bunu ikrardan gelemediğinden ve eski alışma pelesenk söylem “”gavur icadı”” da diyemediğinden, bu ilerlemeci pozitif deneyci, dünya görüşünü, örnekseme alır oluşun (taklidin) öfke ve kızgınlığı yatmaktadır. Başka hiçbir neden ve yüksünme yoktur. Değilse batının cepten alo denen taklidine, hiç bir şikayet ve isnatları yoktur!
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...