Ben Öğretmenken: 09 Pekmez ölbesinden r ...

Fevzi Günenç
551

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Ben Öğretmenken: 09 Pekmez ölbesinden radyom

Ben Öğretmenken: 09
Pekmez ölbesinden radyom
FEVZİ GÜNENÇ

Hissarbeyli köyünde öğretmenlik yaptığım 1961-62 yılları. Hafta sonu tiyatro seferlerimden birinde bir sürprizle karşılaştım. Gaziantep’ten çocukluk arkadaşım Halil Birecikligil’le…

Halil’in yüzünde kocaman bir Antep gülü var. “Antep çıbanı” da derler ona. Halil çok rahatsız bundan. Yara çekiyor, kirpiklerinin gözüne batmasına neden oluyor. O da çok rahatsız oluyor bundan.

Yüzündeki Antep gülünü düzelttirmek istiyor Halil ama bu işe ayıracak paraları yok. Küçük bir iş hanı çaycısı babası. Kazandığı parayla sadece ailesinin günlük geçimini sağlayabiliyor. Hatta bunun için yanına bir çırak bile alamıyor baba.

Çırağa haftalık vermekte zorlanmaktansa, çayları kendi koşturup duruyor adamcağız. İş hanındaki iş yerleriyle Gaziler caddesindeki dükkanlar arasında helak ediyor kendini. Hem ocağa bakıyor hem siparişleri koşturuyor.

Babaya acıyan tek çocuk Halil değil. Küçük kız kardeşi Lütfiye de üzülüyor babası için. Sonunda karar veriyor: Boş boşuna üzülüp durmaktansa babaya yardım etmeye karar veriyor.

Bir karış boyuyla kahvehane terazisini kapıyor, ocakçı babasının doldurduğu çayları dağıtmak üzere saldırıyor merdivenlere küçük kız.

Halil de kız kardeşinden geride kalmayacaktır. O da yüzünün ameliyat parasını kendisi kazanmaya karar veriyor. Elinden ne iş gelir? Radyoculuk…

Çok daha küçükken, bebek gibi bir şeyken yani, radyonun içindeki çalgıcı, türkücü minik adamları görmek için açtığı radyonun içine düşüyor. Bir radyocuda önce çırak, sonra kalfa olarak buluyor kendini.

Artık radyo tamircisi bir kalfadır o. Gaziantep’te ne uzar ne kısalır radyoculuk. “Ver elini İstanbul! ” diyor. Orada çalışacak, ameliyat parasını kazanacak, yüzünü sağlığına kavuşturacak…

Yola çıkarken azdan buzdan bir nevale diziyor anacığı. Dizdiği nevalenin içinde bir ölbe de Antep pekmezi vardır. Halil İstanbul’da, ölbedeki o pekmezi kuru ekmeğine katık yapacaktır günlerce.

Pekmez bitecek, boşalan ölbeyi işe yaratacaktır arkadaşım. Yaratıyor da. İçine bir güzel radyo diziyor. Eski pekmez ölbesi pilli bir radyodur artık. İşte tam o sıralarda karşılaşıyoruz çocukluk arkadaşımla.

Köyde nasıl vakit geçirdiğimi soruyor Halil. Canımın sıkılacağından söz ediyor. Ölbeden radyosunu bana armağan ediyor. “Bundan müzik filan dinler, yalnızlıktan kurtulursun,” diyor.

Gerçekten çok makbule geçiyor pekmez ölbesinden yapılma radyom. Ne var ki ilk günlerde hiçbir istasyonu çıkartamıyorum ondan. Çözüm arıyorum. Bir antenin gerekliliğine inanıyorum. Anteni nereden bulacaksın köylük yerde?

Antepli zekasını kullanarak çözüm buldum. Bitişikteki muhtarlık odasının telefon teli penceremin önünden geçiyordu. Bir ucu radyomda olan kablonun öbür ucunu telefon kablosuna bağladım. Aynı anda istasyonlar doluştu radyoma. Seç seçebildiğini dinle müziklerden.

Ne var ki biraz sonra kesildi müzik yayınım. Bu kez araya Jandarma Karakolunun yayını girdi. Karakol komutanı Uzman Çavuş olanca sesiyle bağırıyordu.

“Alo! Hisarbeyli Muhtarı mı? ”
“Evet kumandan, benim.”
“Yahu muhtar ne yaptın sen? ”
“Ne yapmışım kumadan? ”
“Ormanlı kasabasının çobanını dövmüşsün.”
“Dövdüm ya kumandan. O da öküzlerini bizim ekinlerde otlatıyordu.

“Olur mu böyle şey canım. Sen şikayetini bize yapacaktın. Cezayı kendi verme yetkin var mı? ”
“Yok kumadan.”
“Öyleyse bir daha böyle bir şey duymayayım.”
“Tamam kumandan.”

Telefon görüşmesi bitince benim müzik yayını yeniden başladı:
“Sabahleyin erken çifte giderken
Aman aman
Öküzüm torbadan düştü gördün mü…”

Fevzi Günenç
Kayıt Tarihi : 23.1.2010 04:31:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Fevzi Günenç