En son fark ettiğimde en korkusuz olduğum anda başlamıştı en çok korktuğum an…
Kendime korkusuzluk mührünü yapıştırdığım zaman, onu en çok sevdiğim ve en bağımlı olduğum anlardı en çok korkmaya başladığım zaman…
En çok korktuğum zamansa onun gidişini ilk düşündüğüm andı ve onun gidişiyle kâbuslar içinde korkularla kıvrandığım zamanlardı ve onu kaybetme korkusu beynime mıhlanıp o mıhlanmayla yaşarken alışmıştım korkularımı bastırmaya ve sonuç o gittikten sonra en çok korktuğum ağlamalarla yaşama alışmış olmakla korkuların kâbusa döndüğü zamanlar artık vazgeçilmezim olmuştu…
Oysa o da bir insandı ve o da çoğu zaman boynuma sarılıp ağlama krizlerine dalardı. Şimdi anlıyorum o da korkularını ağlamalarla geçiştirirdi ve biz korkularımızı ağlamalara dönüştürerek birbirimizden ayrılırsak, en büyük korkularla hatta kâbuslarla yaşayacaktık…
Şimdi biliyorum ki o da ağlıyor, ben de ağlamadık zamanı yaşayabilirsem, gülebiliyordum…
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.