Yüreğim bir çöl. Duygularım çöl çiçeği. Kum fırtınalarına dayandığım sürece, yağmurlar yağacaktır. Yüreğimin serinliği bu yüzdendir. Yağmurun yağacağına güvenmemdendir. Zira hala yüreğimin daha kurumamış köşelerinde geçmişten kalan bir damla mutluluk vardır. Ki o damla yağmurun gelmesine kadar bana yetecektir. Bir damla mutluluğu asla küçük görmem. Bilirim ki bir damla su çölde kalan için okyanustan daha değerlidir. İşte bu yüzden hala şezlongda beklemem, hala mayolu beklemem bundandır. Yüreğimin serinliğin nedeni rüzgarların sadece koca kadırgaları taşımadığını bilmemdendir. Belki rüzgar bir yaprak düşürür yüreğime. belki rüzgar bir uçurtma uçurur yüreğimde. Mutluluğun nereden eseceğini bilemem. Mutluluk rüzgarının ne getireceğini de bilemem. Bir yaprak düşürse, bir damla düşürse yüreğime yeter. Öyle limanlara kurulup gemi bekleyenlerden değilim. Bir küçük üflese yüreğime mutluluk ben köz olmasını bilirim. Yeter ki bir damla saçaklardan, pervazlardan dökülsün ellerime. Ben yanmasını da bilirim boğulmasını da. Öyle gözleri aslan ağzı, bakışları aslan dişi olanlardan değilim. Tokum, açlığıma şükredenlerdenim. Bir damla mutluluğa yüreğini ova edenlerdenim. Eğer saçlarımı savuruyorsam, rüzgarın yağmurları, bulutları ve deniz resmi çizilmiş su damlalarını bana getireceğine olan inancımdandır. Ha gelmezse rüzgar, ben de kağıttan gemiler yaparım ve onları kum tepelerinde kendi ellerimle yüzdürürüm. Belki bir İstanbul değil; belki bir İstanbul dolusu mutluluk bulurum. Kendisi kalem, yüreği silgi olana kağıtlar dolusu şiirler yazsan ne çıkar. Ruhuna tüküreni öpsen ne çıkar. Ah ah insan olanı sıksan en azından bir damla su çıkar. Lakin bırak insanlardan yüreğine su serpmesini, dudağına su vermesini; insandan artık boş bidonlar, kuru testiler çıkar. Ah ah insandan bir damacana kuru laf çıkar. Ben de artık lafa bakanlardan değilim.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...