Adımlarımı sürüyorum senin gittiğin yollarda, sedaları özlettiğin bana ayrılıkları anarak seyrediyorum seni, basma kalıp, yekdüze sevdaların dışındaydı senle olan sevmelerim...
Koyulaşmış düşünceler bunlar, senli bakışların ardına sığınan, vazgeçilmiş saatler bunlar, ardına sığındığım zamanlar...
Terk edilmişlik bu maviliklerde başı boş dolaşışım, her ana tek cümleyle muhtaç, bir an zamanı avcılığı, senle koşmak isteyişlerim sardı içimi bozkırlara doğru, varlığının bir zamanlar armağan olduğu yılların bekçiliğinden de vazgeçtim artık...
Sadece senle, geçmişimi kovuyorum, beyaz etekli kadınla...
Gömüyorum tüm geçmişimi onun omuzlarına, birçift göz mahkumiyetimi terk ediyorum pırıltılı ışıklı gözlere...
Belki de yeniden aşkın masumluğuna koşuyorum hesapsızca...
Sevecen yürekte yumulmak istiyorum hayatın boşverilmişliğine...
Yine yorumsuz bir sevdaya akıyor yüreğim, kendi yorumlarını içinde saklayarak, ben bile fark ettiğimde hissetmiş oluyorum ansızın gelen bir his bu sahiplenmek bile belki de yasaklanmalıydı...
Bez koyusu renkler içimde, tül beyazı güneş ışıkları oysa, ıslıklarla geçiştiriyorum bu anları, koyu düşlerin önüne sevinçlerim geçiyor, bebek ağlayışları masumca bir çay içerken yazmak istememek sadece düşünmek götürüyor beni haytalığa...
Yalnızlığın koyu darbe vuruşları bunlar, yeni yeni kıpırdayan sevmeye dahil fidanlarımı ezme telaşı bu geçmişin çekiç sesleri...
Oysa güneş ışıklarına asıyorum sevinç umutlarımı, uzak seslere dalgın kulaklarım,
Akdeniz’in buğusu, sanki burnuma vuran başkentin kokusu, Eğe’nin çam kokusu ve virane kasabaların buğusu düşlerimde merhabalara ulaşmak belki de sessizce...
Ateş basıyor içime özlendiğimi hissederken, kimsesizliğimin boşluğunda usulca kayboluyorum, kırık bir boyun büküşümle... Hasretin ve sevmenin kör damarı bu sanki içimdeki tüm depreşen duyguların zapt edildiği, kendi kendime küsüyorum, yanlış yapma korkularımın bu derece bastırdığı bir yıkık duvar gibi hissediyorum kendimi, merak ötesi bir bekleyiş bu, bedenimi sarsan, oysa ne bekliyordum, çalacak bir telefon zilinin sesini mi, yoksa gelecek bir mesajın içeriliği miydi?
Ama ne olursa olsun bir endişe arkasındaki sahipsiz duygular gibi yapışıyordu içimdeki sinir sistemime... Nerelerden nerelere basıla basıla gelmiş bir beden, hınçların, kahır isteklerinin ardında kalan gülmeler miydi beklediğim, olamıyordu bir türlü, belki de olamayacaktı bu masum hayat isteklerim, hiç birinde benim beklentim yoktu aslında, sadece yaşamak istediklerimle kısıtlı hayatımdı bana çekiçler vurarak balyoza dönüşen darbeler...
Ne istiyordum yaşamdan, sadece beklentisiz masum bir yaşamın içinde kalan sevinç gülmeleri, güneşin ışıklarını görebilmeler, geceleri karabasan gibi üzerime yığılan kâbus düşleri, ve yalnızımsı korkuların ardındaki kendimsizliğim, bağımlılığım belki de beni sevme penceresinden baktıran... Hep yasaklar hep korunmalar vardı hayatımda, bir an zamanı veya birkaç anlar yaşamalıydım hesapsızca, korkusuzca, resmen kendime güvenerek, birilerine güvenerek, güven ertesinde kalmayarak, sadece bir benlik savaşından dik kalarak çıkmak, riya hesaplarından saklanıp, b irilerinin bir kez olsun güven duygusunu benden görmesi ve yanıltmamam...
Belki de ben zorluyordum kendimi, birçok kez riya çıkmazlarından aldığım derslerle, birçok kez yanıltılmışlığımdan öğrendiklerimle, kahredici bir zorlayış bu bedenimi onu sonunda da dik kalamama korkularıydı belki de içimdeki iniltilerim...
Sevmenin başa dert sonuçlarıydı belki de yaşamımda beni ürkek yaşatan...
Şaşkınlıklarımla uğraşırken, “merak ettim” diyordu içimde hissettiğim bir ses telefondan gelen tiz sesle, “merak ettim seni” diyen sanki sevginin seslenişiydi, bu onurlandıran ve kendimi değerli hissettiren ses...
Kaç yılın ardından geliyordu bu buğulu ses?
Oysa, telim de çalmıyordu bir an sonra, kapanmıştım hayatın kıpırtılarına...
Sessizdim ya, kendime, kaybolmuştum ya iç sesimde, hayatım an an zorlaşıyor bu hasret belasıyla belki mutluluk yazacağım ya, “olmaz” diyor, kelem ucuna akan hislerim, “sana mutluluk yasaklanmış vaatle, yasak şehrin yasaklarında dolaşmak sana mutluluk veremez, sen mutlu olamayanların arasında sen mutlu olamazsın” diyor...
Oysa yüreğim zorluyor yeniden çok sevmeye, çok sevilmeye...
Özleyerek gidenleri, düşündüm vedasızları, sinsi gülüşlerle merhaba diyenleri, düşündüm, bir anda vazgeçtim ardımda kalan yaşamı düşünmekten...
Onlar kendi hayatlarını dağıtmamak için çıkmışlardı hayatımdan...
Oysa geçmişi sil, sil diyen bir, bir ses vardı artık yüreğimde...
İsimlerini boş ver, kimlikleri boş ver, geçmiş hayatı boş ver, bak güneş yine her şeye rağmen doğuyor ve adım atıyorum yenilenerek, yeniden sevmeye ama bu sefer acı çekmek yok...
Bir ses var arkadaşımın radyosunda, ismi lazım değil şarkı ama bu sefer iki kişilik çalıyor şarkı yemin diyor tok bir ses yemin artık sevmelerden kopmaya, ardımdaki köprüleri yıkmaya...
Kendi kendime ıslıkla hırıltılı bir sesle ve bu işte ben seni özledim der gibi akıyor içime, ardı olmayan düşüncelerle böyle işte yemin bu zamanlarda...
Neleri değiştirmeliydim yaşamımda, kaybolup gittiğim bu şehrin kulvarlarından bıkmış mıydım, yeni bir yaşam şekli seçip, seçip, savrulmalı mıydım bir yerlere, birine doğru mu koşmalıydım?
Hak etmediğim bunca puslu zamanların ardından, tek düze yaşamı bir kenara koyup, yeni bir yaşam, yeniden birini mi seçmeliydim ruhsal bozukluğumu düzeltecek?
Hangi bedelleri, hangi nedenle, art arda ödüyordum...
Kimi unutup, kimi nereye koymalıydım, çarpıklaşmış yaşamımın içinden sıyrılıp, nereye nasıl bakarak yaklaşmalıydım?
Kırık dökük bir geçmişin ardında kalan benliğimin parçalanmış duygularımı nasıl düzeltecektim?
Unutulmazlık mührünü yapıştırdığımdan hangi uğraşlarla kurtulacaktım, zaman örtücü ve düşüncelerimi değiştirecek nasıl bir etken olmalıydı, beden sızılarımla, ruhsal sağlığımı nasıl tutunacaktı bir başka duyguya, bu neydi ve kimdi?
Neler yaşamıştım, korkunç acı ve hüzün zamanlarımın içinde kalan doyumsuz bir aşk mı yoksa kahır zamanları içinde yaşadığım bir yolculuk muydu beni darmadağın eden?
Hangi aşk vardı ardından gözyaşı dökemeyeceğim ve hangi aşktı ki o gülmelerini ömür boyu taşıyabileceğim...
Bir köprü bu sallanıp duran ve ben o köprüden düşe kalka geçmeye çalışan...
Ben kimdim, bu kadar ki kurban edilmiştim sevmelere ki bu kadar acı kırbacının izleri bedenimde... Senfoniler yazılmış bitemeyesiye, ağıtlar yapılmış biten aşklara, hangi dermansızlık bu ki karmaşa yaşamdan vazgeçiren yeni bir sevmeye atlattıran...
Kalbimi sevdim seni sevdi diye, küstüm kendime geç kaldım diye, oysa vakit belki de tam anıydı sevmeye giden yolculukta...
Mustafa Yılmaz
Kayıt Tarihi : 28.6.2011 18:55:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!