Hayatın boşverilmişliklerin içinde tiye alıyorum yaşamımı artık...
Bazen sarhoş görüntülerimin içinde çapraşık yürüyüşlerimle, bazen peçmurde, bazen divane, bazen divane ötesi, bazen öksüzleri, bazen de mecnunların görüntülerini oynarken, sadece kendime gülüyordum...
Ağlarken gülmelerim, gülerken ağlamalarım, kelimelerin ve de cümlelerin içinde raks ederken, oysa acılarla kıvrandığımı sadece yüreğim biliyordu... Öksüzleşmiş tüm isteklerim bir çıkmazda dolanıp dururken, yazılmamış cümlelerin, yazılamayacak sözlerin sıkıntısını, veryansın ederek yüreğime saplarken, boş berilmiş zamanların içinde kalan seslerimi yine yüreğime gömüyordum...
Kimsesizlik hislerimi yine kendime saklarken, mutluluğun pençesinin sivri uçlarını yine yüreğime saplayıp, sır vermez duygularla, kendi kendinin düşüncedeki zindan hükmünü onaylıyordum... Hayatın zor tarafını tutup, kolayları mutlu günler farz ederek kendi çemberimin merkezinde kalarak, umutlara dahil ne varsa içimde hapsediyordum...
Vazgeçilmesi gereken ne kadar anı varsa ki, zaman zaman yüreğimden fırlamasına rağmen, içimdeki kendi hislerimle kıvranırken çoğu zaman kendime eziyet ederek, pişmanlıklarımı ortaya çıkarmak istiyordum...
Ama olmuyordu, sevgideki pişmanlıkların geçici olduğuna inanmak da bana hırs ve güç veriyordu, işte bu günlerdir ki, yeni sevdaların içine dalmak düşüncesi de bir yandan heyecan, bir yandan da yine yüreğimi sıkan kıskaçlarla, içimde patlayan bir şarapnel gibi acı veriyordu, yine yüreğime...
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.